Menu
ALİ YAĞAN İLE SÖYLEŞİ
Söyleşi • ALİ YAĞAN İLE SÖYLEŞİ

ALİ YAĞAN İLE SÖYLEŞİ


İkinci kitap ilkinden zordur derler. Öyle miymiş?

Öyle derler fakat bu benim için geçerli değil diye düşünüyorum. Zira ilk kitabım Dinozorların Son Günü, sesine bir ses bulamadı diyebiliriz. Hani ilgiyle karşılanmış olsaydı; ikinci kitabın çıkış süreci beni korkutabilir, zorlayabilirdi. Ancak ikinci kitap Beckett’e bir göndermeyle söylersek “daha güzel yenilmek” için yeni bir şans oldu.

Öykülerin aynı öykü evreninde geçiyor gibi. Öykülerin arasında ortak karakterler var. Bu bağları niçin ve nasıl kuruyorsun? 

Aslında bunu okurun öykülerimin atmosferine daha rahat girebilmesi için yapıyorum. Bir kitapta öyküler başlar ve biter; her başlangıç yeni bir odaklanma gerektirir, her bitiş ise yeniden dağılmayı… Bu sebeple olayları benzer mekânlarda benzer karakterlerin olduğu alanlarda tutuyorum. Şunu da söylemeliyim ki bu durum yazarken bana da bir kolaylık sağlıyor. Rengini, kokusunu, atmosferini iyi bildiğim kasabanın sokaklarında, kahvelerinde, lokantalarında, bağlarında karakterlerimi dolaştırmak, onları oranın insanlarıyla haşır neşir etmek ezbere yaptığım bir şey sanki.

İroni senin için ne anlama geliyor?

Uzun zamandır hem kurmaca yazıyorum hem de kurmaca üzerine düşünüyorum. Post Öykü dergisinde Post Kitap bölümüne de güncel öykü kitapları üzerine inceleme yazıları yazıyor olmam bana günümüz öyküsü üzerine düşünmek için büyük bir fırsat sunuyor. Okuduğum öykülerde genellikle hava kurşun gibi ağır oluyor. Karakterlerin karanlık dünyalarının bir yansımasını görüyoruz daha çok, içsel monolog ön planda tutuluyor ve acı öyküyü o kadar ağırlaştırıyor ki okur olarak oturduğunuz yere mıhlanıp kalıyorsunuz. Oysa bana göre bir kurmaca eserde hafiflik önemli bir unsurdur. Çok bilinen Valery’den mülhem bir deyişle söylersem benim hafiflikten kastım rüzgârın önünde uçuşan bir tüyün değil de bir kuşun uçarken ki hafifliğidir. Bu hafifliği ise ironi sayesinde öyküye verebildiğimi düşünüyorum. Bazen çok ciddi bir konu bu sayede hafifleyebilir, okura bir soluk aldırabilir, onu yormaz. 

Öykünü hayata yakın, hayatı hissettirebilecek bir atmosferle inşa ediyorsun. Nasıl başarıyorsun bunu? 

Tanıdığım insanları, bildiğim yerleri anlatmak sanırım bana bu konuda yardımcı oluyor. Ben mekân olarak İzmir’in bir semtinde geçen bir öykü yazabilirim ama bunu yaparken ne kadar oranın atmosferini okura yansıtabilirim bilemiyorum. Bunu yapabilen yazarlar yok demiyorum ancak benim için bunu başarmak kolay olmaz. Ben oraya yabancı olursam yazdığım öyküde okura uzak kalır gibi hissediyorum. Bir örnek verecek olursam “Yalnızız Dostlarım Bu Bir Oksimoron” öyküsü İstanbul’da bir söyleşi sonrasında geçer fakat öykünün karakteri kendini orada bulunanlara bir türlü yakın hissedemez ve yalnızlıktan ötürü hayali bir Dilber abla ile sayıklar biçimde konuşur. Metropolün yabancısı bu genç yazar yaşadığı kasabaya dönüşünü hayal ederek kendisini rahatlatır. Çünkü o kasaba yani Savaştepe onun en iyi ifade edebildiği yerdir. Öyküleri kurarken de bu durum böyle oluyor. Ben yaşamımın büyük bir bölümünü köylerde, küçük ilçelerde, taşranın da kıyısında yaşayarak geçirdim. Ezcümle kendimi, yaşadığım yeri ve insanını bilerek yazdığım için bunu başarabildim sanırım.

