Üç şiir kitabınız var. Bir eleştiri kitabına niçin ihtiyaç duydunuz? “Çözümlemenin Estetiği” nasıl bir toplam?
Şiir ve eleştiri birbirini tamamlayan bir döngü olarak düşünülebilir. Eleştiri yazsın veya yazmasın her şairin bu döngüyü yaşadığına inanıyorum. Çünkü şiirin en acımasız eleştirmeni şairidir. En azından böyle olması gerektiği kanaatindeyim. Dolayısıyla eleştiri benim için şiirle birlikte gelen bir şey. Uzun zaman bu döngüyü yaşayınca şairin bakış açısı kendiliğinden beliriyor. Ben de bu tecrübeyi kâğıda dökerek paylaşma gereği duydum. “Çözümlemenin Estetiği” bu ihtiyaca binaen doğdu. Kitabın önsözünde de belirttiğim gibi bu kitap aslında bir arayışın sonucu ortaya çıktı. Şiirin yapısına ve doğasına dair sorgulamalarım bu eserin omurgasını oluşturuyor. Okuduğum onlarca kitapta parçalar halinde bulduğum cevapları kendi yorumumla bir araya getirmiş oldum. Gördüğüm o ki şiire dair yaklaşımlar Hint hikâyesindeki filin durumuna benziyor. Karanlık odadaki fili herkes tuttuğu yere göre tanımlıyor. Ben de bu ayrı tanımları bir araya getirerek daha sağlıklı bir sonuç elde etmeye çalıştım. Kısacası “Çözümlemenin Estetiği” doğuşundan itibaren modern şiirin gelişim ve dönüşüm aşamalarını isimler üzerinden ele almaya çalışan bir eser. Modern şiirin kaynağı Avrupa olduğu için konuya oradan başladım ve aşamalar halinde bizim şairlerimize kadar geldim. Böylece hikâyenin başı ve sonu bir araya gelmiş oldu. Bu sayede konunun daha açık şekilde kavranacağını sanıyorum. Yola çıkarken aradığım şeyi yine bu sayede bulmuş oldum. Biraz zahmetli oldu ama artık şiir okurlarının ve şairlerin elinin altında modern şiirin doğasına ve oluşumuna dair –küçük de olsa- bir kılavuz var. “Çözümlemenin Estetiği” işte bu toplamın bir yansımasıdır diyebilirim.
Eleştiri denince “bizde eleştiri yok.” cümlesinden uzun bir yargıya rastlamak çok zor. Sizin kitabınız bu önyargıyı kıracak yazılarla yüklü. Kitabınızda güncel eleştirinin eleştirisi mahiyetinde yazılar var. Siz bugünün eleştirisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Toptancı yaklaşımlar biz doğululara özgü bir durum. Şimdilerde işin kolaycılığına kaçmanın adı meseleleri görmezden gelmek oldu. “Bizde eleştiri yok” cümlesi, bu kolaycılıklardan sadece biri. Oysa eskiden böyle değildik. Bizde önceden de eleştiri vardı şimdi de var. Lakin şiirle birlikte eleştirinin de okuru ortadan kalkma noktasına geldi. Hatta eleştirinin okuru şiirden çok daha az. Bu durum eleştirinin hiç yokmuş gibi algılanmasına yol açıyor. Demek ki mesele eleştirinin yokluğu değil eleştiri okurunun yokluğu ile alakalı. Bu da dönüp dolaşıp dünyevileşmenin getirdiği sorunlara bağlanıyor. Zamane insanı zorluğu sevmiyor, zahmeti sevmiyor. Bu sebeple de zihni yoracak her türlü okumadan kaçınıyor. Herkesin acelesi var ve işleri çok önemli! Gülten Akın’ın mısraındaki gibi: ah, kimselerin vakti yok /durup ince şeyleri anlamaya. Oysa incelik emek ister, zahmet ister. Hele ki şiir söz konusu olduğunda çok yönlü okumalar yapmadan şiirin künhüne varmak olası değil. Çünkü modern şiirin alametifarikası yoğun düşünce içeriyor olmasıdır. Gönderme, anıştırma, metinlerarasılık, alıntı, pastiş, hiperteks, deformasyon, parodi, çağrışım, ironi, kolaj, montaj gibi onlarca teknik kullanılan modern şiirin derinine inmek için asgari düzeyde eleştiri okumak gerekiyor. Yukarıda “döngü” olarak bahsettiğim şey bu aslında. Şiirle birlikte eleştiri okumak şairin zorunluluğudur. Bu sebeple de eleştiri işi oldukça zahmetli bir alan haline geliyor. Zahmetin özünde şiire dair hemen her şeye vâkıf olmak gereği yatıyor. Bir estetik duyarlılık geliştirmeden, hele ki konuya hâkim olmadan eleştiri yazamazsınız. Bu anlamda “Çözümlemenin Estetiği” şiir okuyucuları için hem dünün hem de bugünün eleştirisine dair kaynak metinler içeriyor. Bunun yanı sıra dünün ve bugünün eleştirmenlerinden örnekler sunarak; eleştirinin iki asrı bulan yolculuğunu isimler ve teknikler üzerinden ele alarak meseleyi somutlaştırmaya çalışıyor. Sanıyorum ve umuyorum ki kitabı dikkatli şekilde okuyan herkes meselenin künhüne varacaktır.
Cemal Süreya “Çağdaş şiir geldi kelimeye dayandı.” demişti. Siz ise “boşluktan” bahsediyorsunuz. Bu boşluktan biraz bahseder misiniz?
