Menu
ZEYNEP ARKAN İLE SÖYLEŞİ
Söyleşi • ZEYNEP ARKAN İLE SÖYLEŞİ

ZEYNEP ARKAN İLE SÖYLEŞİ

Adapazarı’nda doğdunuz, İstanbul’da, Tokat’ta, Kocaeli’de yaşadınız. Yaşadığınız şehirlerden nasıl etkilendiniz?

Adapazarı: Bereketli topraklarda doğmak, meyveleri dalından yemek, kiraz ağacına çıkıp Sapanca gölünü izlemektir benim için. Çocukken evcilik oynamayıp kitap okumak ya da koşmaktır. Akşamları iki elektrik direği arası yarış yapıp erkekleri geride bırakmaktır.

Depremi yaşamak, abim göçükten çıktığında tozdan görünmez ve kaşı yarılmış halde, doktor apar topar kaşını dikerken bayılmasın diye elini sıkmaktır. Çocukken Sapanca gölünde dibe batmak, son anda ciğerlerden suyun çıkarılması ve öksürükle hayata dönmektir. Yıllar sonra o gölün kıyısında şiirlerimi okumaktır.

Adapazarı o kadar çok göç almıştır ki;  “Hangi milletsin” sorusuyla büyüyüp ortaokula kadar bu soruyu çok normal zannetmektir. Evimizin arka bahçesinde kediden güvercine, kirpiden leyleğe kadar hasta, yaralı, bakıma muhtaç hayvanlara bakan annemden merhamet pay ederek büyümektir. Babamı talaş kokusuyla dolan atölyede cevizden çeyiz sandığına el oyması yaparken izlemektir. Bu paha biçilmez anı, 1998’te babamın soğumaya başlamış ellerini öperek “babacığım lütfen ölme” diye yalvarırken son buldu. Babam Sapanca’dan ağzına kadar erik, kiraz dolu getirdiği sepeti komşulara dağıtarak eve gelirdi. Bunu övünmek için söylemiyorum. Çok doğal bir rutindi bu o zamanlar.

Biz de yemek kokusunu aldığımızda hiç çekinmeden gidip komşunun yemek masasına oturuyorduk. Böyle iç içe geçmiş hesapsız samimiyetlere şahit olarak büyüdüğüm için kendimi şanslı sayıyorum.

Diğer yandan üniversiteyi okumak için çok mücadele etmek, o mücadeleyi kazanmaktır benim için Adapazarı.  Kelimenin tam anlamıyla kırk yıllık dostlar kazanmak, şimdi yerinde yeller esen Abasıyanık Sanat Merkezi’nde arkadaşlarım ve Necati Mert hocayla edebiyat sohbetleri yapmak, Ercan Yılmaz ile yarı şaka yarı ciddi şiir üzerine kavgalar edip kardeşçe devam etmektir. Adını versem çok uzun bir liste olacak arkadaşlarımla çok kıymetli anılar paylaşmaktır. Pandemi olmasaydı onları bu kadar çok özlediğimi anlayamayacaktım galiba.

İstanbul’da bir yıl yaşadım. Bu bir yıl bana aynı zamanda depresyon da getirdi. Şiir yazmayı çoğaltmıştım. Ev arkadaşlarıma gösteriyor ve çöpe atıyordum. Çok sıkılmıştım, eve döndüm ve bunu atlatmaya çalıştım. Bunun sebebi muhatapsızlıktı belki de. Şiir yayınlamaya başladığım dönemdi, İstanbul çok büyüktü. Kendimi ifade edememe sorunlarım vardı, bu duyguyu yaşamadan şiir yazamıyoruz zaten. Kendimi çok yalnız hissettim, insanların sevgisizliğini çok derinden tattım, bununla nasıl mücadele edileceğini bilemiyordum ve İstanbul’da bir daha yaşamak istemediğimi anladım. Arada özler, birkaç günde dostlarımı görüp evime dönerim. İstanbul güzel, büyük, karmaşık, bana şiire dair çok sıkı gerilimler yaşatan ve şiir yayınlamaya başladığım bir şehir. Dergâh dergisi ile Taşınmak şiirim ile bu süreci başlattım ve o dönemde yeniden Adapazarı’na taşındım. 2004 kışı boyunca her ay Dergâh’ta şiirlerim yayımlandı ve şiir adına çok motive olmuştum. Kıymetli Mustafa Kutlu’nun sadece bana değil tüm gençlere verdiği desteği anmadan geçemem.

