I
Ütüsüz kefenlerde, bitli tüccarların ceplerinde dolaşırdı
gözümün biri. Biri tabancalarda, yastık altlarında.
Şehir beni ayarttıkça soluklanır
elimi ısırarak aya, yıldızlara bakardım.
Cebiri ve Ceyar’ı sevmez
daralınca ıslık çalardım. Bir de zagor vardı.
Tipitip vardı, kuzukulağı, gıcır gıcır bilyeler…
“Kulyâ kurutmuş, kulaklarımı çürütmüş”tü.
Ne zaman teravihten kaçsam, eriğe dadansam
içime pasaklı, bıyıklı bir kız dudağı değer
sakalı teneşirde sabunlanan yeldirmeli bir hortlak
yüzüme gözüme bulaşırdı.
Birden nasıl bir gürültüyle öldüyse o şakacı dedem
kepenkler kapanıp mevlid okundu. Sular yürüdü.
Dediler ki, yer gök uğundu peşinden.
Ki alnına düşürürmüş o, göçmen saçlarını bir zaman
ve sevdiği kız sabah akşam
su gibi okurmuş Kur’an’ı yüzünden.
II
Kurşun döken, fayton tutan, çeyiz düzüp türkü çağıran
dullarla doluydu sokağımız. Begonya ve benlicânan
çiçekleri sulanır, fahriye abla okunur
eğri büğrü yaşanırdı. Evden kaçmış
kefaletle serbest bırakılmıştı aşk: Bir yoktu, bir vardı.
Yine de geleneğin güzel ve hoppa kızı güneş
sıfıra vurdurup o gümrah saçlarını
eski entarisiyle çıkardı yuvasından.
Kundaklamak için bütün o kapanmış yaraları.
III
Gözüm doydu nihayet. Süngülerim düştü. Azar işittim.
Yolunmuş bir bahçede, törende, bir okul sırasında
sustu içimde birden, vurulmuş
gibi öyle uzun uzun çırpındı
bir tek babamın elinden yiyen
o masalsı, o güzel kuş.
Aya baktım yeniden. Titredim.
Utmuştu meğer büyümek, bütün bilyelerimi benim.
/ Meğer
ne çok severmişim ben kemalettin tuğcu’yu /
O zaman hiç bıkmadan, usanmadan
kitaplardan, o bücür sokaklardan
düşler, dualar, güzel ölümler derledim.
Sonra, seccadeler seyreldi, hacı teyzeler azaldı
Erik ağaçları azaldı, yıldızlar azaldı, ışık azaldı.
O gün öğrendim ki haylazlık bir yere kadardı
mandrake ve gazoz ve küçük joe
mahalle mektebi, yeryüzü bilgisi bir yere kadardı.
O gün öğrendim ki
hep açık kalırmış yoksul annelerin kolları.
Bir başıma tuttum evimizde kök salan mahallenin yasını
“Başlangıçta dört kişiydik. Tabut omzumda kaldı.”