Menu
SÜLEYMAN ÇELİK İLE SÖYLEŞİ
Söyleşi • SÜLEYMAN ÇELİK İLE SÖYLEŞİ

SÜLEYMAN ÇELİK İLE SÖYLEŞİ

Şiirinizde “yalınlık” öne çıkıyor. Biraz bu yalınlığın kaynaklarını anlatır mısınız? Bu yalınlığa nasıl ulaştınız?

Bu belki daha çok hayatı, olayları, problemleri anlamaya çalışmamdaki yaklaşımımla ilgili olabilir. Bir şiirimde de yer aldığı gibi ‘’karmaşık işlerden’’ anlamam. Aslında, önümüze konan ya da bizim kendi önümüze koyduğumuz pek çok problem sade ve basittir. Biz onu karmaşıklaştırır ve içinden çıkılmaz hale sokarız. Böylece, uğraştığımız şey büyümüş olur ve biz de büyük işlerle uğraşmış gibi oluruz. Bu durum dini anlamada da böyle. Onca okumalardan, anlama gayretlerinden sonra, 60 yaşına ulaştığımızda ilmihal bilgisi bana yeter, noktasına geliyor insan.

Yine şiire dönersek; bu zannediyorum, hayata bakışımın şiirde karşılığı olsa gerek. Şiiri her ne kadar öncelikle, ilk okuyucusu olarak kendimiz için yazıyor olsak da, bizden sonraki okuyucularda da bir duygu karşılığının olması gerekir diye düşünüyorum. Bunu okuyucunun şiiri anlaması olarak söylemiyorum, ki şair bile anlatamaz kendi şiirini çoğu zaman. Değişik bir örnek vereyim. Bu bir bebeği ya da çocuğu nasıl sevdiğinizle alakalı gibi bir şey. Kimi insan sevmek isterken hırpalar çocuğu, kimi insan da önce bir ruh ilişkisi kurar, ondan sonra dokunur usulca ve ürkütmeden, hırpalamadan sever. Kelimelere yaklaşımımız da biraz böyle. Kelimelerle kavga etmemek gerekiyor. Şiir genel haliyle, bir ön duygu olarak gelir önce. Sonra o şiirde yer alacak kelimeler, o şiire uygun düşecek kelimeler gelmeye, seçilmeye başlanır. Şaban Abak’tan okumuştum; Cahit beyin kendisini ziyaret eden gençlere ‘’Bizim şiirimiz anlaşılmaz ve kapalı olmuş, insanların tutunacak yüzeysel yerleri yok edilmiştir. Siz bizim gibi yapmayınız.’’ Dediğini aktarıyordu. Böyle şeyler işte… 

Yeni şiir kitabınızın adı “Eve Dönüş”. “Ev” neresi, dönüş nereye?

‘’Bizim de seferimiz bir gün, bitecek elbet’’ diyoruz şiirde. Sonra; ‘’Çok oyalandık gibi oluyor, haydi gidelim gibi sanki / Çektiğimiz kahırlar, attığımız kahkahalar / Tüm yaşanmışlıklar, bir yorgunluğu biriktiriyor / Ev çok uzaklarda mı, değil, nefesin yettiği yere kadar.’’ Diyoruz.

Yani özü; ‘’İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi raciun’’. Yani asıl yurda dönüş.

Torununuz Süleyman Hamdi ile dertleşiyor, dedeniz Molla Yusuf’u anıyorsunuz. Hayatınızla şiiriniz arasındaki mesafe veya yakınlığı nasıl kuruyorsunuz?

Şiirin bende özel bir yeri var elbette. Ama şiir her şey de değil. Saati gelince oturup hesaplaşacağız karşılıklı. Hesabı sorulacak yani. Onun için şiir adına büyük sözler söylemekten korkarım. Sadece şair olarak da bilinmiyorum çevremde. Hatta pek çok dostum ve arkadaşım şiir yazdığımı bile bilmiyor.

Molla Yusuf’un hayatımda çok önemli bir yeri var. Çocukluğumdan, üniversite yıllarıma kadar hayatımı çok belirleyici, yönlendirici bir insan. Ama bu belirleyicilikte ve yönlendiricilikte bir zorlama, bir germe yok. Her şey hayatın doğal akışı içinde, hiç sesi yükseltmeden, yavaş yavaş toprağa düşen yağmur damlalarının emilmesi gibi bir şey. 

Süleyman Hamdi ise ilk torunum. Bu zincirin üçüncü halkası. Belki ben de bir Molla Yusuf gibi olabilir miyim diye düşünüyorum. Zor tabi ki. Şiirde, her ikisi de şiiri söylememe, anlatıcılığıma vesile oluyorlar. Zaman zaman çok şahsî oluyor mu diye ben de düşünmüyor değilim. Tabi böyle bakılırsa, Edip Cansever’in Mendilimde Kan Sesleri de, Attila İlhan’ın pek çok şiiri de şahsî olur. Okuyucu isimlere değil de, şiirin kendisine odaklanırsa bir problem kalmaz diye düşünüyorum.

Şiirlerinizin arka planında ortak bir hikâye akıyor. O ortak hikâye için ne demek istersiniz?

