Menu
RESUL TAMGÜÇ İLE SÖYLEŞİ
Söyleşi • RESUL TAMGÜÇ İLE SÖYLEŞİ

RESUL TAMGÜÇ İLE SÖYLEŞİ

Şiir maceranız halen yayın yönetmenliğini yaptığınız ve 23 yıldır yayınlanan Birnokta ile neredeyse özdeş. Biraz da o maceradan bahseder misiniz?

Bu çok soruldu, çok cevap verdiğim bir soru. Dergi, mecmua yani derleyen, icmal edendir, malumunuz. Sadece eserleri değil insanları da bir araya getirir. Gittikçe bu durum azalsa da dergiler eserden daha çok insanları bir araya getirir. Dergi bizde sebep değil sonuçtur. Ortak bir ülkünün, bir hayalin, üzerinde mutabık kalınan bir üslubun bir araya getirdikleri, birbirine arkadaş/abi-kardeş kıldıkları insanlarız. Mürsel Sönmez Bey dergiyi kurmadan önce 90’lı yılların sonlarında tanıştık. Şiirlerimin okuru, terbiye edicisi oldu. Terbiye edici mi dedim!? Eleştirmen demeye dilim varmadı. Tenkid üzere değil tebliğ üzere olma gayretimiz buna mani. Usta ve acemi, hoca-talebe arasındaki çalışmaya müzikte “meşk” diyorlar. Aslında “meşk” de diyebilirdim. Şiiri meşk etmek, güzel değil mi. Ama terbiye daha iyi sanki. Atı terbiye etmek gibi şiiri terbiye etmek. Her jokeyin ustalığı, başarısı atını iyi terbiye etmesinden değil midir?

Biz şiirlerimizi o zaman başka bir dergiye gönderiyorduk, yazı üreten başka abilerimiz, arkadaşlarımız da vardı. Zaten hep birlikteydik. Daha önce bu abiler Kardelen ve Düşçınarı dergilerini çıkarmıştı. Ben o zamanlar tabi lise öğrencisiydim. Heyecanlı bir dönemde Mürsel Sönmez yönetiminde BirNokta dergisi kuruldu. Son birkaç yıldır da derginin hükmî şahsiyetine vefa nişanesi olarak yüke omuz vermeye çalışıyorum.

“Olmadık Zamanlarda” dördüncü şiir kitabınız. İlk kitabınız “Güliçi Nöbetleri”nden beri 15 sene geçti. Bu 15 senede neler değişti, neler aynı kaldı?

Ne değişti, ne kaldı açıkçası bende çok bilmiyorum. Yazıp ettiklerime baktığımda eski fotoğraflarıma bakar gibi oluyorum. Orada o zamanki ben var ama bugün ki ben yok. Orada yokum yada varım diyemem.

İlk kitabımın adı taşıyan şiirim Mürsel Sönmez’e ithaf edilmişti. Beyefendi, “Marifet güle yazmak değil, gül içinde güle yazmak” demişti. Bugün anlar gibi oluyorum, umarım orada yazabilirim.

Kitabın girişindeki epigrafta “hadi! durma bir cümle bir dize yaz” diyorsunuz. Niçin yazalım, ne yazalım, nasıl yazalım, kime yazalım?

O yazar duası, yazma duası. Bilinmezlikte olanın harfler kuşanarak varlık zeminine çıkarmaya davet. “Bilinmek istemek/Bilinmekliğinin icab etmesi” yazının da sebebi. Yazmak, harflerle, hayallerle dünyalar kurmaktır, ilahi yaratışı taklit etme çabasıdır. Tabi ki İlahi yaratış hayal kurmadan gerçeği kuruyor. Hem de öyle bir gerçek ki ölüm diye bir şeyle bu gerçekliğin hayal olduğunu, gerçeğin gerçek olmadığını aslında başka bir gerçek olduğunu… Sadece “ol” diyor. Parçaaklın uzun tasarımları var. Ama külliaklın yok. Külliakıl bizim ölçü birimlerimizle anlaşılır değil. Ben yaratılışın “zuhur” üzere olduğunu düşünüyorum. Yazmak da zuhur üzerine oluyor. Keşke başka türlüsünü becere bilsem. O epigrafı tekrar hatırlarsak. 

hadi! durma bir cümle bir dize yaz

olmadı bir kelime

olmadı bir hece

olmadı bir harf

olmadı işaretler koy

durma yaz

yaz ki belirginliğe koşsun

içine konulan “nefes”i tedbiren

                 tebdil-i kıyafet sal sayfalara

hadi! durma bir cümle bir dize yaz

aksın aksın durulaşsın ırmak

son dizeyi arama dizdize dizilsin dizeler

son cümleyi arama son cümleyi

bırak!

cümlesi gelsin


“Sudan Levha Okuması”, “Magirüs”, “Armağan” gibi şiirlerinde güçlü birer metinlerarasılık mevcut. Bu “metinlerarasılık” şiir için risk teşkil ediyor mu sizce? Risk ise nasıl göze aldınız? 

