Menu
iki şiir
Şiir • iki şiir

iki şiir

LANETİN FİGÜRÜ

ne yanına dönersen dön yüzünü,
artık onuru vurulmuştur yeryüzünün
ve oradadır artık hüzün!

basit bir figürdür artık /magendavid/
bebe kanıyla ıslanarak işlenmiş
bir bayrakta yükseltilir
ortadoğuda başköşeye oturtulan bir zâniyenin
icâbet eder dâvetine okyanus ötesinden gelen
merhameti mağrur bir führer köpeğininkine eş
mâsum bir kiliseden çaldığı muharref çanı
boynunda gezdiren zangoç özgürlükçü fahişe bir kızkardeş
karıştırılmaz ustalıkla mazlum etine
her gün yeniden kokutulan tâze leş
auswich ve diaspora
ekşi bir hamûle gibi kaynatılıp sunulur şabat yortularında
esrik dünyanın mutat kan içme merâsimlerinde içer
ve semirir, eş zamanlı bir antisemitik

aynı anda bir münâdi seslenir
aynı kutsal göğüsten emzirilmiş
sürgün vicdanlara döker
ölü toprağı serpilmemiş yanlarına
ve
/arz’ı kanatanların nâhak
üstüne olsun veyl ve helâk/

kefareti ödenmemiş ölü bir duruş satın alan
kalbine /vehn/ atılan günahkârın
suskusu tasdiklenmemiş bir ruhsattır
/kirli su/ ile vaftiz olup
kirli bir rahm/den merhametsiz bir cemre gibi dünyaya düşen
kalabalık korkularının yonttuğu sefih bir tanrıya
yer titreten orduların taşıdığı tahtında
/mühlet/ i dolana dek,
öylece, mazlumların tepesinde durur...
karanlık kalbinden taşan zulüm
zifiri kelimeler doğurur..

lezzet kusar irinli sofralara
ve güngörmemiş nedimelerin sunduğu
şaraba karışır
kordonu henüz kopmuş bebelerin kanı
ezelde, zaten kurutulmuş ebu leheb’in ellerinde kurur

her vuruşunda saat ölümü
ve “cahîm” kızdırılır, har yükselir
silinir sayfalarından bir Kitâb kâtilinin daha adı
atılır yüzüstü, zebani ağuşuna
alçaltılır her münkir, damgalanır bir /zenim/
yakalanır ensesinden, sürtülür nâsiyesi
secde değmemiş alnına /sekar/ vurulur
ve haşre dek döner devran her sabah
her sabah mizân yeniden kurulur..
….
siz zaten tükenmiştiniz
şehrimle arama çektiğiniz telörgülerinizde
körpe bir koldan atılan minicik bir taş yarmıştı miğferlerinizi
tanklarınızın paletlerine bir kıymık gibi girdi
küçük bir çocuk
devrildi mukavvadan heyula heykelleriniz
şarjörüne yürek süren bir genç patlattı
geleceğinizi
suyu kesildi husyelerinizin
zaten ebter doğmuştunuz
hem kuyruksuz kertenkele
bir hınzırın kirli ve soysuz rahmine düşürülmüş
ezelden namussuz
hem, nesli kesik
ve lanetli bir maymundunuz
düşürün dilinizden diasporalarınızı şimdi
en semitik yaralarınıza sürün!
gücünüzü yetiyorsa şayet
ölümü de öldürün!

Lanetullahialezzalimin…
köşebent kafa kahraman bir amerikalının
baldırındaki kas kadar bile
düzgün olmayan beyin kasları ile
ters bir üçgenin bir iç açısı gibidir
hesaplamak kolay mıdır
özürlü bakış açılarını
bir ingiliz kanişi kadar yalama ve yalak
yerli
tepeden tırnağa abazan
lafazanlığa kesmiş
“ekşın men”, “süper kız” ve “süperoğlan”

pek de kurulgandır
ve de buyurgan
kibir abidesi
soylu ve tuzu kuru
güdük yeryüzü tanrısı
sanki hiç sürçmeyecek gibi ayağı
öylece tepede durur
kendine tanrı kendi için yaşayan.

