İlk kitabın yayınlanalı on sene oldu. Bu seneler içinde yazmakla ilgili kanaatlerinde neler değişti? Neler aynı kaldı?
On sene önce buna benzer bir soru sorsaydınız muhtemelen daha içi dolu cümleler kurup daha net cevaplar verebilirdim. Örneğin toplumda gördüğüm yanlışları edebiyatın gündemine taşımak için yazdığımı falan söyleyebilirdim. Çünkü o zamanlar bir “ideal” sahibiydim. Öyle düşünüyordum. Geçen zaman içerisinde sadece kendim için yazdığımı fark ettim. Öfkemin teskin olması, üzüntümün kabuk bağlaması, sevincimin katmerlenmesi için yazdığımı fark ettim. Peki, yazmak bu dediklerimi gerçekleştirdi mi? Hayır. O zaman neden yazmaya devam ediyorum? Elimden başka bir şey gelmediği için. Peki, elimden başka bir şey gelse yazmayı bırakır mıydım? Muhtemelen bırakmazdım ve öfkelerimi, sevincimi, üzüntümü yine yazarak ifade etmeye çalışırdım. Başta da söylediğim gibi bu konuda net bir fikrim yok. Belki de bu belirsizlik beni yazmaya teşvik ediyordur. Bilemiyorum. Ayrıca bu on sene içerisinde çıkar ilişkilerinin, kayırmacılığın, mahalleciliğin her yerde olduğu gibi edebiyat camiasını da ele geçirdiğini; öv beni, öveyim seni, türü yazılan yazılarla; şuna da bir ödül verelim, gönlü kalmasın, türü verilen ödüllerle; öyküsü adının altında ezilenlerle vs. -istisnalar hariç- bu camianın içler acısı halini gördüm. Demem o ki bu on sene içerisinde edebiyata dair kafamda çok şey değişti. Ama çoğunluğu olumsuz yönde.
İlk kitabın “Gergin Bir Yay” idi. Sonrasında delilik, ölüm gibi kelimeler yer aldı kitap isimlerinde. Şimdi de “Yeryüzünün Lanetlileri”. Bir denk düşme durumu mu bu? Yoksa bilinçli bir seçim mi?
Bilinçli bir tercih değil. Hatta siz söyleyince fark ettim bu sıralamayı. Belki olumlu, güzel şeylerin de öyküsü yazılabilir. Ancak ben öykünün asıl kaynağının insanın içini acıtan şeyler olduğunu düşünüyorum. Öykücü toplum içinde yaşayan bir birey olduğu için öykülerinin konusunu da etrafında meydana gelen olaylar oluşturur. Yaşadığımız coğrafyada olumsuz hadiselerin, hukuksuzlukların, cinayetlerin, doğa katliamının, nepotizmin, particiliğin çığ gibi büyüdüğüne şahit oluyoruz. İşte benim öykülerimin konusunu genellikle bu olumsuz hadiseler oluşturuyor. Kimi zaman büyük bir şirketin orman talanını, kimi zaman işsizlikten intihar eden bir garibanı, kimi zaman da asgari ücretle yaşamaya çalışan insanları anlatmaya çalışıyorum öykülerimde. Kitapların isimleri de ister istemez bu yönde oluyor.
Yazdıklarında mitoloji, menakıp veya kıssalar “güncel okumalara/yorumlara” açık bir tarzda yer alıyor. Günümüzü anlatmak için niçin böyle bir dolayım kurmaya ihtiyaç duyuyorsun?
Mitoloji, menakıp, kıssa gibi fantastik unsurların bol miktarda bulunduğu zengin bir kadim kültüre sahibiz. Bunların edebiyatımızda yeterince ele alınmadığını düşünüyorum. Bu unsurlar öyküde farklı bir ses yakalamak isteyenler için yazara geniş bir hareket alanı sağlıyor. Ayrıca kıssalar, menkıbeler de bir zamanların güncel olaylarıydı. Şimdiki güncel dediğimiz olaylar da gelecek zamanların kıssa ve menkıbeleri olacak. Yani tarih sürekli tekerrür ediyor. O yüzden ben bir meseleyi tüm zamanlara yayarak ele almaya çalışıyorum. Mesela bir zamanların zenci köleleriyle günümüzün işçi ve emekçileri arasında bir fark göremiyorum. Hatta kölelik sisteminde efendi en azından kölenin barınma, yiyecek, giyecek gibi temel ihtiyaçlarını karşılıyordu. Şimdi ise bir işçi köle gibi çalışmasına rağmen ay sonunda aldığı parayla en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamıyor. İşte ben öykülerimde tekerrür eden tarihteki bu benzeşmeleri yakalayarak olaylardan ziyade olguları ele almaya çalışıyorum.
Kitabın son üç-dört hikâyesi, önceki yazdıklarından farklı olarak “gerçekle” farklı bir alışverişi olan metinler. Bu farklı bir edebiyat anlayışına geçişinin işareti olarak mı yorumlanmalı? Yoksa zuhurat böyle olmuş diye mi?
Yazdığım öykülerde sözümü en güzel ve orijinal şekilde yazmak amacıyla bilgisayarın karşısına geçiyorum. Yazdığım öykü hangi konuda yazılmışsa o konuda yazılmış en güzel öykü olmalı. Bunu amaçlıyorum. Ayrıca elimden geldiğince tekrara düşmemeye çalışıyorum. Özellikle kurguya kafa yoruyorum. Bir öyküyü bazen aylarca düşündüğüm oluyor. Açıkçası bundan da zevk alıyorum. Öyküyü kafamda ne kadar çok gezdirirsem o kadar orijinal, değişik metinler ortaya çıkıyor. Bu yüzden farklılığın yazdığım çoğu öyküde olduğunu düşünüyorum.
Gündeminde neler var? Neler yazıyor ve neler okuyorsun bugünlerde?
Sabah altıda kalkıp akşam sekizde eve gelen bir fabrika işçisiyim. Bu mesaide açıkçası edebiyat ve sanata pek vakit kalmıyor. İki tane pırlanta gibi kızım var. Gündemim, boş vakitlerimde genellikle onlarla vakit geçirmek oluyor.
1972 İstanbul doğumlu. İlk şiiri 1991 ekim ayında Türk Edebiyatı dergisi okur mektupları sayfasında yayınlandı. Pek çok dergide dergi ve gazetede yazı, şiir ve röportajlarıyla yer aldı. Sebepsiz Serçe, Taş Suya Değince, Heves ve Tövbe Gölgeliği isminde dört şiir kitabına, Kırk Gri Hırka ve Dünyanın Çekmeceleri isminde iki hikaye kitabına imza attı. Ayrıca Pierre Karton namı-ı müstearıyla Horkhaymır’dan Alzhaymır’a Türk Aydını isimli bir de mizah kitabı mevcut.