Menu
ALİ KOZAN'LA SÖYLEŞİ
Söyleşi • ALİ KOZAN'LA SÖYLEŞİ

ALİ KOZAN'LA SÖYLEŞİ



-Şiirinde çocukluğa ait göndermeler önemli yer tutmakta. Ancak kitabındaki çocukluk göndermelerinin geçmişe duyulan özlemle bağlantılı olduğu kanısında değilim.Daha çok bir uyumsuzluk arketipi, daha doğrusu tecrübesi ve iklimi olarak çocukluğunu şiirinin idrak alanına taşıdığın söylenebilir. Soru şu: Sen nasıl bir çocuk idin? Bu çocuk şimdi ne halde, n’apar?

-Şairi, hep yaramaz bir çocuk gibi algılarım. Şiiri de yaramaz çocuğun oyuncağı. Şairin dünyaya bakışı bir yap-boz oyunu gibidir.Dünyayı, verili bilgilerin dışına taşır;hayatı ve hayata dair ne varsa her şeyi yeniden yorumlar. Her şiirde yeni bir dünya inşa eder, bir sonraki şiirde yıkabileceğini düşünerek. Ben de dünyayı ve hayatı, çocuk gözüyle yorumlamayı seviyorum galiba. Böylece dünyayı yıkıp, yeniden yapmak kolaylaşıyor. Belki de bu yüzden, şiirimde sık sık çocuk imgesine, çocukluğa ya da çocuğun imgelediği bir dünyaya göndermeler yapıyorum. Ama hemen belirteyim, şiirimdeki çocuk, hani şu büyümüş de küçülmüş diye sevilen çocuklardan.Dediğin gibi, çocukluğuma bir özlem değil. Ama kendi çocukluğumdan hareketle yazdığım dizeler de elbette mevcut.

Çocukluğum  Elbistan’da geçti. Şimdi o günlere dönünce, sadece büyüdüğüm mahalleyi ve çocukluk arkadaşlıklarımı özlemle anıyorum. Çocukların karakterinin şekillenmesinde mahalle kültürünün önemine, kendi tecrübemden hareketle çok inanırım. Ne yazık ki artık, oralarda da bir mahalle kültüründen bahsetmek mümkün değil.Nasıl bir çocuk olduğuma gelince, hep efendi olmak zorunda kalan bir çocuktum diyebilirim . Efendi ve uslu olmak, bizim toplumumuzda  ‘iyi çocuk’ payesinin verilmesinin  koşulu galiba. En iyi çocuk, en az sorun çıkaran çocuktur. Ne gariptir ki ailede ve toplumda haylaz olan çocuğa, gizli bir sevgi ve ilgi beslenir. Belki de çocuklar, bu gizli ilgiyi keşfedince yaramaz oluyorlar. Belki şair de, bu gizli ilgi ve sevgiyi keşfettiği için yaramaz oluyordur.

Elbistan’da büyüdüğü sanılan çocuk , şimdi efendi görünümlü haylaz şiirler yazmaya çalışan bir çocuk olarak Ankara’da.

- “haylaz bir çocuğum ben / bir tanrıya geçmedi nazım” mısraların, Kapı Aralığından Bakarken’in duygu ve imgelem dünyasını neredeyse bütün olarak yansıtabilecek özsel bir derinlik içinde okunabilir. Bu duygu ve/ya imgelem kökünün, şairi  “varsın bir beden büyük olsun hayat” “varsın bir beden küçük olsun aşk” mısralarıyla karşılaması elbette olağan. Ne ki hayatın şaire büyük geldiği yerde şiir de hayatın gerisine düşme tehlikesi yaşamaz mı? Genelde şiirin, özelde kendi şiirinin hayata naz yapma hakkı olduğunu düşünüyor musun?

