Hasar Kaydı, ilk kitabınız. Hayırlı olmasını temenni ediyorum. İlk sorumu genel bir düzlem üzerinden ama biraz da muzipçe sormak istiyorum. Birçok edebiyat türü var. Roman, öykü, şiir... Ve galiba zorluk bakımından ilk sıralardadır deneme. Siz neden denemeyi seçtiniz?
Teşekkür ederim. Deneme, evet, zor bir tür ama aynı zamanda hür bir tür. Bizse her taraftan kuşatılmışız; elimiz, kolumuz, dilimiz bağlı. (Gönlümden “dil”i italik yazmak geçmedi değil.) Kurtulamıyoruz üstelik, çok sağlam düğüm atmışlar. Bendeniz de türlü yolları deneyip bir türlü bu çıkışsızlıktan kurtaramadığım kendimi ve kentimi –ki kendini kentinden, kentini de arzdan ayrı sayan arızalılardan değilim– en azından edebiyat sahasında bağımsızlığına kavuşturayım diyerek bu hür türe yönelmiş olmalıyım. Yalnız, bu meyil, bir tercihten ziyade, tercih görünümlü bir mecburiyetten doğmuştur bana kalırsa. Çünkü insan, yazacağı türü seçmez; iyi yazı buna izin vermez. Zira yazı denen şey, henüz tasarım aşamasındayken veyahut zihinden ya da gönülden kaleme tam damlarken, yazarı, doğmakta olan yazının ruhuna en uygun edebî türü “seçmeye zorlar.” Bu durumda yazar, türü seçen midir, yoksa tür tarafından seçilen mi; buna bir türlü karar veremesem de itiraf edeyim ki türü tam manasıyla ben seçiyormuşum gibi gelmiyor bana. Yazacaklarım türle beraber geliyor, gibi geliyor. Çünkü yazı, yani mutlaka kâğıda dökmem gereken yazı, kapımı kibarca çalarak mahcubiyetle otağıma buyur edilmeyi bekleyen bir Tanrı misafiri gibi değil de âdeta kapımı tekmeleyip kırarak haneme dalmaya çalışan bir şafak baskıncısı gibi geliyor, şayet gelirse. Geliyor, giriyor içeri ve saldırıyor bana. Direnebileceğimden değil de işte usulen kapışıyoruz biraz. (Fonda güreş havası çalıyor.) Ve bu tuhaf muharebeden kim galip çıkarsa –ki mutlaka kâğıda dökülmesi gereken yazı, mutlaka galebe çalar– türü de o belirliyor neticede. (Bugüne değin mat edilmediğim olmadı.) Çaresizce, sen yendin, diyorum en son, tebrikler ama deneme yerine öykü yazsam mesela? İçli bir şarkı, belki bir şiir? Yiğitsen dene, diyor, tavizsiz. Belki tariz yapıyor, belki beni deniyor; bilemiyorum. Münakaşa çıkmasın diye, uzatmıyorum ben de. İşte bu tür bir “tür” dayatmasıyla karşı karşıya kalıyorum hep. Fakat bu, işime de gelmiyor değil doğrusu. Çünkü –başta da belirttim ya– deneme ne de olsa hür bir tür. Ben de onun sunduğu yemyeşil ve uçsuz bucaksız çayırlarda yağız atlı bir süvari gibi koşturuyorum atımı gönlümce. Dünyayı gönlümce olacak sandım, olmadı; yazımı gönlümce yazayım diyorum hiç değilse.
Deneme türü Batılı bir tür. Bize diğer Batılı türler gibi son iki yüzyılda geldi. Bizdeki seyri sizce roman ve öykü gibi olabildi mi? Yani ilk aşamalarda taklit sonralarında ise telif eserler üretme aşamalarını deneme gerçekleştirebildi mi?
