Menu
GÜLHAN TUBA ÇELİK İLE SÖYLEŞİ
Söyleşi • GÜLHAN TUBA ÇELİK İLE SÖYLEŞİ

GÜLHAN TUBA ÇELİK İLE SÖYLEŞİ

İlk kitabın “Evsizler Şarkı Söyler”den üç yıl sonra ikinci öykü kitabın “Onlar ve Köpekleri” yayınlandı. Farklı bir dil, hikâyelerin karakterlerinin farklı bir konumlanması var iki kitap arasında. Nasıl bir değişim oldu senin yazı cephende?

İlk kitap genel olarak daha fazla otobiyografik öğe barındırır. Benim için de öyleydi. Kırgınlıklarım, öfkem, hayal kırıklarım, arzularım gidecek bir yer bulamayıp içimde birikmişti. Evsizler Şarkı Söyler içimde birikenleri attığım, beni özgürleştiren ve rahatlatan bir kitap oldu. Bunlardan kurtulunca daha profesyonel anlamda düşündüm kurmacayı. Tematik bir çalışma yapıp kitap boyu hissedilen ortak bir ruh yaratmaya özen gösterdim. İlk kitaptaki illa Freudyen olma, travmatik geçmişe saplanma takıntısını bıraktım. Nedeni olmak zorunda değildi her şeyin. Bunlar olurken aynı zamanda bu şehirdeki on yılımı da tamamlamıştım. Bu şehirde on yıldır kira ödüyor, fatura ödüyor, aldanıyor, aldatıyor, kırılıyor, kapıları çarpıyor, hayal kırıkları yaşıyor, korkuyla merdivenlerden iniyor yahut kibirle caddelerden geçiyordum. Bu esnada Suriçi her köşeden çıkan bir harabesi yahut güzelliğiyle beni duygulanıyordu. Yabancı ülkelerin seyyahlarının gözünden Tanpınar ve Pamuk’a uzanan o pitoresk.

İlk kitap taşrada ve İstanbul’da geçiyordu. İkinci kitap İstanbul’la ve büyük ölçüde suriçiyle sınırlı. Bir de her hikâyede yer alan krokiler de hikâyeye farklı bir katman katıyor. Mekânla ilişkini biraz açar mısın?

Onlar ve Köpekleri’nin temelinde bu duygulanım ve pitoresk yatıyor. Aniden karşına çıkan o yaralı güzellik. O harabelerin çiçeği. Ve bu hisler ister istemez değiştiriyordu düşüncelerimi. Bin yıldır orada duran bir taş bana güç veriyor, bir anda gökyüzüyle buluşan sur kapısı bana umut vaat ediyor, önüme çıkan aydınlık bir meydan beni güzelleştiriyordu. Karakterim itibariyle çabuk etkilenen ama çabuk da sıkılan bir insan olduğum için gerçekten bundan çok fazla etkileniyordum. Gözlerimi yaşartıyordu bu semtin bu güzelliği. Aynı zamanda korkuyordum da. Çünkü dolaştığım yerlerin bazılarını başka dolaşmalarımda göremiyordum. Yıkılmış oluyordu, çökmüş oluyordu, kentsel dönüşüme girmiş oluyordu. Bir de bu kadar güçlü hisleri ihmal etmemem gerektiğine inanıyordum. Mekânın insana kattığı bu ferahlama, bu sığınma veya daralma bu kadar belirginken kayıtlara geçmeliydi. Çünkü her an her şey kaybolabilirdi. Semt değil sadece, duygularım da. Kahramanlarımı yerleşik, kalan, gitme defterini kapatmış olan semt müdavimlerinden oluşturmam lazımdı. Çevremdeki öyle insanların kimi özelliklerinden, duygularından, sıkışmışlıklarından da yararlanarak yaptım kurmacaları. Haritaları özellikle koydum çünkü bir zamanlar Kuyulu Bakkal Sokağından geçerken hüzünlü bir kadın görmüştüm. O kadını, o duyguyu ve o sokağı kaynaştırarak mühürlemek istedim. Gelin bu sokaklarda beraber dolaşalım demek istedim.

Suriçi hikâyelerinde Bizans atıfların dikkat çekici. Bugünü anlatan bir metinde geçmişe yapılan atıflar senin için niçin gerekli?

