Menu
MUSTAFA AKAR İLE SÖYLEŞİ
Söyleşi • MUSTAFA AKAR İLE SÖYLEŞİ

MUSTAFA AKAR İLE SÖYLEŞİ

“Kötü Arkadaşlardan Öğrendiğim İyi Şarkılar” 5. şiir kitabın. İlk kitabın “Küçük Bir Gökada”dan beri şiirine dair nelerin değiştiğini, nelerin aynı kaldığını düşünüyorsun?

Bunu tabii benim cevaplamam çok zor. Çünkü daha ilk kitabımdan itibaren hem aynı sesi sürdürmeye 
çalışıp hem de her kitaptan sonra tek tek şiirler biriktirerek değil de kitap boyutunda yeni yazacağım şiirleri düşünen birisiyim. Öte yandan, şiir yazmaya başladığım günden bu güne, geride beş kitaplık bir toplam bırakmak insanda bir olmuşluk hissine yol açıyor. Kendimi bu histen uzaklaştırıp şiire sanki yeniden başlamışım gibi masaya oturmam gerek. Altıncı kitabımın uzun bir şiirden müteşekkil olmasını düşünüyorum. Değişen bir şey varsa sanırım biraz da bu kendine güvenle ilgilidir. Şiir yazmak, yazdığınız şiirlerin belirli bir toplama ulaşması, insanda müthiş bir güven  uyandırıyor. Tabii bu güvenin zararları da var.

Bir söyleşide “Şiir kitapları kendini yazdırır” diyorsun. Biraz açar mısın? Şiir işçiliğinden çok ilhamla 
geldiği gibi yazılan bir şeydir anlamına mı geliyor mesela? 

Ben hem işçiliği hem de ilhamı önemsiyorum, hatta ikisinden biri olmadan diğeri eksik kalır diyorum. 
İlham, her insanın hayatında karşılaştığı bir bilgi türü. Fakat şair bir şekilde zihnindeki açıklık sayesinde gelen ilhama hazır olan kişi. Saf ilham ise bilgi olmadan bir işe yaramıyor. Sonrası ise şiir bilgisi ve hatta görgüsünden ibaret. Kitapların kendisini yazdırması bana özgü bir durum da olabilir. Her kitabımın kendine has, kendine özgü bir sesi olmasına çok dikkat ediyorum. İlk kitabımdan bu güne kitaplarıma almadığım bazı şiirler birikti mesela. Onları yazacağım kitabın sesine uymadıkları için kitap dışı bırakmıştım. Şiirler biriksin, şair de onları belli bir toplama gelince yayınlasın işi biraz da çaput biriktirmeye benziyor. Şair yazdıklarını neden kitap yapıyor, o yazdıklarını yazmasa, biz de okumasak neler kaybederdik, bu sorulara geçerli cevapları var mı şairin. Varsa yayınlasın o kitabı, yoksa her ay yüzlerce şiir kitabı yayınlanıyor zaten. 

Son kitabını bölümlendirirken Türk Sanat Müziği terimlerinden yararlandın. “Tenezzül”de batı müziği 
terimleri var. Bir kitabının adı “Tüm Nefesliler”. Kimi şiirlerinin isminde türkü kelimesi geçiyor. Müzikle alışverişin bir başka deyişle müzikle derdin tam olarak ne? 

Ritim, hayatımın vazgeçilmezlerinden. Şiirle uğraşmasaydım sanırım iyi bir müzisyen olmak için çaba 
gösterirdim ama yarım kaldı, e ben de iyi bir müzik dinleyicisi olarak kaldım. Müziğe karşı duyduğum ilgi çok doğal bir şekilde şiirime de sirayet etti sanırım. Kendi içinde bir müziği olan, ritme dikkat eden şiirler yazdım. Hatta bir dönem, 2000 kuşağındaki şairleri diğerlerinden ayırt eden bir koma ses olduğunu düşünmüş, bununla ilgili yazılar da yazmıştım: Koma Şiir… Tüm Nefesliler’deki İstanbul’da Aksak Doğaçlama şiirim de bu iddiayı sürdürür. Her kitabın bir sesi var demiştim. Oradaki makam tercihleri falan tamamen bilinçli işler. Kötü Arkadaşlardan Öğrendiğim İyi Şarkılar, yirminci yüzyılla birlikte geride kalan şeylerle bir hesaplaşmayı da içeriyor. Kitabın sonundaki Yaşadım 20. Yüzyılı şiiri de o hesaplaşmanın derdi ile yazıldı. 

Denemeler ve hikâyeler yazıyorsun, bir de “roman” hayalin var. Yine de yazı hayatının merkezinde şiir 
duruyor. Şiirle diğer yazı mesain arasındaki süreç nasıl? Mesela şiirden vazgeçtiklerinle mi hikâye yazıyorsun? Deneme yazarken şiirin bundan nasıl etkileniyor?