 

Hayatımın Tokat dönemi çok önemli, bu sebeple nereye atanırsa atansın mutlaka gitmesini tavsiye ediyorum yeni öğretmen olmuş arkadaşlara. Böylesi tecrübeler olmadan içinde yaşadığımız ülkeyi tanımamız mümkün değil. Oturduğumuz yerden genellemeyi, sınıflandırmayı, etiketlemeyi çok kolay buluyoruz. Orada yavaşça akıp giden zamanı bolca şiir yazarak değerlendirdiğim için çok memnunum. İlk zamanlar pencereden caddeyi izlediğimde saatte 5-10 araba geçerdi. Öyle bir tenhalık vardı çünkü Yeşilyurt’lular İstanbul Çerkezköy’e, Silivri’ye filan göç etmişlerdi. İş bulma amacıyla toplu göçler yaşanmıştı. Çocuklara ideallerini sorduğumda “İstanbul’a gitmek” cevabını veriyorlardı.  İklim çok sertti, kış boyunca soba başında buzunu erittiğimiz damacanaları kullanıyorduk. Orada fiziksel ve zihinsel yalnızlığım daha çok arttı. Arada Dergâh dergisine telefon eder Kutlu ile konuşurdum. Bana çevreyi, ağaçları sorardı. Sık rastladığım ağaçları tarif ettiğimde o ağaçların adının “titrek kavak” olduğunu Mustafa Kutlu’dan öğrenmiştim.

O kadar çok vaktim vardı ki izlemediğim film ve dizi kalmamıştı. Her gün şiir yazma rutinim vardı. En çok o sessiz ve geniş zamanları özlüyorum. Orada kadınlara, kız çocuklarına ne gözle bakıldığı, nasıl muamele edildiği konusunda çok sert etki bırakan tecrübelerim oldu. Mücadeleci ruhum yara aldı açıkçası. Şiire daha çok sığındım. İkrar ben Tokat’tayken çıktı. Kitabıma dokunduğumda bana ne büyük teselli verdiğini anlatmam zor. Benim için çok özel bir kitap olarak kalacak. Oradaki insan varlığını hisseden herkes de İkrar’ı çok sevdi. İkrar, bana güzel bir yol açtı. Bunu çok emin bir şekilde söyleyebilirim. Öyle büyük yalnızlıklar, yok sayılmışlıklar, varlığı onaylanmamış ve görülmemişlikler ancak böyle büyük ödülle teselli edilebilir. Bu tesellimi somutlaştırıp elimde tuttuğum için çok şanslıydım.

 

Kocaeli, küçük bir İstanbul simülasyonu gibidir. İçine girilemeyen bir deniz, yoğun trafik, kalabalıklar, kirli bir hava, aşırı göçten yabancılaşmış yorgun ve gergin insanlar… Orada Merhamet Varmış bu şehirde çıktı. Bu kitapta durulmuş bir dil ve kalp var. Kıymeti anlaşılmış pek çok şey var. Büyük kopuşlar, büyük tanışmalar da var. İnsan kendini tanıyorsa kendini iyileştirecek şeylere yönelmesi de çabuk oluyor.

Bu şehirde ilgimi yönelttiğim şeyler arasında hayvanlar öne çıktı. Onlarla dost oldum, mesafemizi eşitlemeyi önemsedim. Artık yalnız hissetmemeye başladım. Zihnen yalnızlığım azalmıştı zaten. O kadar yorgun ve yılmış haldeydim ki hayvanların, özellikle kedilerin sevilmeyi ve sevmeyi bu kadar özel kılan halleri beni çok iyi hissettirdi. Çocukluğumdan beri hep bir kedim olmuştu ama bir süre uzak kalmıştım. Şimdi onlarca kedinin dünyaya gelmesine ve sağlıkla büyümesine yardımcı olduğum için kendimi çok şanslı sayıyorum ve evlat gibi gördüğüm kedilerimle birlikte yaşıyorum. Kediler karakter sahibi canlılar ve şairler-yazarlar karakterlere çok ilgi duyduklarından bu hayvanlara yakın hissediyorlar bence. Ayrıca hayvanların bizde harekete geçirdiği merhametin en kıymetli duygulardan olduğuna çok derinden inanıyorum.