güneşin dili zaten vardı
ne gerekti sanskritçe
ve brakisefal kafaları ölçen alet
henüz bir işe de yaramadan
niye gömüldü
‘dolma bir saray’ın bahçesine

tarih kurumları bile koruyamazken tanrıdan bir tek kulu
satın almalı tarihi, eskiciden
artık derimi bağışlamıyorum hiçbir kuruma
etimi de onlar yemişti
şâyet almaya gelirlerse tekrar
en masum maskelerini taksınlar
ki alırlar belki
yüze yüze cevizlerine geldiğim koçun
tuttuğum takımlarını
devam-ı devlet duacılarının
amini berdevamdı
antep müdafasında gavura
el sürdürtmeyen kadın
ciğerinde leke çıkan
henüz açlıktan ölemeyen
en küçük bebesine ekmek
fazladan bir çizik eklemek için
kuyrukta karnesine
milli şefin soysuz memuruna
baraka arkasında
ve namusuna namusuna…

bu tabloyu çizen makama bedduamdır
dilerim en son ve en kıl sevgilisinden hamile kalır
dünyalar güzeli manken kızın
torunun prematüre doğar
oğlun bituhaf olur dilerim
asil kedin minnoş kötü yola düşer
kapatması olur
hayatın dikenli yollarından geçmiş
belâlı sokak kedisi şehmus’un...

uzandan beter olursun inşallah
otoyol ihalesini kaybeder baban
maviakımla kesişir boru hattı,
yatına el konur, yalısına tanker çarpar
partiler üstü bir masası olmaz
sahte güvercini vurulur
atı uyuz olur, it peşinde yorulur
dilini eşek arısı sokar
inşallah isviçreye kaçmak zorunda kalır
beslemeleri…
eski kaşer gibi bol delikli
bir korkulukla geçer ömrün
sevgili karın çenesiyle beyninin kalan yerlerini yer
taktığı boynuzlar alnından fırlar
dilerim güdük sevişmeler yaşarsın
ve hep kısır kalır hayatında aşk,
tükenir hayata dair soysuz kelimelerin

bir türlü envantere geçiremediğin
ve küçümsediğin küçük imgeler
küçük kurtçuklara dönüşür
ve kemirir
yüreğinin en çürük yerlerini
linç olur link hatların
ilk fırtınada kopar iletişim kabloların

ve hazımsızlıktan
kabızlığını çektiğin güzel şeylerle
tıkanır
bütün deliklerin

dilerim atlasta bulamazsın
sıkıştığında kaçacağın
yerlerini
ruhsuz muz cumhuriyetlerinin

sanal mafya dolar sitelerine
arazine konuşlanır sadık führer köpekleri
ve dilerim kredisi kesilir
günlük gazetelerinin

temiz toplum gönüllüleri götürür kirli şeylerini
en yeşilciler tüketir, tanrı tanıdığın, tapındığın
yeşil dolarlarını
en çok da mülk zengini
çevreci kart teyzeler kirletir çevreni
can-ı gönülden dilerim

büyüttüğün selülitli bonfilelerini
simli kordelalarla kolajladığın
bakımlı ve obur kedin sarman yer,
kaniş cinsi fifine miras kalır
en besleyici kemiklerin

FİLİSTİN'DE ÇOCUK OLMAK

yıl /dokuzyüzonyedi/
Haydarpaşa’dan kalkan Hicaz treni
Ankara’dan geçerken
dedem Hüseyin’i alırken
dedem artık Gazze toprağıyken
şehitken
bugün ben, Filistin’de çocukken..
..
rotası intiharlı, acil seferleri tehirsiz
bir gemiydim bu kandenizinde
vurulmaktan hiç pirelenmeden dalıp düşüstü
henüz ölmemiş kalbine fidyeler verip yüzen..
acemi ördeği katillerimin
arka bahçelerinin..

/işte ben
hiç lekelenmeden
Filistinli bir çocukla
öyle ölmüştüm, bi güzel

en çok bir kuzuydum ölüm ağıllarında
bir değil çok post çıkardıkları
önce ingiliz sonra şunlar..
ya çok bereketliydim
ya şu kasaplar/ım/ çok hünerli
işte, tükenmedim!

ki yağı doğuya da, batıya da ait olmayan
fanus içinde çerağ
daha ateş dokunmadan yanandım..

şehir güzellerinden Granada’ydım
Selimiye kandilleri gibi
ışıl ışıl, koca bir Zeytindağı..

bir yıldızdım semâda
çarkları arasından geçerken feleğin
ve mekrinden, O her şeyi bilenin..

kutlu zeytin ağacıydım demek
kurşunlandıkça kanı akan

yüksek mühendis değildim yani
üstelik alanı elektronik
hani ölümün şu büyük yan sanayi
niye olmadım bilmiyorum
Nobelli bir nükleer fizikçi meselâ!

belki olurdum
isteseydim, hesaplamayı bir bombanın düşeceği yeri
kaç binayı birden yerin dibine gömeceğini
kaç ananın ciğerini delip
kaç çocuğun kanını dökeceğini!.

kapatıyorum işte, bütün açık hesaplarımı, ölerek
tanrının yardımıyla
masumca..
ölmeseydim kurşunlarıyla
maazallah zalimlerden biri olup
“ilâ cehennemî zümerâ”
defterim dürülüp
yakalanırdım ensemden..

