Menu
GİRESUN'DA BİRDENBİRE İKİ ŞAİR
Şiir • GİRESUN'DA BİRDENBİRE İKİ ŞAİR

GİRESUN'DA BİRDENBİRE İKİ ŞAİR

Mustafa Akar’ın Küçük Bir Gökada’dan sonraki ikinci şiir kitabı olan Tenezzül’ü okuduğum sırada bir şiir, gerek iki şair arasında gerçekleşen bir atışmayı andırdığı, gerek donanımlı mısralar barındırdığı için gerekse de başlığında kendi memleketimin ismiyle karşılaştığım için dikkatimi çekti ister istemez. ‘Giresun’da Birdenbire Bir Merdiven’ bahsettiğim şiirin ismi. Okunduğunda şiirin bir hikayeye sahip olduğu ve bir mesele etrafında genişlediği hemen fark ediliyor. Bunun yanında ilk mısrasında ‘ismail’ adının geçmesi, bu şiirin iki şair arasında karşılıklı olarak kaleme alındığını gösteriyor okuyucuya. İsmail’in kim olduğunu anlamak ise Mustafa Akar’ı tanıyanlar ve takip edenler için zor olmasa gerek. “Giresun’da Birdenbire Bir Merdiven” şiiri; ‘Tenezzül’ kitabına girmeden çok önceleri, Kırklar dergisinin 2004 yılı Mayıs-Haziran sayısında İsmail Kılıçarslan’ın da aynı ismi taşıyan şiiri ile beraber yayınlanmış, her iki şairin ve aynı zaman da her iki dostun da ortak dertlerinin ürünü olan ve karşılıklı bir atışma şeklinde cereyan eden bir metindir. İki şairin birbirlerine aynı ada sahip şiirler yazması ve bunun bir atışma şeklinde kendini göstermesi denilince akla hemen İsmet Özel ile Ataol Behramoğlu’nun “Yıkılma Sakın” şiirleri gelir. Mustafa Akar ile İsmail Kılıçarslan’ın “Giresun’da Birdenbire Bir Merdiven” şiirleri ise bu alanda bir başka örnek olması açısından önemlidir.

Şiire “sen bu şiiri eninde sonunda yazacaksın ismail” mısrası ile başlıyor Mustafa Akar. İsmail Kılıçarslan ise kendi şiirine “ben bu şiiri eninde sonunda yazacağım mustafa” diye bir giriş yaparak Akar’a cevap veriyor. Her iki şiirde aynı dönemde yazılmalarına rağmen ilk mısralarında İsmail Kılıçarslan’ın imlenmiş olması şiirlere ilişkin ilk işaretin ondan geldiğine delildir adeta. Buna rağmen hangi şiirin daha önce yazıldığını farketmek istersek; şiirinin içerisine “giresun’da birden bire bir merdiven” ifadesini yerleştiren ve bunu başlığa taşıyarak şiirlerin başlığını koymuş olan Akar’ın öncelikli yazdığını söyleyebiliriz sanırım. Şiirler, muhtemelen iki şairin Giresun’da bir merdiven başında aniden karşılaşmaları neticesinde meydana gelen duygusal yoğunluğun yansımalarıdır. Akar, “ezra ve teb şehrinden iki anıt gibi iki şairin karşılaşması” mısrası ile, karşılaşmalarını eski uygarlıkların anıtları ile özdeşleştirerek meseleye yüksek bir değer biçtiğini vurgularken, aynı vurguyu Kılıçarslan ise “bir merdiveni çıkınca birdenbire bir küçük adayla karşılaşmak gibi olacak” mısrasıyla gerçekleştirir. Her ikisi de şair olmalarının yanısıra aynı zaman da iyi birer arkadaştırlar. Mustafa Akar Giresun doğumludur ve orda uzun bir süre yaşamıştır. Buradan yola çıkarak şiirlerin yazılma zamanlarının İsmail Kılıçarslan’ın geçici bir süreliğine Giresun’da bulunduğu zamana denk geldiğini düşünebiliriz

Şiirlerin anlam sahasına karışma denemeleri yaparsak; ikisinin de yazıldıkları dönemdeki mevcut siyasi ve sosyal akıbete dair bir eleştiriyi bünyelerinde barındırıyor olmalarının yanı sıra lokal anlamda adına sağ kesim veya İslami kesim adı verilen oluşumun sürüklendiği seküler yaşam çizgisinin, onların hayat nizamlarını şekillendirdiği / şekillendireceği yönündeki  kimi kaygıları başarıyla yansıttıklarını söylenebilir. Şiirlerin 2000’li yılların başında yazılmış ve yayınlanmış olmasından yola çıkarak iki şairinde meselesinin odağında, İslami çevrede 28 Şubat darbesiyle sahasını genişleten çözülmenin, sekülerleşmenin yoğunluk kazandığı toplumsal atmosfere yönelik eleştirel tavırların  yer aldığını görürüz. Dönem itibariyle 28 şubat sürecinin baskısı devam etmektedir fakat şiirler içe dönük söyleyiş karakterleri nedeniyle bir nevi özeleştiri niteliği taşımaktadırlar.