Bilinen bir gerçek: Edebiyatımızda öykü veya roman kadar tutulmadı deneme. Galiba onun talihsizliği; sınırlarının belirsizliğinden, tanımlanamazlığından ve ismindeki ürkeklikten kaynaklanıyor. Oysa tüm bu özellikleri, benim onu kendime yakın bulmama sebep. Çünkü insan en çok denemeye benzer: İkisi de nerede başlayıp nerede biter bilinmez, ikisinin de mahiyeti hakkında çeşitli söylentiler varsa da aslında ne oldukları pek belli değildir ve ikisinin de adı “karizmatik” bulunmaz. Ancak, dedim ya, ondaki bu müphemiyettir belki de bana büyülü gelen. Böylesine esnek ve esrarlı bir türün bağışladığı geniş imkânlarla, mahir bir edebiyatçı harika eserler inşa edebilir diye düşünürüm. Düzyazı zaten bir “inşa” olayıdır. Bu manada, inşaatını en sağlam malzemelerle yükseltmiş edebiyatçılarımız pek çok. Deneme türü için de geçerli bu. Varsın olsun diğer türler kadar revaçta olmasın. Ben o kısımla çok ilgilenmiyorum. Bir “tür savunucusu” da olmadığımdan, meseleye Ferdi Tayfur’un “Kendime göre bir müzik yapıyorum kardeşim.” dediği noktadan bakıyor ve nesir alanında kendi parmak izimi taşıyan ürünler vücuda getirebilirsem bahtiyar olurum diyorum.
Denemelerinizde de dile ayrı bir ehemmiyet verdiğinizi görüyoruz. Edebî açıdan dilin diğer türlere göre denemede kullanımı ile ilgili neler söyleyebilirsiniz?
Denemede olay örgüsü ve merak unsuru “hiç yok” değilse de pek azdır. Genellikle bir fikir, tespit, tahlil, tetkik ya da tenkit üzerine inşa edersiniz metni. Okuru da ancak üslubunuzla çekebilirsiniz metne, çekebilirseniz. Üsluba şekil veren en temel ögeyse, dil. Evet, dildir biçeme biçim veren. Artık, ironiye mi sığınırsın, gülmeceden mi yararlanırsın, söz sanatlarına mı başvurursun, cinastan mı yardım alırsın, orasını bilemem; ama dili öyle bir kullanacaksın ki, derim kendime, yazdıkların kolay kolay diğer lisanlara tercüme edilemeyecek; senin metinlerini okumak, senin dilini –iyi– bilenlere tanınmış edebî bir ayrıcalık olacak. Nitekim olgun metin, biraz da, başka dile tam olarak çevrilemeyecek metin değil midir? Gerçi kimsenin kitaplarımı başka dile çevirmek isteyeceğini zannetmiyorum ya, neyse. Ben de zaten Türk okuru için yazıyorum yazdıklarımı. Daha doğrusu, Türkçe bilenler için. Daha açık bir ifadeyle, Türkçe bildiğini sananlar için değil, Türkçenin engin denizinde dinginleşmek, emsalsiz bir visalle sükûn bulmak isteyen dil gurmeleri için yazmak azmindeyim. Yine de yanlış anlaşılmak istemem: Üslup kadar, muhteva da vazgeçilmezimdir. İşi salt dilsel bir şova çevirip okuru alt etmek gibi bir gayem yok. Çünkü biliyorum ki nasıl anlattığın kadar, ne anlattığın da mühim. Yalnızca denemede de değil ki! Hangi türde yazılmış olursa olsun, içeriğine ve diline özen gösterilmemiş bir metni niçin dikkate alalım? Ancak “Edebiyat ne değildir?” sorusuna somut bir cevap olacağı için önemlidir tabii, o ayrı.
Hasar Kaydı'nda toplam on bir bölüm var. Ve her bölüm kendi içinde birçok alt başlığa ayrılıyor. Bu bölümlendirmelerin elbette birçok amacı var. Yine de sizin bu bölümlendirmeden muradınız neydi, söyleyebilir misiniz?
Sahaya sürdüğüm “ilk on bir”im ektedir, çıkıp maçımızı oynayacağız, mevzi alın aziz erlerim ve siz de savulun gayrı ey rakipler, gibi bir manası olabilir bu tasnifin, bilemiyorum. Ama gerçekten de pek güvendiğim “ilk on bir”imle çıkmıştım sahaya, yalan yok. Ne var ki, an olur siz en gözde kadronuzla mücadele edersiniz de, oyununuzu golle ve dolayısıyla galibiyetle taçlandıramazsanız emeğiniz zayi olabilir, hakem hataları maça damgasını vurabilir, attığınız sahih goller VAR’dan geri dönebilir, hatta –kader bu ya– skor avantajını bir türlü ele geçiremediğinizden, kötü oynadığınız bile konuşulabilir kulislerde insafsızca. Ben böyle olsun istemem. İsterim ki hak eden hak ettiğini hak ettiğince alsın, edebî eserlerin en şık golü de “muhatabını bulmak” olsun. Hani ne diyordu şair: “Arar bulur muydun beni sahipsiz mezar olsaydım?” Hasar Kaydı, ayrılıktan bizar sahipsiz bir mezardır işte. Ya bulunur ya bulunmaz…
Deneme bazen günceli ele alan, oradan beslenen bir tür. Denemeler iki kapak arasında toplandığında o bazı yazıların güncellikten kopma tehlikesi ortaya çıkar mı sizce? Yoksa tarihe not düşme adına bu denemeler birer vesikaya mı dönüşür?