Edebiyat, Tanrı’nın sanatı üzerinde, hayat denilen metin üzerinde yaptığımız bir çalışma değil midir. Hayattan alıp dönüştürdüğümüz oluşturduğumuz bir metin değil midir edebiyat. Okurun oluşturduğumuz metni anlaması için asıl metne, hayata bakması gerekmiyor mu. Oluşturduğumuz metin “Tanrı’nın hayat metnini”ne öykünme, onu zannımızca açıklama anlamlandırma çabası değil midir. Verili hayatın dışında yeni bir hayat kurma çabası değil midir.

“Sudan Levha Okuması”, “Magirüs”, adlı şiirler Bünyamin K.’nın tablolarına bakarken düşenler. Dergide o şiirleri yayımlarken tablo görselleri de vardı. Kitap  aşamasında baktım ki görseller olmadan da bir karşılığı oluyor. Görselle şiiri bir arada vermek şiiri okuyanın/tablolara bakanın zihninde anlamı sınırlıyor. İstedim ki şiirler, tablolar okurun, bakanın zihin aynasında “okurunca, görenince” belirsin. 

İroni şiirinizde yer verdiğiniz bir teknik. “Lacivert Ceketli Adamın İntihardan Vazgeçmesi” mesela böyle ironik ve vurucu bir şiir. Kitaptan hemen sonra da “Metaverse’de İlk Cuma Namazı Deneyimleyecekler İçin Kılavuz” yayınlandı. İroni sizin için ne ifade ediyor?

Hayatta birçok şey yaşanırken ironik, saçma olmazken yazıldığında okunduğunda o şeyler ironik ve saçma bulunuyor. İroni yaptığımı düşünmüyorum, gerçekçiyim. 

“Metaverse’de İlk Cuma Namazı Deneyimleyecekler İçin Kılavuz”u yazdığımda bunun başka 
metinlerle sürmesi hatta müstakil bir kitap olması konusunda fikirleri oldu arkadaşların. Ben de bunu düşünmüştüm, yeni şiirlerle bir kitap olabilirdi. Durdum. Çünkü korktum, insanın gitmekte olduğu yer korkuttu. İnsan türü, temel insanî değerler tehdit altında. İnsanların gerçeklik, doğru-yanlış, helal-haram algıları ile oynanıyor. İnsanın yaşaması için temel gereksinimlerden olmaya başlıyor uyuşturucu. Bunu vurguladım, ironi sayıldı. Halbuki bugünleri yazıp yüz-iki yüz yıl öncesinde yaşayan birine yazıp okutsaydık, saçma, ironik bulacaktı.

İnternetten sonra “dergicilik bitti” söylemi giderek yaygınlaşıyor. Bitti mi?

İnternet uzun zamandır var, sosyal medyası ile de gittikçe hayatlarda yer tutuyor. İnternet, dergicilik için tehdit mi imkân mı? Dergi türüne göre değişir. Edebiyat dergiciliği özelinde konuşacak olursak. Edebiyat ortamının doğasında dergicilik var, dergicilik bitmeyecek görünüyor. “Bitti” algısını doğuran şey edebiyatın mevzi kaybı, itibar kaybıdır. Dergilerde üretilen ürünlerin kültürümüzde, halkta, hakikatte karşılıksızlığıdır. Edebiyat dergiciliğinin ihtişamlı zamanlarına baktığımızda, Büyük Doğu, Diriliş, Edebiyat, Mavera var, o dergilerin bulunduğu sosyal, kültürel, siyasi ortam bugün yok. Edebiyatı topyekün  hayat duruşu üslubu gören edebiyatçılar da yok. Bugün birçok edebiyat dergisinde nihilist zombi sayıklamalarından başka bir şey yok. Bunun da karşılığı yok. Kalpazanlık yapıyorlar, kalpedebiyat üretiyorlar. Kısacası dergiciliğin bitip bitmediğini değil edebiyatın nasıl olup kendini imha ettiği üzerine konuşmak gerek.

Şiirde daha derinlere inmeye devam edecek misin?

Evet. “Derine inmeyi planladığımı” bir zamanlar bu işin öznesi olarak söylemiştim, gençlik işte. Bugün şiirin özne, şairin nesne olduğunu tecrübe ediyorum. Ben bilmem şiir bilir. 

SUAVİ

1972 İstanbul doğumlu. İlk şiiri 1991 ekim ayında Türk Edebiyatı dergisi okur mektupları sayfasında yayınlandı. Pek çok dergide dergi ve gazetede yazı, şiir ve röportajlarıyla yer aldı. Sebepsiz Serçe, Taş Suya Değince, Heves ve Tövbe Gölgeliği isminde dört şiir kitabına, Kırk Gri Hırka ve Dünyanın Çekmeceleri isminde iki hikaye kitabına imza attı. Ayrıca Pierre Karton namı-ı müstearıyla Horkhaymır’dan Alzhaymır’a Türk Aydını isimli bir de mizah kitabı mevcut.

Daha fazla görüntüle
Diğer Yazıları