Menu
GÜRAY SÜNGÜ İLE SÖYLEŞİ
Söyleşi • GÜRAY SÜNGÜ İLE SÖYLEŞİ

GÜRAY SÜNGÜ İLE SÖYLEŞİ

Bir metni diğer türlerden ayırıp “roman” kılan nedir?

 Bilmem ki, yani elbette biliyorum da, nasıl diyeyim şimdi. Çok teknik bir şeyler istemiyorsundur muhtemelen. Sorunun kastını anlayıp da cevap vermem gerekiyor demek ki. Bütün türlere ait unsurları ve biçimleri barındırabilecek bir esnekliğe sahip olması diyeyim ilkin. Haricen masal, destan gibi anlatımların yanına modern bir tür olarak romanı iliştirir ve bunun farkı nedir dersek, karakter inşası, olay örgüsünün işlenişi, kurgu gibi şeyler söyleyebiliriz. Gerçeğin, gerçekliğin temel bir yapı olarak kurulması ve hikayenin o gerçeklik üzerine anlatılması da diyebiliriz. Zira romandan öncesi hikayeye odaklanır, anlatılan şeydir esas, roman biçimi de asli unsur sayar. Bunları mı kastediyorsun. Galiba.

“Masal” bambaşka bir tarihi, biçemi ve içeriği olan bir tür. Bir roman olan “Büyük Irmaklardan Bile”de masalın anlamı ve rolü nedir?

 Masalın bendeki anlamı ve rolü nedir dersem muhtemelen, yok bende anlamı ve rolü derim. Düşünüyorum da, hiç masal dinlemedim büyüklerimden, pek masal okuduğumu da hatırlamıyorum. Galiba bir masal kitabı okudum çocukluğumda. O da pek kitap gibi değildi, bir gazete hediyesi filan olabilir. Bu romanda masalın rolü nedir dersem ise, bende pek bir karşılığı yok ki, romanda nasıl olsun diyebilirim. Ama romanda masal gibi perde bölümler var. bunları ben masala değil, kıssaya yani aslında hikayeye yaklaştırırım. Haricen geçmiş anlatı akışında mişli geçmiş zaman kipi, masalı çağrıştırıyor ama o sadece bir dolaylı anlatı tercihi. Anlatımı masala yaklaştırmak için değil. Ama masala yaklaşıyor mu sonuçta, evet olabilir. Zaten bir şeyi roman kılan nedir demiştin ya az önce, bütün türlere ait unsurları ve biçimleri barındırabilecek bir esnekliğe sahip olması demiştik, o hesap.

 “İnsanın Acayip Kısa Tarihi”, “İbrahim’in Kaybettiğini Bulmasıdır” ve “Büyük Irmaklardan Bile” her ne kadar birbirlerinden bağımsız romanlar olsa da bir araya gelince bir üçleme şeklinde de okunabilir. Bir röportajındaki cümlelerden çalarak söylüyorum. “Kendilik bilinci üçlemesi” denebilir bu üç romana. İnsan kendisini ne kadar doğru tanıyabilir? Bir tür olarak “roman” bu keşif macerasında nasıl rol oynayan bir icattır?

Modern zamanlar insanın kendisini tanıması hadisesini tamamen kendine, şahsiyetine indirgiyor. Kadim olan kendini tanımak, kendini bilmek, çok bireysel bir şey değil, fıtrata içkin bir şey. Kendilik bilinci, bir yaratılmış olarak insanın kendiliği ile alakalı. Hal böyleyken insan kendini ne kadar doğru tanıyabilir dersek, bu soruyu ve sorunu, soruyu soranın şahsiyetine, karakterine iç dünyasına deyim yerindeyse psikolojisine indirgemiş olabilir. Bu da değerlidir elbet ama mesele bu değildir. Ben başka bir romanımda insanın en temel bilgisi kendisi hakkındadır ve insanın en temel yanılgısı kendisi hakkındadır çatışmasını bu bu yüzden kurmuştum. Bu romanlarda ise başka bir şeyin peşindeyim. İnsan kendini bilir; insan kendini, zevklerini neyle mutlu olduğunu neyle mutsuz olduğunu filan bildiği için değil, nereden geldiğini, nerede olduğunu, nereye gideceğini akledebilme yetisine sahip olduğu için bilir demek istiyorum. Roman keşif macerasında nasıl bir rol oynar; kişinin nasibi neyse o oranda rol oynar. Bir şiir okursunuz, uyanışınız böyle başlar. Zarifoğlu; ve çocuğun uyanışı böyle başladı. Bir roman okursunuz ve portrenizi orada görür tanırsınız; James Joyce; Sanatçının bir Genç Adam Olarak Portresi. Hermann Hesse; Bozkırkurdu. Araçlar sonsuzdur. Benim alanım roman, o halde roman ile aşmak niyetindeyim bazı meseleleri, anlatmak arzusundayım asli meselelerimi.

