Size bir “Dostluk Felsefesi” yazdıran temel sebep neydi?
Kaybolan bağlar mı acaba? Bu da var. Ama sadece bu var dersem, sanki çok nostaljik bir cevapmış gibi olacak…
Kojin Karatani’nin “İzonomi ve Felsefenin Kökenleri” adlı eserini okuduğumuzda ‘izonomi’nin (özgürlükle eşitliğin aynı anda mümkünlüğü ile yöneten-yönetilen ayrımının ortadan kalkması) Antik Anadolu’da bir zamanlar kısa bir zaman da olsa yürürlükte olduğunu ve fakat günümüzde tüm toprak/kara parçalarının temellük edildiği için izonominin pek olası görülmemesinin verdiği karamsarlık ile kaplanmıştı dünya.
Fakat günlerden bir gün Tomas Sedlacek’in “İyi, Kötü & Ekonomi” adlı kitabının daha ilk bölümünü (Gılgamış Destanı: Verimlilik, Ölümsüzlük ve Dostluğun Ekonomisi Üzerine) okuyunca, tarihte kalmış olduğunu düşündüğüm arkaik izonominin günümüzde de bir düzen olarak, -en azından şimdilik- yaşamasa da, bir duygu-durum olarak varlığının tarih boyunca yaşamakta olduğu fikrine kapıldım.
Yani, dostluğu mümkün kılan izonomi idi. Bir başka ifade ile izonomi, dostluğa içkindi. O içkinliğin ise açılması, gösterilmesi veya anlatılması gerekiyordu. Demokrasinin ya da parlamenter domokrasinin içinde bulunduğu krizin aşılması yönünde küçük de olsa bir adım olacaktı bu girişim. Dostluk Felsefesi ile bu adımı attığımı düşünüyorum.
Önceki kitabınız “Yunus Emre Aslında Ne Dedi?” idi. O kitaptaki “İzonomi temelli ekonomi-politik yaklaşım” alt başlığı, “Dostluk Felsefesi” kitabında da yer alabilirdi ya da yer alsa yadırgamazdık. İki kitap arasındaki bağ ne?
Evet, doğrusu ben de yadırgamazdım. Yunus Emre çalışmamın bir devamı hükmünde Dostluk Felsefesi. Çünkü dostluk veya sevgi (aşk) kavramı, miskinlik gibi, Yunus Emre’de merkezi bir kavram… Yunus Emre Aslında Ne Dedi?’nin önsözünde sanırım buna dikkat çekmiştim. Eğer Yunus Emre, çalışılmaya/araştırılmaya devam edilecekse veya çalışmak isteyenler olursa adı geçen kavram ve olgular üzerinde özellikle durulması gerektiğini ima etmiştim o önsözde.
Fakat bunun nasıl olacağının da açık edilmesi veya örneklendirilmesi gerekiyordu ki, Dostluk Felsefesi ile onu yapmaya çalıştım biraz. Antik Yunan’da Platon ve Aristoteles, Roma’da Cicero, kilise egemenliğinin sarsıldığı Avrupa Ortaçağ’ında Montaigne dostluğu iki kişi arasındaki mesele olarak ele alırken, Dostluk Felsefesi’nde dostluğu hem bir felsefi kavram hem de toplumsalın neredeyse her alanıyla ilişkilendirmeye çalışarak bütüncül açıdan anlama çalıştım. Gerçi 20. Yüzyılda Jacques Derrida ve Hannah Arandt de dostluğu inceleme konusu olarak ele almışlardı. Fakat onlar politik bağlamla sınırlı kaldılar.
Karatani’nin “izonomi” kavramına özel bir önem veriyorsunuz. Adeta Karatani ile “izonomi” merkezli bir diyalog halindesiniz. Bu diyalog nasıl başladı?
Herkesin özgür ve fakat çoğunluğun yoksulluk ile malul olduğu bir dünyada demokrasi yerine izonomiyi düşünmemek veya onu merkeze almadan cümle kurmak, edebiyat veya felsefe yapmak veya sosyal bilimler çalışmak, ‘Waldo Sen Neden Burada Değilsin’ tarzı bir durummuş gibi görünüyor biraz.
Kitabınızdan anladığımı kabataslak özetlersem “Dostluk arasında eşitlik (izonomi) bulunan insanlar arasında mümkün olabilir. Aksi takdirde dost yerini tüccara terk eder. Ancak dostlar özgür olabilir.” diyebilirim. Bugün dostluğun, kurduğunuz çerçeve içinde hiç olmadığını söyleyemem ama “azın azı” mesabesinde olduğunu söyleyebilirim. Siz ne dersiniz?
Galiba haklısınız. Ancak bazı düşünceler, kavramlar veya olgular, varılabilecek bir durumdan ziyade, varılmaya değer ufku göstermeleri açısından önem taşırlar diye düşünüyorum. Dostluk da biraz böyle. Ufka varılamaz ama varmaya çalıştıkça da hiyerarşinin farkında olmadan egemen olduğu gündelik ilişki ağlarımızdan, yani önceki konumumuzdan uzaklaşmamızı sağlarlar. Anlayış veya fark ediş bizi bulunduğumuz konumun çelişkisinden biraz olsun kurtarmaya neden olur.
Çelişkiyi fark eden zihin, onu taşıyana rahatlık vermez. Ama galiba insanların çoğu rahatını bozmamak üzere okuyor. Kendini başkalığa açan, açabilme ihtimali olan eserlerden uzak duruyor. Uzak durmayı gerçekten başarıyorlar da. Bu anlamda başarılı olmak çok ürkütücü geliyor bana.
