1961 doğumlusunuz. İlk kitabınız 2015’te yayınlandı. Bir roman yazsaydınız bu soruyu sormayabilirdim. İlk kitap öncesinde neler yaptınız?
Aslında yazmaya hikâye ile başladım. Sonra hikâye beni bırakmadı ve şiire yönlendirdi. Türküler, ah o türküler olmasaydı belki yazmazdım. Türkülerin hikâyeleri beni çok cezbediyor. Duygusal tarafımı türkülerin hikâyeleriyle eğitmeye çalıştım hala da çalışıyorum. İlk kitap öncesinde çokça okudum ve yazdım. Yazdıklarımın büyük kısmını imha ettim ve yeniden yazdım. Yazdıklarımı paylaştım ve eleştirileri dikkate aldım. Bu epeyce zaman aldı doğal olarak. Böylelikle kitap hacmine ulaşılınca kitaplaştı.
2015’ten beri dört kitabınız yayınlandı. Bu açıdan 2015 sonrasını da en az öncesi kadar merakımı celbediyor. Bu şiir yazma temposuna nasıl ulaştınız?
Yukarı da değindiğim gibi hiçbir şey birden bire olmadı elbet. Öncesinde içimdeki kıvılcımı söndüremeyince ateş oldu ve şiir olarak ortaya çıkmaya başladı. Söndürmek istedikçe başarısız oldum ve ilk kitap ortaya çıktı. Neyi nasıl ifade edeceğimi öğrenmeye çalıştıkça bu ateş harlandı. Ben şiir yazılmaya gerek duyulmayan bir dünyada yaşamayı istiyordum. Adem (a.s) a ağıt söyleten dünya beni de es geçmedi.
Size şiir yazdırtan dertler neler?
Dünyanın hali herkese malûm. Akif’i ağlatan dertler beni de sardı. Belki de ben rol çalmaya çalıştım birilerinden ve üstüme kaldı. Elbette bir tek ben değilim ama benim durumum bu. İlk olarak Akif’le karşılaştım, bana çay ısmarladı. O çayın hatırına ihanet edemezdim. Kahve sevmiyorum. Keşke sevebilseydim. Yolunda gitmeyince hiçbir şey, insanın gönlünce olmayınca olanlar, bunu söze dökmek gerekti ve Necip Fazıl’ın annesinin hastane koğuşundaki veremli kızın şiirlerinden etkilenip ‘ne çok isterdim senin şair olmanı’, sözüne karşılık onun ‘bu küçük ve adi bahane şair olmama yetti’ demesi gibi, o, insanı ağlatan şeyler zorunlu olarak elimize kalem aldırdı. Şair diyorlarsa şayet, vardır bir bildikleri. Ben sadece çabaladığımı biliyorum.
Şiirlerinizde felsefenin, fikrin, düşüncenin yeri nedir? Şiirde poetika ve fikir dengesi nasıl kurulur/siz nasıl kuruyorsunuz?
Sanatta farklı anlayışların olması kadar tabii bir şey olamaz. İletisiz, sırf eğlence ve süs olsun diye söylenmez şiir. Sanatın gayesi yine sanattır görüşü beni ilgilendirmiyor. Ama sanatın gelişmesine katkısı yoktur demiyorum. Memleket yanarken hiçbir şey olmuyormuş gibi ayna-tarakla meşgul olmak gibi bir duyarsızlığı kendime yakıştıramıyorum ve bunu ihanet sayarım. Aynı havuzda fakat farklı kulvarlardayız ve stillerimiz de farklı ötekilerle. Şiir amaç değil araçtır. Hal böyle olunca neyi, nasıl söyleyeceğini dengelemek de zor olmuyor. Ama aracın sıradan ve basit bir araç olmadığını da ifade etmek zorundayım. Her edebi eserin toplumsal ve fikri bir altyapısı vardır. Eserin meydana çıkışı hem toplumun hem de eser sahibinin psikolojisini ve fikri altyapısını yansıtır. Okura bunu doğrudan hissettirmemek esastır. Aynı nesneyi, olayı, durumu ya da düşünceyi eser sahibi kendince algılar, yorumlar ve eserini ortaya koyar. Sözgelimi dini duyarlılığı olanla dine bigâne kalanının yaklaşımları elbette farklı olur. Benim okurumun bunu fark ettiğini düşünüyorum. Ama dar bir bakış açısını kasdetmiyorum. Mesela ben Gregor Samsa’ya da şiir ithaf ettim Mehmet Akif’e de. Şiirime başlık olarak Aragon’un adını da verdim. Ama Aragon’u camiye de götürdüm.