Aslında “boşluk” bahsi yeni değil. Mallarme ilk kez gündeme getirdiğinde “boşluk” şiire hayatiyet kazandıran bir unsur olarak ele alınmıştı. Yani sayfadaki kelimelerin hayatiyet kazanması boşlukla mümkündü. Bunun bizdeki yansımaları elli yıl sonrasına aittir. “Mısra işlevini yitirdi”, “Çağdaş şiir geldi kelimeye dayandı”, “Folklor şiire düşman”, “Efendimiz acemilik” tarzı beylik cümleler yüzyılın başında Avrupa’daki tartışmaların bizdeki yansımalarıdır. Sezai Karakoç bu tür genellemeleri eleştirmiştir. “Çözümlemenin Estetiği” içindeki “şiir geldi boşluğa dayandı” ibaresi bahsettiğim dönemin bir parodisi olarak görülebilir. Lakin bunda gerçeklik payı da yok değil. Nitekim zamanın sonunu vurgulayan kehanet teorileri günümüz postmodern akımlarının sloganı haline geldi. Postmodern sanat adı altında sanatın sonunu ilan etmek de bunun bir parçası. 80’lerde daha çok Anglosakson ülkelerde revaçta olan “boşluk” teması yine elli yıl sonra bize geldi ve sanki yeniymiş gibi dergi/kitap sayfalarında yer aldı. Yüz yıl önceki tecrübeden farklı olarak bu defa sayfada hiçbir şey yer almıyordu. Bir kare veya dikdörtgen içerisine alınmış boşluk. Bedri Baykam’ın 1 Milyon dolara Murat Ülker’e sattığı boş çerçeve gibi. Aslında bu tutum özünde “sanatın sonu geldi” demeye çalışıyor. Artık yazmanın, konuşmanın gereksiz olduğu ima ediliyor. Yeni bir lisan yeni bir dil bulunması gerektiği vurgulanıyor. Oysa bunu da Orhan Veli dile getirmişti. Bir de şiiri plastik sanatların aparatı haline getirmeye çalışan yaklaşımlar var. “Çözümlemenin Estetiği” işte bu tür sanatsal ayak oyunlarının hiç de yeni olmadığını, “sanatın sonu” çağrısının geçmişten bugüne uzanan hikâyesini anlatarak günümüz sözde postmodern şair ve sanatçılarının maskesini indiriyor.
Edebiyatın dijitalleşmesi hangi tehlikeleri ve potansiyelleri barındırıyor?
Dijitalleşmenin en büyük tehlikesi gerçeklik duygusunun aşınmasıdır. Yapay zekâ veya otonom oyunlar bu gerçekliğin derinden kırıldığı yerler haline geldi. Uzun süre buna maruz kalan gençlerin ne hale geldiklerini basındaki haberlerden görüyoruz. Bu durum edebiyat için de geçerli. Ulaşılabilirlik ve okunabilirlik bakımından büyük kolaylıklar sağlasa da kitapların dijitalleşmesi kâğıt, kalem, sayfa, kitap gibi gerçekliklerden bizi koparıyor. Kaçınılmaz görünen bu süreci edebiyatın hayrına geliştirmek için güzel çalışmalar yok değil. E-Pub uygulamaları, kitap okuma siteleri, sesli kitap programları edebiyatı kitlesel bir tüketim nesnesi haline getirebilir. Fakat buradaki “edebiyat” popüler olandan ne kadar uzak kalırsa o kadar fayda sağlayacaktır. Çünkü klasikleri tanımadan geçen hayatlar görüyoruz. Bu, kültür adına tam bir yıkımdır. Elbette herkes okumak zorunda değil lakin okuyanların hiç değilse klasiklerden başlayarak kendi okuma evrenini inşa etmelerine yardımcı olmak gerekiyor. Bu da söz konusu programları yapan mühendisler kadar bu programların içini dolduracak tecrübeli kalemlere kulak vermekten geçiyor. Kültür siteleri için de benzer bir durum söz konusu. İçerik üretiminde güvenilir, kaliteli ve sürdürülebilir bir anlayış geliştirmemiz lazım. İzleyici ve takipçi şehvetine kapılmadan, kaliteden ve sanatın inceliğinden taviz vermeden has okuyucuya ulaşan kanallar inşa etmemiz lazım. Dijitalleşmenin potansiyelini kullanmak ve tehlikelerinden korunmak bu adımları atmamıza bağlıdır diye düşünüyorum.
“Çözümlemenin Estetiği”nden sonra gündeminizde neler var? Neler yazıyorsunuz? Ufukta yeni kitap var mı?
Şu sıralar yeni şiir kitabım üzerine yoğunlaştım. Sanıyorum 2025’in ilk aylarında yayımlanacak. Bunun yanı sıra “Çözümlemenin Estetiği”ni tamamlayıcı mahiyette yeni bir eleştiri kitabım şekilleniyor. Bir de sanat ve kültür adamlarının çoğunlukta olduğu portre kitabım bitmek üzere. Mevlam görelim neyler, neylerse güzel eyler…
1972 İstanbul doğumlu. İlk şiiri 1991 ekim ayında Türk Edebiyatı dergisi okur mektupları sayfasında yayınlandı. Pek çok dergide dergi ve gazetede yazı, şiir ve röportajlarıyla yer aldı. Sebepsiz Serçe, Taş Suya Değince, Heves ve Tövbe Gölgeliği isminde dört şiir kitabına, Kırk Gri Hırka ve Dünyanın Çekmeceleri isminde iki hikaye kitabına imza attı. Ayrıca Pierre Karton namı-ı müstearıyla Horkhaymır’dan Alzhaymır’a Türk Aydını isimli bir de mizah kitabı mevcut.