Pek iddialı ve iddiası nispetinde kof bir cümle gibi görünebilir belki ama esasen ben tümüyle değilse de bir kıyısından insanı anlama, insanı anlatma çabasındayım. Her vesileyle dile getirdiğim gibi, deneme türü de bir “vesile”den ibaret. İyi edebiyatın izini sürüyorum ve yazdıklarımın bir edebî türe dâhil edilememesi dahi beni üzmez, hatta belki kıvançlandırır, doğru güzergâhta yol aldığımı bile düşündürebilir bana. Evet, birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu hassas günlerde, türlerin kardeşliğine inanıyorum. Özgün müzik diye bir şey var örneğin. Arabesk mi, halk müziği mi, sanat müziği mi, rock müzik mi şimdi bu? Hiçbiri değil. Fakat bir açıdan, hepsi. Tutunamayanlar neden tuttu? Romana benzemeyen romanın yetkin bir örneği olduğu için. Bir “karma” metin olduğu için. “Türlerüstü” bir metin olduğu için. (Tek vasfı bu değil, eyvallah.) Sen de denemeci misin mesela; sevgili kardeşim, istersen absürt tiyatrodan tipler devşirirsin, postmodern bir romancı gibi “bilinç akışı”ndan nemalanırsın, hikâyeciye öykünüp bir iki ufak olay çıkarırsın, sonra birkaç koşuk da ırlarsın iyice coşup. Yaparsın yani bunları. Yaparsın ve denemenin denemeliğine halel gelmez. Hatta altından kalkabilirsen tadından yenmez. Nitekim roman veya öykü yazıp da içeriğini yer yer “deneme”ye yaraşır bölümlerle süsleyenler yok mu? Var. Çok da iyi ediyorlar. Ben de işte böyle bir bileşimin iştiyakıyla yanıp tutuşuyorum. Bu bileşimi, varsın olsun “deneme” başlığı altında denemiş olayım. Osman Öztunç’un “Beddua” şarkısında yakaladığı seviyeyi edebiyatımla yakalamak arzusundayım ben. Orhan Gencebay şarkı söyler, Ferdi Tayfur şarkı söyler ve siz de onları dinlersiniz. Yaptıkları müziğin hangi sınıfa dâhil edileceği, teferruattan ibarettir artık. Söz gelimi, birileri de çıkıp benim için “Yahu adam bir şeyler yazmış, metnin türünü de pek tayin edemedim ama iyi yazmış be kardeşim!” derse, ne hoş.
Uzun bir girizgâh oldu. Bu ön izahatı sorunuzla ilişkilendirecek olursam, metinlerimde insanı ele aldığım ve onun ele alınır tarafı olmadığını bildiğim için güncele yenilmek gibi bir kaygım yok açıkçası. Çünkü Âdem’den bu deme, insan hep aynı. Sadece kıyamete yaklaştıkça saçmalama seviyesi artıyor, hepsi bu. O yüzden “insan gerçeği”ni yakalayabilen eserlerin zamana yenilip bir kuru vesikaya dönüşme tehlikesiyle karşı karşıya kalacağını sanmıyorum ben. Ayrıca ilginç bir rastlantı: İkinci dosyamda, çalışması bir türlü kitaplaşamadığından yazdıklarının güncele yenilme tehlikesiyle karşı karşıya kalacağını düşünen ünsüz bir muharririn, yayınevlerine serzenişini dile getirdiği bir kısım da bulunuyordu; bu sorunuz o bölümü anımsattı bana. Sahi ya, yeni bir kitap dosyası daha hazırlamıştım değil mi ben? Akıbeti ne oldu acaba? Elcevap: “Dosyanız, incelenme aşamasındadır.” Evet, her zamanki gibi. Gerçi yayınevi de haklı, ilkinin satış sayısı ortada yani. Ne diyelim, dostlar sağ olsun.