Düzyazıyla mesaim çok eski. Kırklar dergisinde şiirlerim daha yeni yeni yayımlanırken bile denemeler, 
eleştiriler kaleme alıyordum zaten. Bir de asıl mesleğim gazetecilik ve editörlük. Hikâyelerim, ben de bir öykü yazayım iddiasından çıkmış değil. Cins dergisinin kurulduğu günlerde, arkadaşlarla konuşurken, bizim siyasi geçmişimizi, o dönem gençliğimizi yazan çıkmayacak mı şikâyetinden yola çıkarak benim üstlendiğim bir görevi yazıya dökme macerasıydı o. Ama baktım ki böyle küçük anlatılar yazabiliyorum, e bunu kitap boyutunda da düşüneyim dedim ve ortaya Gezegenin Tamahkâr Çocukları çıktı. Sonra başka öyküler de yazdım. Bir gün rahmetli Ahmet Kekeç ağabeyle konuşurken, öykülerimde bir roman dili olduğunu söylemesi üzerine roman da yazabilirim herhalde diye düşündüm ve bazı denemeler de yaptım. Fakat tüm bu anlatıya, öyküye dair denemeler şiirden vazgeçip kendime başka yazı alanları arama macerası değil. Hepsini şiirle ilgilendiğim için, yani şiirin bana kazandırdıkları sayesinde yazdım, yazıyorum zaten. Ne demiştik, ey şair, düzyazıda bile şair ol.

Şiirde bazen “düzyazının” sınırlarını ihlal eden akınlar da yapıyorsun sanki. Yoksa yapmıyor musun? 
Nesirle şiir arasındaki sınırları iki tarafta da “mesaisi” olan biri olarak nasıl çizersin?


Şiir bir şey söyler, nesir ise anlatmaya, açıklamaya dönüktür. Ben hâlâ şiirin söze yakın olduğunu 
düşünenlerdenim. Şiirde sese, ritme dikkat etmem de sanırım bunun göstergesi. Düzyazıya yakın duran şiirlerde yaptıklarım da, o şiirlerin içinde bulunduğu kitapların bütünlüğüyle alakalı. Misal, Tenezzül’de soyut şiirler yazmak istemiştim. Dönemine göre kendince farklı bir çıkıştı. Giderek, şiirler görsel malzemeyi öne çıkaran, kendi içinde çizdikleri küçük resimlerle bir büyük resme hizmet edeceklerdi. Dolayısıyla Tenezzül’ün bazı şiirlerinde metinler düzyazıya da yaklaştı. Benim için Tenezzül bu tarafıyla çok özel, çok başka bir kitaptır. Bir de şiiri yaşamdan ayırmamak endişesi var. Yazdıklarımın yaşadıklarımdan ayrı bir yere oturmaması gerek. Şiiri sanat olsun, şu tarzı da deneyeyim diye yazan biri değilim. Şairsek, içimizde bir şiir görgüsü oluşmuşsa yaptığımız her işte ondan bir iz, bir emare olmalı. Olmuyorsa, çekiver kuyruğunu gitsin.

“Kötü Arkadaşlardan Öğrendiğim İyi Şarkılar”ın ilk şiiri “şiir hakkında” ironik bir şiir. Niçin yazma 
ihtiyacı duydun şiiri? “Tüm Nefesliler” kitabının sonunda “İstanbul İçin Aksak Doğaçlama” ile “Şiir Kitabı” başlıklı bu kısa şiir arasında alttan alta bir akrabalık var galiba. Ne dersin?

Aslında bütün kitaplarımda böylesi metinler var. Bir anlamda yazdıklarım ve yazacaklarım hakkında 
birtakım mesajlar barındıran ve içinde bulundukları kitabın derdini anlatan metinler onlar. Türkçenin sevdiğim büyük kitaplarında da böylesi metinlere rastlamak hep sevindirmiştir beni. Bugünlerin en çok konuşulan mevzularından biri de dergilerin sonunun gelip gelmediği. Gerçi birçok yeni, güzel şiir ve edebiyat dergisi de çıkmaya devam ediyor. Edebiyat ile internet ilişkisi için sen ne dersin?

Ben aksine, dergilerin sonunun geldiğini hiç düşünmedim ve internetin, dijitalin yazıyı öldürmediğini 
çok daha fazla bir şekilde güçlendirdiğini düşünenlerdenim. Eskiden mektup bile yazmayanlar şimdi düzgün mail yazmak için imla öğrenmeye ihtiyaç duyuyorlar. Elbette görsel tarafıyla birlikte bile olsa tüm internet ortamı yazıya dayalı bir ortam. Sadece form değiştiriyor yazı. Buna alışmamız lazım. Yoksa e kitap da, sesli kitap da benim sevdiğim şeyler. İkame olarak düşünmüyorum elbette. E-kitabı, matbu kitabın yerine koymuyorum ama alternatif olarak kullanılabilir olduğunu düşünüyorum. Bir de biz tabii, yazdığımız şeyin ciddiyeti için onu basılı görmek isteyen insanlarız. Resmi belgelerde bile ıslak imza aranır biliyorsunuz.

SUAVİ

1972 İstanbul doğumlu. İlk şiiri 1991 ekim ayında Türk Edebiyatı dergisi okur mektupları sayfasında yayınlandı. Pek çok dergide dergi ve gazetede yazı, şiir ve röportajlarıyla yer aldı. Sebepsiz Serçe, Taş Suya Değince, Heves ve Tövbe Gölgeliği isminde dört şiir kitabına, Kırk Gri Hırka ve Dünyanın Çekmeceleri isminde iki hikaye kitabına imza attı. Ayrıca Pierre Karton namı-ı müstearıyla Horkhaymır’dan Alzhaymır’a Türk Aydını isimli bir de mizah kitabı mevcut.

Daha fazla görüntüle