Menu
MAHMUT COŞKUN İLE SÖYLEŞİ
Söyleşi • MAHMUT COŞKUN İLE SÖYLEŞİ

MAHMUT COŞKUN İLE SÖYLEŞİ

İki romandan sonra ilk hikâye kitabın yayınlandı. Bu bilinçli bir seçim miydi? Yoksa “zuhurat” mı böyle oldu?

Planladığım bir şey değildi, pek de planlı yürüyecek işler değil galiba bunlar. Ama kendimi bir romancı olarak gördüğüm için, öykülerin daha seyrek olması sanırım makuldür.

Romanlarında bir “mesele”den mi yola çıkıyorsun yoksa roman seni bir “meseleye” mi götürüyor?

Ben roman üzerine düşünmeyi seviyorum, dolayısıyla romanın beni bir yere götürmesi pek mümkün olmuyor. Çoğunlukla kendime dert edindiğim şeyler bir yerden sonra beni huzursuz etmeye başlıyor, o konu üzerine düşündükçe yazılacaklar da şekilleniyor. Ve o meseleyi, fikri muhakkak felsefî bir zemine oturtmak istiyorum; bir sorunla yüzleşmek, yüzleştirmek niyetindeyim, elbette bunu yaparken mesaj kaygısı yahut fikir aşılama niyetiyle değil de biraz sağalmak için yapıyorum.

Diğer türlüsü yazmayı alışkanlık hâline getirmiş insanlar için günde beş farklı fikir doğurur zihinde, yani olaylar kurgulamak, karakterler yaratmak, bunlara yaşamlar inşa etmek yazar için bisiklet sürmek gibi(Yok yok abartmıyorum.) Elimden geldiğince ayıklamaya çalışıyorum. İnsan sürekli değişiyor, belki bugün sanat adına edebiyat adına söylediğim her şeyi beş sene sonra değiştirebilirim; yanılmışım, öyle değilmiş diyebilirim ama şu an için sanatın insanı rahatsız etmesi gerektiği kanaatindeyim, bu yüzden önce kendim rahatsız oluyorum, rahatlıktan her zaman kaçınmaya çalışıyorum, bu benim için sorun hâline geldiğinde yazarak kurtulmaya çalışıyorum ama yazdıklarımın beni hayat adına utandırmasını istemem, o yüzden şu anki benin dert etmediği bir şeyi yazmamaya çalışıyorum. Evet sanırım böyle oluyor.

Yerini yadırgamak, kendinle barışık olmamak iki romanında da önemli bir yer tutuyor. Niçin?

Nerede olursam olayım orayı hep yadırgıyorum, “Sanat yeryüzünde gurbette olmaktır.” Kendimi her yerde gurbette hissediyorum. Bu bilindik memleketçilikten çok uzak bir his, yoksa memleketin bozuk asfaltına düşünce bile içim kıpır kıpır olur o ayrı. Biz en iyi, en iyi değil belki ama en fazla kendimizi tanıyabiliriz, içine bakıp da emin olan kimse var mıdır bilmiyorum. Emin olduklarımız bizden bağımsız şeylerdir, onlardan da emin olmaya tercihen tarafızdır. İyi nedir, iyi insan kimdir? Sorularını bir kere düşünmeye başladıktan sonra ideal iyiye ulaşana kadar kendiyle nasıl barışır insan? Sanat dünyaya, insana ne yapar bilmiyorum ama beni iyi insan yapsın yeter, kendim için istediğim tek şey bu sanattan. (Onu da yapabilir mi bilmiyoruz, belki umurunda bile değildir böyle bir misyon.) Kendinle barış güzel tabii, hatta hayattan hesabını sormak istediğimiz çok şey var ama önce aynadaki adamdan mutmain olmak gerek.


“Başka Biri Olmanın Romanı”nda ise aile önemli bir tartışma teması. Bu temayı seçmenin arka planını anlatır mısın?

Bu elbette benim çok uzun süre zihnimde tartıştığım bir şeydi. Aileyi put hâline getirdiğimizi düşünüyorum. Ve putlaştırılmış hiçbir şeyden fayda gelmez. Üzücü fakat daha insan olamadan aile olmaya kalkıp hastalıklı çocuklar yetiştiriyoruz. Ben biraz da anlattığımız değil de olduğumuz aileyi göstermek istedim bu romanda, üzerine düşünmeden yaptığımız her eylem gibi aile olmak, çocuk yetiştirmek de aslından uzaklaşıyor. Çünkü anlattıklarımız hoş da olduklarımız pek kötü. Elbette aile düşüncesine yoğunlaşırken toplumsal birçok konuya da yoğunlaştım. Çünkü birey, aile, toplum olarak şekilleniyoruz. Bir halk; kitlesel büyüme, kalkınma, özgürleşme, iyi insan olmayı toplumca yapabilir mi? Hayır, ancak iradeli ve kendini eğitmiş bireylerin öncülüğünde bu gerçekleşir, birey aileyi korur, aile toplumu yüceltir. Aksi hâlde, dilediğiniz kadar uğraşın, diziler filmler yapın, ciltlerce kitaplar yayımlayın, en etkili hatiplere nutuklar attırın, hiçbir şeye yaramaz. Bilinçsiz birey gördüğü manzaradan etkilenir ama kafasını çevirdiğinde manzaranın tesirini hayatına aktaramaz. 