 “Önceleri her şey kendi rengindeydi.” cümlesiyle başlıyor roman. Bir yitik cennet, geride kalmış altın çağ yahut ütopya gibi.  Sonra bu ütopyanın dönüştüğü bir çeşit distopyayı okuyoruz. Hemen aynı sayfada “Bir gün kan döküldü” cümlesiyle başlıyor distopya. O kısa ütopya için ne demek istersin?

Müdahale edilmediği zaman su yatağında akar. Basit bir şey o. Ama insan zaten yaratılışından itibaren alırsak hikayeyi, bozguncu mu olacak, akledenlerden mi olacak, büyük hikaye de budur zaten. Benim anlattığım da bu türden bir hikaye.

 “Büyük Irmaklardan Bile”, şahıs kadrosu zengin bir roman. Bir romanın nüfusunu ne belirliyor?

Hikaye belirliyor, hikayenin teması belirliyor, bu temayı ne kadar derinleştirmek istediğiniz, ne kadar sahici kılmak istediğiniz, ne kadar karikatürleştirmek istediğiniz, ne kadar ne olmasını istiyorsanız ona sürüklemek istediğiniz belirliyor. Her detay bir şeyi yapıyor başka bir şeyi bozuyor, siz yazan kişi olarak bunu bazen sezgisel olarak biliyorsunuz, bazen hesaplıyorsunuz, işin keyifli kısmı da sezgi ve bilinç arasındaki gerilimi yaşamak, denemek, kırmak, bozmak, sonunda da yapmak.

 Pandemi süreci “Büyük Irmaklardan Bile”yi nasıl etkiledi?

Zamanı bir şeylerden çalarak yazmaya çalışıyorum. Asli olanı, gaspetmiş olanlardan alıp sahibine vermeye çalışıyorum da diyebiliriz. Pek çok yazar için aynıdır herhalde mesele. Bu açıdan bana yardımı oldu karantina süreçlerinin. Dışarısı yasaktı ama içerisi için fırsat kollayan bir insandım zaten ezelden beridir.

 Dergilerde hikayeler çoğalıyor. Hikayede deneme/hikaye arasında bir sınır tanımıyor gibisin. Gerçekten öyle mi?

Katılamıyorum buna. Deneme bir edebi tür olarak kastediyorsan benim yazmaktan hoşlandığım bir tür değil. Öykülerime de sızmasına müsaade etmem ki sızarsa zaten öykü öykü olmaktan çıkar. Yok denemek yanılmak, tekrar denemek filan gibi bir şey ise sorduğun, eh biraz. Bir şeyi söylenmemiş biçimde söylemek denemeden sayılabilir.

 “Tezgâhta neler var?” sorusu için erken mi, yoksa geç mi kaldık?

Tezgahım yok. Yıllarca tezgartarlık, satıcılık yaptım. Bu ifadeleri sevemiyorum. Mutfakta neler var dersen, mutfak da benlik değil, onu da sevmiyorum. Masada ne var dersen, masa seviyorum. Masamda yazılacak bir iki roman bir ikiden epeyce fazla öykü var. Zamanı bir şeylerden ne kadar çalabilirsem o kadar çabuk yazılacaklar. Bakalım, nasip.

SUAVİ

1972 İstanbul doğumlu. İlk şiiri 1991 ekim ayında Türk Edebiyatı dergisi okur mektupları sayfasında yayınlandı. Pek çok dergide dergi ve gazetede yazı, şiir ve röportajlarıyla yer aldı. Sebepsiz Serçe, Taş Suya Değince, Heves ve Tövbe Gölgeliği isminde dört şiir kitabına, Kırk Gri Hırka ve Dünyanın Çekmeceleri isminde iki hikaye kitabına imza attı. Ayrıca Pierre Karton namı-ı müstearıyla Horkhaymır’dan Alzhaymır’a Türk Aydını isimli bir de mizah kitabı mevcut.

Daha fazla görüntüle
Diğer Yazıları