güzel metafordu hani hayatım
insanlık uykularına
almalı bir örneğini ve yapıştırmalı
yalnızlığın/yalnız bırakılmışlığın tam ortasına
ölüm sessizliğinin sözlüğüne
ıssızlıkla aynı satıra
yine kanla!..

belki ağır/kanlı bir film gibi yaşıyorum hayatı, Gazze’de
hani eğlence olsun(!) diye
renklicamlarından savaşı film gibi izleyenlere..

oysa ben, katillerimin hiç bilmediği bir şey biliyordum
adres sormazdı ölüm gittiği yerde
herkese bir ölüm vardı
ölüm herkese..

şu telawşington’un
dünyaya işaret buyurup, forslu forslu
“işte fosforlu bombalarımızın nedeni?!” dediği
şu tanklara taş atan çocuk ve gençlere
şu yiğitlere ben hiç “kötüler!” demedim!.
ne kötüydüm bu yüzden!.
dahası Gazze’de ekmek yokken
çocuklar çağdaş Ebrehe ellerinden
su yerine ateş içerken

şehirleri işgâl edilmiş şu çocukların
ceplerindeki sapan taşlarına
anneleri/sofraları yerin dibine geçirilmiş
kanlı bebek başlarına
bir de şu sion talmutlarına bakıp
“evet!.insan değiller bunlar, ölmeliler!” de demedim..

yemedim yani!
yerseniz siz, buyrun
Kitap açık!

hazır konu “tanrılık taslama” üzerineyken
şu tanrı taslaklarından söz edeyim..
bakmayın saldıkları o taktik /yahova/tik korkularına
o
zırhlara bürünmüş, yüzünü göstermeyen
sürü lügatinde, şalom/şavalak korkak bir sanrıdır
çıkamazken dev sütre gerilerinden..

yüksek beton bloklar ardından burnunu gösteremezken
biraz sıkarken
tek bildiği tepeden çelik kuşlarını salıp ateş yağdırmakken
ölüm kusarken tankları
dünya susarken
ve o sefil lobi olan biteni seyrederken
fildişi kulelerinden
/bebeler ölür, kadınlar
genç adamlar..
elbet günü gelir mahşerin
“niye?!” diye sorulur../

soran soracak diye
şu cüretkâr soruyu sormuyorum ben şimdi de(n)
yalnızca şu kanlı çöle bakıyor
dehşet anlamlar arıyorum..

“bir bedeli olmalı bu /âh/ın!”

şunları yanıltan yed’ullah’ın
şu kippalı canavarları
muhkem kalelerinden çıkartışına
şu /ölüm amca/ların kanlı yuvalarından
şu ölüm kuşlarını uçuruşuna
ve kuma sürüşüne bakıp şu ölümcül tanklarını
bir anlam arıyor
ve buluyorum..

bir /son sürüş/ gibi geliyor bu
bir /ölüm sürüş/ü!..
hani o yarılıp da Kızıldeniz
atalarını Mısır’dan merhamet çıkarışları gibi de değil Tanrının

hiç şüphesiz!

şu tanklar!
“dünyaya meydan okuyan!
titanyum alaşım, yedi kat zırh
ağır çelik aksam, safi çelik merkavalar..”

gözüm öyle görürken
aklım /çelik tabut!/ diyor şunlara, hiç yanılmıyor!
yani ki sapan taşına gelen saf kek/lik/
/safî keklik/

içi yanmasın mazlumların!
her taşın yumuşak bir yanı
her taşkalbin üzerinde bir mühür
ve her zalimin yumuşak bir karnı var..

şu katiller!
midelerine oturacak
en sağlam işkembelerin bile eritemediği
elmas iradeli bir avuç demir leblebiyi
bir avuç tanrı eri elinden
fena yiyecekler!.

fena yiyecektir taş
fena yiyecektir demir
fena yiyecektir kum
ne fena yiyecektir zakkum?!

şu /sorusuzluğun/
şu /soru(n)suzluğumun/
şu /soru(m)suzluğumun/
şu büyük /s o r u m s u z l u ğ u n/ nedeni buydu demek
şu fena yiyecekler!

ne büyüksün tanrım!
ölmez artık Gazzeli çocuk
ben de!
çıkardın ya şunları Ben-î Kureyzâ kalelerinden
sürdün ya çöle
ve çölün ne batak
ağır tank paletlerine!

fena yiyecektir taş
fena yiyecektir demir
fena yiyecektir kum
ne fena yiyecektir zakkum?!

şunlar!.çok fena yiyecekler!
çok fena yenilecekler!.
bir bilseler!.









Diğer Yazıları