Hikâyelerin sanki romanlarından daha özgür, daha serazat sanki. Yanılıyor muyuz?

Bu elbette doğru olabilir. Çünkü bir roman aylarca süren yazım aşamasında belli bir temanın etrafında, aynı ruh hâliyle devam etmek durumunda. Oysa öyküler çok farklı zamanların, çok farklı duyguların, hislerin, kederlerin, hüzünlerin, sevinçlerin tezahürü. 

Sinemayla da yoğun bir şekilde uğraşıyorsun. Biraz da o mesainden bahsedebilir misin? Neler yaptın/yapmayı planlıyorsun?

Sinema ilk gençlik yıllarında tohumunu ekti zihnime. Sonra birtakım eğitimler, İstanbul Üniversitesi Sinema-Televizyon lisansı derken acaba akademik olarak atılmış bir temelle daha iyi bir üretim olabilir mi diye düşünüyordum. Fakat hiçbir alakası olmadığını görünce daha fazla boğulmadan film yapmaya karar verdim. Kısa filmler çektik arkadaşlarımızla, dizi senaryoları, uzun metraj film senaryolarıma çalıştım uzun bir süre. Şu an için sinemada (elbette değişebilir) gerçekleştirmek istediğim projeler, gelecekteki on- on beş yılımı kapsıyor. Yakın tarihli bir uzun metraj film yapmak için epey mesai harcıyorum. Nasip.

“Ve Sanat” dergisi nasıl gidiyor? Neler yapıyor, yapmayı planlıyorsun?

Vesanat dergi bir ekip dergisi. Arkadaşlarımızla bir yıl önce planladık, dördüncü sayıyı da yeni tamamladık. Biz her sayıdan sonra büyük bir gönül rahatlığı yaşıyoruz, içimize sindiği sürece vesanat’ı çıkarmaya devam edeceğiz. Sanat hakkında konuşmaktan keyif alıyoruz, sanırım bundan da kolay kolay geri durmayacağız ama tabii kendi imkanlarımızla çıkan bir dergi, büyük bir dağıtım ağımız yok, tamamen kişisel, bilirsiniz işte belirli yerlere dergiyi bırakıyoruz, sonrası internet satışıyla okura ulaşıyor. Derginin içeriği genel okurun biraz mesafeli duracağı ağırlıkta ama bunu dert etmiyoruz açıkçası, popüler bir şey değil vesanat, ilgilisinin talep edeceği bir dergi, açıkçası bundan da çok memnunuz. Önümüzdeki birçok sayının konusunu şimdiden belirledik, çalışmalarına başladık bile, sanatla ilişkilendirdiğimiz hemen her konuyu okura eriştirme niyetindeyiz. Bakalım, nasip. 

“Denemelerin” de bir gün kitaplaşır mı? Tezgâhta neler var? Neler yazıyorsun?

Denemelerimin kitaplaşmasını istiyorum, hatta son zamanlarda kitaplaşacak, kitaba alacağım tarzda denemeler yazmaya başladım. Fakat 60’lardan sonra Türk muharririnin bir yaş problemi ortaya çıktı, belirli bir yaşa gelmeden bazı konularda fikir üretse de sanki daha erken bunları söylemek için gibi bir anlayışa hapsolduk. Bu hepimizi etkiliyor, o yüzden sanki zamanı var diyorum ben de kendi kendime, çünkü bu anlayış zihinlerimizin köklerine tesir etmiş durumda. Ama yine de ancak böyle böyle adımlarla bir şeyleri kırabileceğiz. Tanpınar, Türk romanını tartıştığı yazısında hemen hemen benim şu anki yaşımdaydı. Neyse bu konu çok tartışmaya açık. 

Yeni bir romana çalışıyorum uzun süredir, ama bölünüyorum sürekli, başıma açtığım diğer işlerle de ilgilenmem gerekiyor, şikayetçi değilim elbette. Bu yıl sonuna doğru yeni romanımı bitirmiş olmayı hedefliyorum ancak hayat bu, ne olacak bilemeyiz, bekleyelim, nasip. 

SUAVİ

1972 İstanbul doğumlu. İlk şiiri 1991 ekim ayında Türk Edebiyatı dergisi okur mektupları sayfasında yayınlandı. Pek çok dergide dergi ve gazetede yazı, şiir ve röportajlarıyla yer aldı. Sebepsiz Serçe, Taş Suya Değince, Heves ve Tövbe Gölgeliği isminde dört şiir kitabına, Kırk Gri Hırka ve Dünyanın Çekmeceleri isminde iki hikaye kitabına imza attı. Ayrıca Pierre Karton namı-ı müstearıyla Horkhaymır’dan Alzhaymır’a Türk Aydını isimli bir de mizah kitabı mevcut.

Daha fazla görüntüle
Diğer Yazıları