Üçüncü kitabınıza ismini veren “Susma Dersleri” şiirinde “mecaz kullanmadan/anlatabileceğim bir dünya olsaydı/kuş deyince kış anlamasaydı insanlar/ayrılık deyince ölüm gelmeseydi akla/susma dersleri” diyorsun. Niçin anlaşamıyor insanlar? Şiir kuş deyince kuş anlamamızı sağlıyor mu?
Çoğunluk tek boyutlu; haz odaklı, bencil bir hayat sürüyor. Kimse kendi ben’i dışındakilere hayat hakkı tanımıyor, tanımak istemiyor. Bu durum farkında olunmayan bir köleliğe dönüşüyor ve insanlar mutluluk adı verilen bir elma şekeri yani dünya avuntusunun telaşı içinde debelenip duruyor ve bunu sürekli hale getirmeye çalışıyorlar. Aracın amaca dönüştüğü noktada kaybediyorlar. Aslında Kızıldeniz’de boğulmak üzere olan Firavunun imanı gibi bir imana talipler. Şiir, yayınlandığı andan itibaren bir direniş silahına dönüşür. Demek ki bu böyle değilmiş dedirtir. Bizi olumsuzlar karşısında gardımızı almaya sevk eder. Zamanla kimilerinin gardı düşer ama kimileri de kuş, kuş imiş der. Biraz zorlu bir yoldur bu. Çünkü doğrudan söylense kimse yüzüne bakmıyor, söylenmese olmuyor. Okuyucu ister istemez tembellik etmemem lazım yani şunun ne olduğunu anlamaya çalışayım demek durumunda kalıyor.
Dördüncü kitabına ismini veren Tecrit Notları’nı Mehmet Akif Ersoy’a ithaf ettiniz. O da siz de “şuur” merkezli bir şiir yazıyorsunuz sanki. Haksız mıyız?
Evet. Elhak doğrudur. Zira şiire yüklenen vazife bağlamında aynen onun gibi düşünüyorum. Söyleme biçimlerimiz farklı olabilir belki ama bunda da bir beis olmasa gerek. Şiir uyandırma, ikaz etme, bilinçlendirme işleviyle mücehhez olmak durumundadır. Aksi halde niçin yazılmalı, niçin okunmalı? Dişleri olmalı şiirin, ara sıra ısırmalı. Düşündürtmeli en azından, ‘aaa çook güzel’ dedirtip mayıştırmamalı. Şiir, anti-narkozdur.
Bu sene dördüncü şiir kitabını yayınladınız. Gündeminizde neler var?
Gündemde beşinci kitap var. Sürekli okuyor ve notlar alıyorum. Şiir dünyasını takip etmeye çalışıyorum. Ancak bu bazen üzüntü sebebi oluyor. Medyada görünmek hevesiyle yazanlarla kaynıyor ortalık. Oysa bu alan bireysel tatmin gerçekleştirme yeri değildir. Asıl zararı ise gerçek anlamda dile ve şiire hizmet eden ürünlerin arada kaybolup gitmesi gibi bir sonuca yol açmasıdır.
Peki, ne yapılmalı?
Şiir söyleyenler ve bunu yayımlayanlar daha dikkatli olmalılar. Olabildiğince anlamsız ve garip şeyler söyleniyor. Bu durum, anlamsızsa vardır bir hikmeti düşüncesiyle savsaklanıyor. Oysa asıl savsaklananlar bedii zevkimizdir. Türkçedir, Türk şiiridir. Suikastçılara yardım edenler önce kendileri uyanmalılar, çünkü kastettikleri kendileridir aynı zamanda. Kâğıt da kıymetlidir, zaman da.
Yeni projeniz var mı?
Aslında çok önceleri bir projem vardı; bütün bir felsefe tarihinin şiirini yazmak. Kafamın içinde dolanır durur yıllardır. Henüz başlayamadım. Üstesinden gelemeyeceğim endişesi geciktiriyor herhalde. Birileri bunu yazarsa çok sevineceğimi de memnuniyetle ekleyeyim.
1972 İstanbul doğumlu. İlk şiiri 1991 ekim ayında Türk Edebiyatı dergisi okur mektupları sayfasında yayınlandı. Pek çok dergide dergi ve gazetede yazı, şiir ve röportajlarıyla yer aldı. Sebepsiz Serçe, Taş Suya Değince, Heves ve Tövbe Gölgeliği isminde dört şiir kitabına, Kırk Gri Hırka ve Dünyanın Çekmeceleri isminde iki hikaye kitabına imza attı. Ayrıca Pierre Karton namı-ı müstearıyla Horkhaymır’dan Alzhaymır’a Türk Aydını isimli bir de mizah kitabı mevcut.