Suriçi elbette Bizans’tan bağımsız düşünülemez. Yaşadığım yeri anlamaya çalışırken yaptığım okumalar Bizans’ın güzelliklerini açtı önüme. Onlar ve Köpekleri öyküsünde Ersin  sevgilisine hesap sormak için Taksim dolmuşlarına ilerlerken sadece Sümbül Efendi Camisinden değil aynı zamanda Aziz Andreas Kilisesinden de geçer. Bu her şeyi daha kırmızı yapar, daha koyu. Aşkı da inancı da. Ya da Kapılarda öyküsündeki kadın, birlikte yaşadığı erkek arkadaşının gittikçe kendinden uzaklaşmasına bozulurken sadece İmrahor Camisinin yıkıntılarında dolaşmaz, aynı zamanda Uykusuz Keşişler’in seslerini de duyar. Bu onu daha güçlü yapar, daha inatçı. Katmanlar üstüste gelmiş, tarih tekerrür etmiş, olacak olanın önüne geçilememiştir. Ya da Onlar Kuşlara öyküsünde Kenan âşık olduğu kıza yaptırdığı anahtarları denize atarken tam onoktadan haç atılarak denizin kutsandığını bilir. Sadece kendileri yoktur, sadece yakın geçmişleri yoktur, iki bin yıl öncesi de vardır. Bu onları büyütür. Böylece kahramanlarküçük hissetmez, zavallı hissetmez. Yenilseler de daha büyük bir şeyin parçasıdırlar. Kalabalıktırlar. 

Bir başka ortak tema “iletişimsizlik”. Eskiden İstanbul’un eski semtleri denince 
bir “mahalle” kültüründen bahsedilirdi. Bu kültürün tamamen geride kaldığı bir dönemi hikâyeleştiriyorsun anladığım kadarıyla. Eski semtlerin yeni yüzlerine şahit biri olarak bunları hikâyeleştirmek nasıl bir tecrübe oldu senin için?

Suriçi gibi tarihi ve kültürel zenginliği olan bir yerde de olsak modern yaşam hepimizi ele geçirdi. En fazla, bir duraksama gösteriyoruz güzellikler karşısında. Zamanımız az, hayatlarımız hızlı. Sahile inmek şöyle dursun odamın balkonundan görünen denizi görmeden uyuyorum bazı akşamlar. Hepimiz hem çok meşgul hem de çok yalnızız. Hem hayatlarımıza birileri girsin istiyor hem de bunu çok rahat sabote ediyoruz. En azından kendi adıma bunları yaşayan biri olarak bu ruh halinin ortasında yürümenin ve pitoreski görmenin yaşama sevincimi artırdığını söyleyebilirim. Bu arada; bu iletişimsizliği, bu bireyselliği mahalle ortamının gözleyen ve suçlayan bakışlarına yüz defa tercih ederim. Herkesin birbirini rahat bıraktığı bu yer gayet yaşanılabilir, benim kahramanlarım da bunca sekülerliğin ortasında bir sıcaklık için semtlerinin son güzelliklerine tutunuyor. 

Hikâyelerin atmosferlerinde, karakterinde birbirlerine atıflar var. Bu atıflar kitabı roman yapmıyor elbette. Ancak bazen mahcup bir roman okuduğum duygusuna kapılıyorum. Bir roman bekleyelim mi senden? Ne dersin? 

Dikkatli bir okursun. Öyküleri kitaba, yazdığım sıralama ile koydum. Özellikle ilk hikâyelerde kahramanları birbiriyle karşılaştırmıştım evet. Sonra bunu yapmanın elimi kolumu biraz bağlayacağını düşündüm. Üç dört hikâye haricinde karşılaştırmadım onları ama illa ki Salı, Perşembe ya da Cumartesi pazarında görmüşlerdir birbirlerini. Roman yazabileceğimi sanmıyorum şimdilik. Bunu istediğim kadar iyi derecede yapabilecek tarihsel ve toplumsal birikimim ya da bu birikimi oluşturacak ortamım yok.

“Onlar ve Köpekleri” sonrasında neler yazıyorsun?

En az bir sene hiçbir şey yazmayı düşünmüyorum. Ellerim çok kaşınırsa deneme yazarım. Biraz kafamı toplayıp neler yapabileceğime bakacağım.

SUAVİ

1972 İstanbul doğumlu. İlk şiiri 1991 ekim ayında Türk Edebiyatı dergisi okur mektupları sayfasında yayınlandı. Pek çok dergide dergi ve gazetede yazı, şiir ve röportajlarıyla yer aldı. Sebepsiz Serçe, Taş Suya Değince, Heves ve Tövbe Gölgeliği isminde dört şiir kitabına, Kırk Gri Hırka ve Dünyanın Çekmeceleri isminde iki hikaye kitabına imza attı. Ayrıca Pierre Karton namı-ı müstearıyla Horkhaymır’dan Alzhaymır’a Türk Aydını isimli bir de mizah kitabı mevcut.

Daha fazla görüntüle