-Şiirin hayatın gerisine düşmesi, ancak muhafazakar bir şiir yazıyorsanız mümkündür bence. Sadece bu durumda , hayat şiire de şaire de büyük gelir. Bense şiirin, aynen dil gibi, evren gibi sürekli bir değişim içinde olduğuna inanırım. Bu nedenle de şiirde zaman ve mekânın kullanımına, özellikle dikkat ederim. Zamana ve mekâna mahkûm olmamak adına, insan hallerine dayalı bir şiir yazmaya çalışırım. Biliyorum ki insanlar bu ülkede de, dünyanın öbür ucunda da benzer varoluşsal sorunlarla yaşıyor. Ya da sadece yaşıyor olmanın hüznüyle, pratikleriyle bir dünya örgütleniyor diyebiliriz. Dünyanın her yerinde aşık oluyor insan, öfkeleniyor ,bunalıyor, gülüyor, öldürüyor, sevişiyor, suç üretiyor, suç işliyor; yani benzer tepkiler gösteriyor hayata karşı. Ben de bu tepkileri, mümkün olduğunca en ilkel haliyle ele almaya çalışıyorum. Belki bu nedenle, hayatı ve şiir bulantı ve baş dönmesi olarak görüyorum. Belki bu nedenle güleç sözcüklerim, güler yüzlü şiirim yok; okuyucuya da bir vaadim yok. Okuyucuya çok imgeli, çoktan seçmeli bir dünya sunuyorum; seçeneklerimiz olduğu yanılgısı biraz olsun rahatlatır ve tebessüm ettirir belki diye. Okuyucunun benim gösterdiğim noktanın, anlamların, anlamsızlıkların ötesine geçerek şiirime bir tebessüm katmasını bekliyorum. Çok şey bekliyorum her halde.

Ancak bazen şiiri nazlı bir kadın gibi algılamanın hoşuma gittiğini söyleyebilirim. Ki naz kadının hem hakkı hem de albenisidir. Belki de güler yüzlü kelimelerimi, bu şiirlere saklıyorumdur.

- Kapı Aralığından Bakarken kitabında, bir yanıyla modernlikle gelenek arasında sıkışmış, bir yanıyla da bu iki var oluşsal referans arasında gelgitler yaşayan özne hallerinden bahsetmemiz mümkün.  Bu aradalık hali biçeme de yansımış gözüküyor. Burada modern ile gelenekselin birbirine karıştığı zihinsel, yaşantısal ve poetik aura’yı kastederek sorarsak, gerek ontolojik gerekse poetik anlamda bir kararsızlık hali yaşadığını düşünüyor musun?

 -Şiirde ilhamı önemseyenlerdenim. Bir kararsızlık, aradalık hali var gibi görünüyorsa da, şiir kendini öyle kurguladığı içindir. Şiir poetikalarına da aslında şairin kendi şiirini yorumlaması olarak bakarım. Poetikadan önce şiir vardır. Yazdığımız şiir üzerine, bir kurgulamadır aslında poetika. Poetikama uygun bir şiir yazayım deyip, şiir yazılabilir  belki. Böyle yazanlar da vardır herhalde. Ama benim şiirlerin omurgası, genelde tek seferde çıkar. Bu omurga üzerine çalışırım elbette. İşte poetika dediğimiz şey,bu çalışma döneminde kendini gösterir. Şiir üzerine çalışırken omurgayı bozmamaya çalışırım, çünkü benim için önemli olan o ilk haldir Bu çalışma ile varoluş sorunları etrafında kendini var eden, bir insan ya da dünya modeli sunmayan, ideolojik gözlük kullanmayan, okuyucuyu şiir karşısında aktif kılmaya çalışan bir şiir üretmeye çalışıyorum. Bunu yaparken de, tabii ki içinde yoğrulduğum toplum ve coğrafya beni etkiliyor. Eğer bir arada kalmışlık varsa, işte o, kendini bağlı hissettiğim coğrafyanın ve toplumun genel karakteridir.

Benim için şiirin özünde değişim vardır, deney vardır. Bu düşünceyle şiirimde biçemle, özneyle oynarım; deneyler yapmayı da severim. Bu hal dışarıdan kararsızlık gibi de algılanabilir. Sonra üzerinde çalışmayı bitirdiğim şiiri dinlenmeye bırakırım, çünkü bu çalışma sırasında yorulur ve kendine gelmesi zaman alır. Kendini bulduğuna inandığım zaman da yayımlayarak, şiiri öldürürüm. Yeni bir şiir deneyebilmek için, varolanı öldürmek gerekir bence. Yoksa elimizdeki şiir, kendine benzer şiirler doğurur; eğer doğurgan bir şiir ise tabii ki.  