Bu şehirde en çok ihtiyaç duyduğum şey zaman oluyor. Garip şekilde zamana yetişemiyorum. Şiir işleri, yazı yazma rutinim çok değişken olabiliyor. Bunun birçok sebebi var. Şiir için belirli bir zaman yok tabii fakat yazı için bensiz duramayan kedilerden uzak ve yazı motivasyonuna yakın olmam gerekebiliyor. Bunun dışında Adapazarı’na hem yakın hem de bir miktar uzak olmak bana kendimle ilgili yeni şeyler öğretebiliyor.

 

Bir söyleşide “Ben bir oyun kurucuyum” diyorsunuz. Şair nasıl bir oyunun kurucusudur?

 

Bunu iki şekilde açıklayabilirim. Birincisi oyunun kuralını koyan kişi şairdir anlamında, yetki veya dümeni elde tutma avantajından bahsediyorum. Okurla aramızda böyle bir gizli anlaşma var sanki. Şiirlerim okura ulaşıyor, muhatabını buluyor ve seviliyor. Bu durumda okur beni kendine tercüman mı kılıyor acaba? “Yerinelik” hissiyle mi konuşuyorum?  Tabii ki hayır ama hepimizin bir ve ortak olduğu yerde buluşuyoruz. Dünyayla ve kendimizle bitmeyen mücadelemiz, sakat bırakılmışlığımız bizi ortaklığa çağırıyor. Şiire ne kadar özenirsem kendime o kadar çok özenmeyi öğreniyorum. Okuyucu da şiire ne kadar çok vakit ayırırsa kendine vakit ayırmış oluyor. Ruhunun karanlık ve aydınlık yönlerine fener tutmak gibi biraz da. Diğer yandan kendimizi iyi ve önemli hissettiren şeylere ihtiyaç duyarız. Şiir bu ihtiyacı da karşılıyor.

Bir de somut anlamda bazı oyunlar var tabii. Jarseden İpeğe şiirimde iki mısrada bir devam eden bir bütünlük var, iki ayrı durumu iki ayrı şiiri yazıyor gibiyim. Kimse anlamadı bugüne kadar. Böylesi somut oyunlara da denk geliyor bu kuruculuk zaman zaman.

 

“Şiirde sürekli değişiyorum” diyorsunuz. Nasıl bir değişim bu ve sürekliliğini nasıl sağlıyorsunuz?

 

Bu değişimi şiirlerimi düzenli takip eden insanlar da fark ediyorlar. Çok sık şiir yayımlamıyorum. Yayımladığım şiirler de gittikçe birbirine benzemeyen tarzlara sahip. Bunu bilinçli yapmıyorum tabii. Her şey değişiyor. Aynı kalan bir şey yok ki dünyamızda. Şiirde ise zihinsel değişimin göstergesi olabiliyor. Kelime seçimleri ya da günlük dilden uzaklaşma tercihi gibi ilk bakışta anlaşılacak özellikler gibi ya da zihinsel olarak değişimin kolay anlaşılmayan belirtileri açığa çıkıyor.

 

Şiir kitaplarınız arasındaki uzun zaman diliminin sebebi nedir?

İkrar ve Orada Merhamet Varmış arasında tam dokuz yıl var. Gerçekten uzun bir süre. İlkin ikinci kitap korkusu mu oldu bilemiyorum. Böyle bir korku var çünkü. İlk kitabı ilgi gören kişilerde daha çok rastlanıyor sanırım. Fakat ben bu süreçte şiir yazmaya devam ettim, 2011-2013 yılları arasında kısa bir mola verdim ve hiç şiir yayımlamadım. 2013 yılında bir ayda 5 şiir birden yayımlayarak dönüş yaptım. O süreçte çeşitli dosya çalışmalarına katılıyordum. Hece dergisiyle, sevgili Hayriye Ünal ile güzel çalışmalar yaptık. Çeşitli dergilerde yazılarımla göründüm. Şiirler 18 adet olunca kitap ortaya çıktı ve Orada Merhamet Varmış, Eskader tarafından 2015 yılının şiir kitabı seçildi. Şiir yazma motivasyonum değişiklik gösterdiğinde yayımlama hızım da değişiyor. Şiirle bağım içsel olarak kopmasa da dünyayla ilişkimde yerini tayin etmek için direnç gösteriyordu. Bunu birçok şair yaşıyor biliyorum. Çeşitli kriz anları olabiliyor. Bu tür krizlerden nasıl çıkacağımızı da biz belirleyemiyoruz bazen. Şiir zaten orada duruyor, dönmek veya dönmemek size kalmış oluyor. Ona dönerseniz sizden istediklerini vermek zorundasınız: Vakit, zihinsel emek, dünya işlerinin önem sırası ve bitmez tükenmez keşifler…

 

Son dönem çalışmalarınız ne durumda peki? Şiir üzerine yazılarınız kitaplaşacak mı? Ve son olarak Buzdokuz dergisi iki sayısıyla okura ulaştı. Ekibiniz ve derginiz çıkış sürecini sizden dinlesek mi?