Öykülerinde gerçek hayattan insanlar kendi isimleriyle yer alıyorlar. Mesela Ali Yağan da öykü karakterlerinden biri. “İsim benzerliği mi” diyelim? 

İsim benzerliği diyemeyiz bunun için. Bile isteye yaptım çünkü. İki Rus yazar, Varlam Şalamov ve Mihail Şişkin’in öykülerini okuduğumda yazarın yaşamından parçaları yapıtına monte ettiğini fark ettim. Şalamov, “Kolima Öyküleri” kitabında Sovyetler döneminde çalışma kamplarındaki sürgün yaşamını olduğu gibi yansıtır, Mihail Şişkin ise “Mürekkep Lekesi” kitabında ailesinin yakın tarihte yaşadıklarını öykülerinde kullanır. İlginçtir ikisi de Rusya’nın farklı iki döneminde rejim muhalifidir. Bu isimlerin öyküleri üzerine düşünürken bir başka Rus’a denk geldim. Kuramcı Mikail Epstein’in de yazarın metin içerisinde bıraktığı ya da istemese de bırakacağı izler üzerine “The Transformative Humanities” kitabında yazdığı bir takım ilgimi çeken şeyler okudum. Epstein kitabın “The Antropology of Writing” bölümünde basit ancak kitabın ilerleyen bölümlerinde kendi savını destekleyen bir yerden hareket ediyor. Ona göre insan bulunduğu zamanın geçmişine hafızası ile, geleceğine ise hayal gücü ile geçebiliyor. Bu yüzden yazma arzusu olan bir insan, yazma eylemini Barthes’ın vurguladığı gibi sadece metni yazarken duyduğu haz için yapmıyor; aynı zamanda tıpkı bir cinsel birleşmede olduğu gibi kendinden bir parçayı da koyduğu metni yani esasında kendine ait olan genleri bugün yaşayanlar için geleceğe, gelecekte olanlar içinse geçmişe gönderiyor. Yani yazar kendi varlığını reddedilemeyecek bir biçimde okura dayatıyor. Ben de hem Ali Yağan’ı hem de yaşadığı çevreyi, o çevrede yaşayan gerçek kişileri öyküye aktararak bunu yapmaya uğraştım.

Taşra/kasaba senin için ne anlama geliyor? Savaştepe senin için Faulkner’in Yoknapatawpha’sı gibi bir yer mi? 

Önceki soruda biraz buna cevap verdim sanırım. Taşra benim soluk aldığım yer. Henüz ikinci öykü kitabı yeni çıkmış bir yazar olarak Faulkner gibi bir ismin kurmaca şehrine denk bir yer oluşturdum diyemem. Savaştepe mekân olarak bu kitapta önemli bir yer tutuyor fakat sonraki öykülerimde kendine ne kadar yer bulur bilemiyorum. Yaklaşık beş yıldır yaşadığım Savaştepe benim için insanıyla, atmosferiyle, doğasıyla içinde çeşitlenen hikâyeleriyle kurmaca dünyada olmayı en çok istediğim Hobbitler’in yaşadığı Shire ile eşdeğerdir. Bu sebeple hem Savaştepe’nin hem de taşranın/kasabanın öykülerimdeki hâkimiyeti ise devam edecektir diye düşünüyorum.

Bir gün roman yazmayı düşünüyor musun? Yoksa zaten yazdın mı?

Düşünüyorum; cesaret edemiyorum. Kafamda oluşan bir hikâye var ancak onu roman olarak yazacak bir kudrete sahip miyim? Şimdilik emin değilim.


SUAVİ

1972 İstanbul doğumlu. İlk şiiri 1991 ekim ayında Türk Edebiyatı dergisi okur mektupları sayfasında yayınlandı. Pek çok dergide dergi ve gazetede yazı, şiir ve röportajlarıyla yer aldı. Sebepsiz Serçe, Taş Suya Değince, Heves ve Tövbe Gölgeliği isminde dört şiir kitabına, Kırk Gri Hırka ve Dünyanın Çekmeceleri isminde iki hikaye kitabına imza attı. Ayrıca Pierre Karton namı-ı müstearıyla Horkhaymır’dan Alzhaymır’a Türk Aydını isimli bir de mizah kitabı mevcut.

Daha fazla görüntüle
Diğer Yazıları