“Dostluk Felsefesi”, iki kişi arasındaki muhabbetin ötesinde daha toplumsal boyutlar taşıyan, “yavaşlık”, “üretim”, “iş”, “borç”, “para”, “güven” gibi kavramlarla bir hayat panoraması çizmeyi mümkün kılabilecek bir kavramsal çerçeve çıkartıyor. Bu “büyük resim” için neler demek istersiniz?
Gündelik yaşamda adı geçen kavramları kullanmadan gün sona ermiyor neredeyse. Onlarla ne kadar ilişkilendirebilirsem dostluk o ölçüde gündeme yeniden gelebilir diye düşünmüş olmalıyım. Aslında dostlukla anlatmaya çalıştığım mesele, varlığın birbiriyle bağ kurması gerektiği veya kopartılmış bağların yeniden kurulmasını hatırlatıyor. O bağı kopartma uğrakları olan “hız”, “birikim”, “iş”, “borç” veya “para” gibi kavram veya olguları yeniden ne kadar düşünebilirsek belki bağlanma yerlerini de o ölçüde yeniden keşfedebiliriz.
Gelen tepkilerden bu çalışmanın ne kadar olumlu bulunursa bulunsun biraz şaşkınlık yarattığını görüyorum. Oysa türkü veya şarkılarımıza baktığımızda, -dünyada üretilen şarkılar da aynı şekilde- onların ezici çoğunluğunun dostluk, aşk veya sevgi üzerine olduğu kolayca fark edilir. Aslında dilimizde dönen bütün mırıltılar aynı duygu etrafında dönüyor, aynı yoksunluğu veya hasreti, ızdırabı, acıyı, kavuşmanın verdiği mutluluğu anlatıyor.
İnsan en çok, yoksunu olduğu şeyin türküsünü söylüyor. Bunda yadırganacak bir durum da yok. Dostluk türküsünü söylerken, aşk veya sevgi derken, asıl demek istediğimizin çoğu zaman farkında olmadığımızı fark ediyorum. Kendimizi iyi hissettiğimiz dostluk-aşk-sevgi ilişkilerinde bizi iyi hissettireni kavram olarak ifade edersek daha iyi anlayabiliriz. Bu kavram ise bir yandan özgürlük ve eşitlik, diğer yandan ise yöneten-yönetilenliğin olmaması hali. İyi hissettiren ilişkideki bu özü göremezsek ilişkinin neliğini de anlayamayız. Anladığımızda da o kavramların dışında olan her şey, yeniden anlam kazanır ve o şeylere karşı daha berrak bir duruş sergilemiş oluruz.
O nedenle dostluğu izonomik bağlamda okumaya kalktığımda “hız”, “birikim”, “iş”, “borç” veya “para” gibi kavram veya olgular bana daha berrak görünüyor.
“Dostluk Felsefesi”nde farklı dillerdeki kelimelerin, bu kelimelerin etimolojilerinin, farklı dillerde aynı anlama gelen kelimeler arasındaki ortaklıkların önemli bir yeri var. Kelimelerden öğreneceğimiz bir şeyler mi var?
Bir konuyu çalışırken mümkün olduğunca onun etimolojisinden başlıyorum. Bu elbette her şey değil. Her şey etimoloji değil. Hatta bazen kolayca yanılgıya düşmemize de neden olabiliyor. Ama benim meseleyi anlamamı kolaylaştırıyor. Fakat bu kolaylığı orada bırakmamaya da çalışıyorum. Başka alanlardan da konuya yaklaştığımda paralellikler görüyorsam anlatımım daha da açılıyor. Bir çeşni olarak etimoloji benim için vazgeçilmez bir konumda.
Kitabın son bölümü “Dostluk ve Doğa” boş bir sayfadan ibaret. Niçin?
Hem okurla bir dostluk kurma hem de doğaya karşı da bir dostluk kurulmasının hayatiyetine vurgu yapmak istedim. Doğanın her anlamda katledildiği günümüzde edebiyatın, felsefenin ve akademinin sesinin neredeyse çıkmadığını görünce toplumun neden ‘edebiyat yapmak’ veya ‘felsefe parçalamak’ deyimlerini yarattığını ve bu yaratışın ahalinin okur-yazar kesime olan eleştirisi olduğunu, onu neden tiye aldığını ve neden ciddiye alamadığının nedenlerini de anlamış oluyoruz.
Bundan sonra sizden neler okuyacağız? Gündeminizde neler var?
İzonomi yine gündemde olacak sanırım. Sevgi ve dostluğu gündemde tutan ve parayı karşısına alan bir kişi olabilir. Modern bir romancı olarak Oğuz Atay’ı bu anlamda yeniden düşünmeye çalışıyorum. Bu ne kadar mümkün olur, Atay buna ne kadar izin verir, bilmiyorum. Ama denemeye değer diye düşünüyorum. Çünkü Atay’ın, ne dediğinden ziyade –belki haklı olarak- hep nasıl dediği üzerinde duruldu. Sanki demek istediği bir şey yokmuş gibi muamele gördü. Sanki onun derdi hep oyun ve ironiydi! Salt böyle görülmekten çok yoruldu gibime geliyor.
1972 İstanbul doğumlu. İlk şiiri 1991 ekim ayında Türk Edebiyatı dergisi okur mektupları sayfasında yayınlandı. Pek çok dergide dergi ve gazetede yazı, şiir ve röportajlarıyla yer aldı. Sebepsiz Serçe, Taş Suya Değince, Heves ve Tövbe Gölgeliği isminde dört şiir kitabına, Kırk Gri Hırka ve Dünyanın Çekmeceleri isminde iki hikaye kitabına imza attı. Ayrıca Pierre Karton namı-ı müstearıyla Horkhaymır’dan Alzhaymır’a Türk Aydını isimli bir de mizah kitabı mevcut.