- İzleksel düzeyde olmasa bile ‘intihar’ imgesine şiirinde sıkça rastlıyoruz. Şiirine bakarak düşünürsek, intihar imgesinin bilişsel bir bunalımla ilgisi olmadığı, olsa olsa ontolojik yani eylemsel bir çıkmazı imleyebileceği anlaşılmaktadır. “akamadım üzgünüm hak bellediğim yolda” mısrasıyla intihar imgesi arasındaki ilişki konusunda nasıl bir ipucu verebilirsin?

-Aslında bu mısra ile şiirimde betimlediğim intihar arasında sıkı bir ilişki olduğunu söyleyemem. İntihar, yani ölüm iradesi hep insanoğlunun gündeminde olmuştur. Semavi dinler tarafından yasaklanan bir ölüm şeklidir aynı zamanda. Çoğu zaman tanrıya küfür veya şirk olarak görülmüş. Yaratan ve ölümü belirleyenin Tanrı olduğu düşüncesinin bir sonucu tabii ki bu. Şiirimde, intiharı  bir seçenek olarak gördüğüm de oldu. Tavsiye değil tabii ki. İçinde yaşadığımız toplumda bir seçenek haline dönüşmesinden dolayı, intihar şiirime de ilginç bir seçenek olarak girmiştir. Bizi kuşatan zaman  için konuşursak, insanı hayata bağlayan seçeneklerin azaldığı düşüncesi ben de hep canlıdır. Varoluş sıkıntısı ve farkındalığın ağırlığı, bence her zamankinden daha ağır günümüzde. Farkındalık diyorum, ki bu olup bitenler karşısında susabilirsiniz, ama görmezden, duymazdan gelemezsiniz demek. Bu direnmek demek, bu tırnaklarınızı yemenizin bile bir direnme şekli olduğunun kabulü demek. Bu aynı zaman diliminde bir yandan Irak’ta, insanoğlunun yaptığı en gelişmiş silahlarla insanların öldürüldüğüne;  Afrika’da en ilkel silahlarla yapılan katliamlara tanık olmanın ağırlığı demek. Bu hayatı bir çıkmaz sokak olarak algılamak, ana caddeleri sevmeyen bir şiiri betimlemek demek. İnsan hallerinden bahsederken yolunuz mutlaka intihardan da geçer. Ama benim ilgilendiğim iradi ölümden çok diğer intihar çeşitleri. Benim için, bir çocuğun annesini öldürmesi veya çocukluğunu yok sayması da o çocuğun intiharı demek.   

- Sevimsiz ama kurcalayıcı bir soru daha: Kitabına neden “Firar Hazırlıkları” adını vermedin ki? Kitap boyunca kendisini hissettiren varoluşsal bir devinim ve teyakkuz söz konusu. Oysa kitabının adından bu çağrışımı edinmek zor. Haksızsak, de ki haksızsınız.

Kitabın ismi, dosya bitmeden çok önce hazırdı. Kapı aralığından Bakarken ismini, kitapta yer alan şiirlerin ortak ifadesi olarak görüyorum. Çünkü bu kitapla kapı aralığından dünyaya bakarak, bir yandan dünyayı varoluşsal sorunlarla ilişkili olarak yeniden kurguluyor, hayat üzerine yargılarda bulunuyorum, diğer yandan tam da bunların ortasında kendimi bir oyuna dahil ediyorum. Kapı aralığından bakıldığında hayat; kurgular, yargılar ve oyunlardan ibaret kısaca. Ama kitap, kapı aralığından  görünenle yetinmeyen, ötelere gitmeye çalışan şiirlerden oluşuyor benim gözümde.

Firar Hazırlıkları, kapı aralığından gördükleriyle bile firar hayalini hayatın merkezine koyan bir şiir. Aslında yazılan her şiirde, bir firar yaşandığımız yanılgısına olan inancımız, hâlâ şiir yazmamızın, şiiri önemsememizin bir nedeni diyebilirim. Ama gerçekte firar edebilen çok az. Selam olsun firar edebilenlere!