Belki biraz iddialı bir cümle olacak ama yaşamadığım, hissetmediğim şiiri yazmıyorum. Hâl çok önemli. Şiirin ya da şiirin konusunun bende bir yeri olması lazım. Bu bendeki yer, başkaları için de söz konudur. Sorunuzdan kasıt bu ise, evet ortak mekanlar, ortak beslenilen kaynaklar, beraber yaşanılan zamanlar var. Ve buradan doğan bir şiir. Örneğin Masaca böyle bir şiir. Şiirin hikâyesini bilenler için, belki hem duygusal hem de hatıraları hatırlatan bir tarafı var. Ama şiir, hikâyesi bilinmeden de okuyucu da bir karşılık buluyorsa, bu da yeterli diye düşünüyorum.

Şiirinizde derin bir ehli beyt sevgisi ve tasavvufi bir damar var. Bu damar nasıl yer aldı sizin şiirinizde?

Hamdolsun, biz ehlibeyt sevgisiyle büyüdük. Çocukluğumuzda, Molla Yusuf’un günlük dersleri içinde; makamıyla Muhammediye okumaları, Osmanlıca kitaplardan Ömer Seyfettin hikayeleri okumaları ve Hazreti Ali’nin cenkleri yer alırdı. Hasan ve Hüseyin efendilerimizin bahsi geçtiğinde, gözlerinden yavaşça yaşlar süzülüverirdi Molla Yusuf’un. 

Tasavvufla ve tasavvuf metinleriyle tanışmam tabir uygunsa eğer, çok zikzaklı oldu. Lise yıllarımdan, yani yaklaşık 15 yaşımdan 25 yaşıma kadar bir on yıllık süre içinde tasavvufa zaman zaman olumlu, zaman zaman olumsuz yaklaşımlarım oldu. 25 yaşımda olmalıyım, Mesnevi ve Divanı Kebir’le tanıştım. Hazreti Mevlâna, bendeki bu akıl karışıklığını dindirdi. Bir büyüğümüz şöyle söylemişti: ‘’Aklın, salim akıl olabilmesi için gönül süzgecinden geçmesi gerekir’’. Sonraki yıllarda tanıma bahtiyarlığına erdiğim o büyüğümle de gerçek tasavvufun İslâm’ın kendisi olduğunu anladım.

Şiirimiz hayatımızdan ayrı değil. Öyle olunca da, şiirde özellikle dini, tasavvufi kelimeler ve kavramları kullanmıyorum. Bende bir karşılığı olması gerekiyor. Olduğu zaman da bundan imtina etmiyorum. Örneğin, Eve Dönüş’te yer alan şiirlerden Kör Şeytan, Melekler, Kalû Belâ, Kün Fe Yekün, Tennur, Yay Misali isimli şiirler buna örnek gösterilebilir.

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması, Gazze’nin şehit ve şahit çocukları gibi güncel diyebileceğimiz temalar var şiirinizde. Güncellik kimi şairlerin çekindiği bir alan. Siz bir risk görüyor musunuz?

Şiirimizin de bir hesabının olacağına inanan insanlardanım. Haydi bir Ukrayna şiiri ya da Gazze şiiri yazayım demedim hiçbir zaman. Ukrayna ve Rusya savaşı vesilesiyle yazılan şiir; bir yanda vatanı için ölen insanları anlatırken, diğer yanda bu savaşı televizyon ekranlarından izleyerek kanlı borsanın ne olacağını merak eden insanlar arasındaki çelişkiyi şiirleştiriyordu. Özellikle bunu hissettim ve yazdım. Belki biraz da arka planda mesleğimin de beslediği bir şiirdi bu.

Gazze’ye gelince. Daha önceki yıllarda yazılmış Filistin şiirlerim, Filistinli çocuklara adanmış şiirlerim var elbette. Ama uzun süre Gazze için şiir yazmadım. Yazamadım değil, yazmadım. Çünkü bu zulümü anlatacak kelimeler yoktu bende. Bunun için Aralık 2023’te şiir olmayan Özür Mektubunu yazdım. Varsa Gazze’de şirini ise ancak bir yıl sonra Aralık 2024’te yazabildim.

Nesirleriniz kitaplaşalı epey bir zaman oldu. Bu dönemde başka nesirlere de imza attınız? Yeni bir basım hatta yeni bir kitap ihtimali var mı ufukta?

Evet, Ada’dan Notlar pek çok kitabımız gibi okuyucuya ulaşamadı ne yazık ki. Yeni ilavelerle, tekrar basabilir miyiz diye düşündük. Bir hazırlık da yaptık. Sevgili kardeşim Resul Tamgüç, Allah razı olsun, eski yeni metinleri tekrar tekrar okudu. Tashihler yaptı, yazıların yayınlandığı dönemlerle ilgili uyarılarda ve önerilerde bulundu. Bu sene Eve Dönüş’e odaklandığımız için, Ada’dan Notlar’ın yeni basımı şimdilik bekliyor. Hayırlısı olur inşallah.

SUAVİ

1972 İstanbul doğumlu. İlk şiiri 1991 ekim ayında Türk Edebiyatı dergisi okur mektupları sayfasında yayınlandı. Pek çok dergide dergi ve gazetede yazı, şiir ve röportajlarıyla yer aldı. Sebepsiz Serçe, Taş Suya Değince, Heves ve Tövbe Gölgeliği isminde dört şiir kitabına, Kırk Gri Hırka ve Dünyanın Çekmeceleri isminde iki hikaye kitabına imza attı. Ayrıca Pierre Karton namı-ı müstearıyla Horkhaymır’dan Alzhaymır’a Türk Aydını isimli bir de mizah kitabı mevcut.

Daha fazla görüntüle