Her zaman başucumdadır diyebileceğiniz deneme kitapları var mıdır? Varsa nelerdir?
Hasan Aktaş’ın “Rüzgâra Karşı Bir Uzun Yürüyüş”ü, Kubilay Kavak’ın “Sahibine Adanmış Mektuplar”ı, Schopenhauer’in “Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar”ı ve La Rochefoucauld’un “Özdeyişler”i her zaman yanı başımda değilse de daima benimledir.
Deneme ile hemhâl olmasaydınız yine de yazar mıydınız? Deneme yazmasaydınız hangi türle uğraşırdınız?
Bu lisanla neler yapılabileceğini “hadise yaratmadan” ortaya koyabilmeme imkân tanıdığı için denemeye yoldaş olduğumu belirtmiştim. Yani türü mutlaklaştırmıyorum. Türleri bilen, ama türleri aşmasını türleri bildiğinden de iyi bilen nadir bir nasir olmak isterdim. Türk diline, edebiyatına, düşüncesine ve irfanına kalemiyle hizmet eden bir hadim olmak isterdim. Okuyanın kayıtsız kalamayacağı; diliyle muhkem, içeriğiyle vicdandan, insaftan, izandan, insandan yana tavır alan metinler yazmak isterdim. Peki ama deneme yazmasaydım ne yazardım? Belki mensur şiir. Söyleyin Allah aşkına, yakışmaz mıydı?
Deneme ile uğraşan, düşüncelerini aktarmak için bu türü seçen yazarlar veya yazar adayları için tavsiyeleriniz var mıdır?
Deneme, insanın kendisiyle konuşmasıdır derler. Hayır aslında, insanın kendisiyle “savaşmasıdır” deneme. Fakat iyidir yine de: Ona buna sataşacağına şahsınla cenk edersin. Varsa böylesi bir harbi göze alabilecek, yolu açık olsun. Ama o yolu da hiç “açık” görmedim ben doğrusu. “Bitmeyen çalışmalar dolayısıyla” kapalıydı hep o yol. Yola çıkacak kişinin, işte bunu, yani yolun kapalı olduğunu, hatta kapalı olduğu söylenen yolun gerçekte belki var bile olmadığını bilmesini isterdim. Uzun ince bir yoldayım demiş ya Veysel; bu, en azından, şöyle böyle tasvir edilebilecek kadar olsun iyi kötü bir “geçeğin” mevcudiyetini gösterir kanımca. Beni asıl düşündüren ve ürkütense “yol”suzluk. Yolsuzluk ve yönsüzlük… O hâlde Bruckner’e uzatalım mikrofonu: “Ne yöne döneceğimi bilemiyorum.” diyordu yazar, “bir çıkış bulamayan ne varsa, o benim işte.”
1990 yılında Adana doğumlu. Ortaöğretimini Adana Erkek Lisesinde tamamlamıştır. Lisans eğiminin ardından Türk dili ve edebiyatı ana bilim dalında yüksek lisans eğitimi aldı. Yüksek lisans tezini Mitat Enç öyküleri üzerine tamamladı. Arkadaşlarıyla Berhava öykü dergisini çıkardı. Öyküleri ve çeşitli yazıları Aşkar, Ayraç, Fayrap, Gerçek Hayat, İtibar, Mahalle Mektebi, Muhayyel, Müdahale, Nida, Olağan Hikâye, Tasfiye, Yedi İklim, Yitiksöz gibi dergilerde ve dunyabizim.com adlı sitede yer aldı. Evli, iki kızı bir oğlu var. Şu anda Adana'da Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenliği yapmaktadır. Aynı zamanda çeşitli dergilerde yazılar yayımlamaya devam etmektedir.Eserleri:Adına Romanlar - İz YayıncılıkYaşamak Sandığım - İz YayıncılıkYüzünü Örtüyor Sesin (Editör) - Mecaz Yayınları
Osmanlı Türkçesinden günümüz Türkçesine aktardığı eserler:Ashab-ı Kehfimiz - Ömer Seyfettin - İz YayıncılıkKüçük Şeyler - Sami Paşazâde Sezai - İz YayıncılıkAsker Oğlu - Ahmet Rasim - İz Yayıncılık