 

Yazılarımı yayımlamaya devam ediyorum fakat kitaplaşırken çeşitli kategorilerde oldukları için bir sınıflandırma söz konusu olacak. Dosya yazıları çeşitli konulara dair açığa çıkarken, kitabı çıkan şairler üzerine tanıtım sayılabilecek kısa değini yazılarını almayı düşünür müyüm emin değilim. Toplamda kırktan fazla yazı ortaya çıktı ve ben 2021 yılı içinde bahsettiğim kategoriye tabi tutarak okura sunmak istiyorum.

 

Buzdokuz fikri ise, sevgili Hayriye Ünal’ın girişimiyle ortaya çıktı. Türk şiirinde önemli işleri, üretimleri olan bir kadro seçimiyle, Eylül 2020’de yayına başladık. Ünal, bana yayın kurulunda olmayı teklif ettiğinde ciddi bir hastalığın etkisindeydim. Fakat o bu görevin bana iyi hissettireceğini savundu ve dediği gibi de oldu. Adeta yaşama sevinci verdi bana Buzdokuz. Bir haftada üç şiir yazdım. Operasyon geçireceğim gün ilk sayımız çıktı; o gün şiir benim için nasıl hayati bir öneme sahipmiş anladım.  Hayriye Ünal ile çalışmayı her zaman çok sevmişimdir. Karşısındakine her zaman alan açan, titiz, çok zeki, sezgileri, şiir bilgisi ve görgüsü yüksek bir şair. Ona hem dostça hem de şairce bir takdir duygusuyla bakıyorum. Hakan Şarkdemir, şiir editörümüz olarak Türk ve dünya şiirine hakimiyetiyle, yazdıklarıyla herkesi ikna etmiş saygın bir isim. Murat Üstübal, hem kişiliği hem de üretimleriyle, Ücra dergisi geçmişiyle bizim için büyük bir öneme sahip olmasının yanında eleştiri editörlüğümüzü yapıyor. Atakan Yavuz, tanıdığıma çok memnun olduğum kişilik özellikleriyle, çevirilerindeki titizliği ve şiirlerinde de gördüğümüz berrak Türkçesiyle çeviri editörlüğünü üstlendi. Hasan Bozdaş, Burak Ş. Çelik, Serkan Işın ise ilgili herkesin tanıyıp bildiği şairler. Üretimleriyle daima öne çıkan isimler. Bir de genç Buzdokuz tayfası var tabii. Enerjileri, çalışkanlıkları gerçekten takdire şayan. Böylesi bir kadroyla bir araya gelmek, şiir ortamına “çıkarsızlık” ilkesiyle son derece kaliteli metinler ve teklifler sunmak benim için mutluluk verici. Buzdokuz, bu ilkeyi benimsemiş tüm isimlerle birlikte yürümeyi hedeflemiş bir dergi. Türk şiiri için önemli, kalıcı iz bırakan ve ilham verecek işler yapacağına inancım tam. Tüm şair dostlarımızı, şiir ilgililerini ve sadık okurlarımızı iki ayda bir selamlamaya devam edeceğiz inşallah…

SUAVİ

1972 İstanbul doğumlu. İlk şiiri 1991 ekim ayında Türk Edebiyatı dergisi okur mektupları sayfasında yayınlandı. Pek çok dergide dergi ve gazetede yazı, şiir ve röportajlarıyla yer aldı. Sebepsiz Serçe, Taş Suya Değince, Heves ve Tövbe Gölgeliği isminde dört şiir kitabına, Kırk Gri Hırka ve Dünyanın Çekmeceleri isminde iki hikaye kitabına imza attı. Ayrıca Pierre Karton namı-ı müstearıyla Horkhaymır’dan Alzhaymır’a Türk Aydını isimli bir de mizah kitabı mevcut.

Daha fazla görüntüle