“bir düşün insanlık dediğimiz şey tam da gelip masamıza konmuşken

kara bir gölge gibi aramızda sağ siyaset, rahmetli turgut özal ve döviz paritesi

ve mesela yalanlar yani pardon kardeşim isa ve harun ve musa ve allah'ın rızası

daha çok kanla mesela daha çok prezervatifle nişantaşında kafelere daha çok gitmekle

dur burada mustafa, biraz soluklan, bir çay iç ve başlasın dem ve kün ve lahavle” (İ.Kılıçarslan)

28 şubat kararlarıyla markaja alınan islami hayat formu; hem bürokratik elit tarafından hem de islami yaşam çizgisini takip ettiği düşünülmekte olan  birtakım grupların ve bireylerin eliyle çözülmeye ve dönüşüme uğratılmıştır. Postmodern darbe adıyla maruf bu darbe, islami kesimin sekülerleşmesine, hassasiyet noktalarının törpülenmesine ve zamanın sosyal, siyasal ve ekonomik şartlarına intibak ettirilmesine giden yoldaki rayları döşemiştir döşemesine ama bu türden bir çözülmeyi boşa çıkarmak için de yeterli direnç gösterilememiştir. Dönemin sembol mağduriyetlerinden en öne çıkanı kuşkusuz ki başörtüsü sorunudur. Mustafa Akar bu yöndeki özeleştirisini şiirin en güzel mısralarından biri olan “niye bu kızlar saçını açtı dünyaya böyle” ifadesi ile kotarmaktadır. Kılıçarslan ise anladığımız kadarıyla kendisini bir nebze de olsa dışında tuttuğu bu kesimi eleştirirken yukarıya aldığım mısralardan faydalanır. Üslubu serttir ve bu sertliğini de şiirde birçok mısrada geçen “lahavle” sözcüğü ile pekiştirme yoluna gider. O, yürürlükteki sistemden rol çalan insanı hedefine alırken Mustafa Akar’ın eleştirisi, toplumun trajik haline yapılan göndermelerle şekillenmektedir daha çok.

“bizi unutuşa kadar parçalayacaklar mı dersin

isa ve hızır ne zaman inecek yeryüzüne

beyazlardan dante’yi bach’lardan our lady’yi niye seçtik

niye bu kızlar saçını açtı dünyaya böyle

sen neden şimdi durup dururken “kan yalnızlığı” dedin” (M. Akar)

“kan yalnızlığı”; İsmail Kılıçarslan’ın bir yanda çektiği yabancılaşma sancılarını  bir yanda da modernizm ile yaşadığı kan uyuşmazlığını aktardığı “çok üzgünüm” şiirinde geçen bir ifadedir. Akar o şiire gönderme de bulunarak arkadaşının yaşadığı yabancılaşmaya dair merakını açık eder böylelikle. Yaşam seyrine dönük birtakım ipuçlarını şiirine yerleştirmekten imtina etmeyen şair, şiirden de anlaşılacağı gibi kendisini İslami kesimden ayrı tutmuyor ve içeriden bir sese sahip olarak kuruyor şiirin dilini. Lakin farklı olarak eylemselliğini ve sosyal savrulmaya karşı azmini ön plana çıkararak başka bir köşede konuşlandırıyor kendini. Fırtınaya tutulmasına rağmen duruşunu muhafaza etme iradesine sahip bir edayla kotarmaktadır şiirini.

“raflara dizili düş reçelleri, bizim yorgun geçmişimiz

uzanıp bir 216 yakıyorum, yalancıktan sirocco esiyor

suda armalar okuyorum: ateş yılgını, yitik bir şey, bogaerde

evlerine ve işyerlerine kapanan İslamcı ağabeylerimiz

biz çiğ fırtınası altında mevdudi okurduk

bir taş plağa özenerek otuz üç kere dönerdi dünya

ben önceden bakma sen tuhaf yığılırdım şiire

gösteri yapan fokları, yitik kavimleri, penelope’yi falan da sevmem hiç” (M. Akar)

Akar, “evlerine ve işyerlerine kapanan İslamcı ağabeylerimiz / biz çiğ fırtınası altında mevdudi okurduk” mısralarıyla durduğu yeri tahkim etmeyi başarıyor. Yorgun bir geçmişe sahiptir şair ve yılmış vaziyette ağırlamaktadır düşlerini artık. “gösteri yapan fokları, yitik kavimleri ve penelope’yi” sevmemesi de fikri ve ahlaki düzlemde bir pazarlama nesnesi olmayı, çözülmeye uğramayı reddetme kararlılığına yatkın olması ile anlamlandırılabilir. Benzer hassasiyetler Kılıçarslan’ın şiirinde de kendini gösterir.

“sığınmak istiyor insan gibi, yapamıyor ne de olsa katlanamıyor kendine, eskiyor

hep beraber susmak istiyor, hep beraber dua, şükür, diğer teknik ayrıntılar” (İ. Kılıçarslan)

Mustafa Akar’ın şiirinin omurgasını oluşturan mısralardan en can alıcısı “niye bu kızlar saçını açtı dünyaya böyle” olurken, bana kalırsa içsel eleştirisinin doruğuna ulaşmış “isa ve hızır ne zaman inecek yeryüzüne / beyazlardan dante’yi bach’lardan our lady’yi niye seçtik” mısraları da şairi anlama çabamızda bize ışık tutacak önemli öğelerdir. Doğu-Batı arasındaki sıkışmışlığımızı ‘dante’ üzerinden okuma yoluna gider şair. Bilindiği gibi Dante, büyük eseri olan İlahi Komedya (La Divina Commedia)’sını;  Cehennem, Araf, Cennet isimli üç ciltten meydana getirmiştir. Hıristiyanlık inancında araf kavramına yer yoktur dolayısıyla Dante bu eserini yazarken İslami kaynaklardan faydalanmıştır. Our lady ise Güney Amerika’da bulunan ve bünyesinde kilise, sinagog ve cami bulunduran bir otelin adıdır. Yani şair, Batı’nın İslami nüanslar taşıyan eserlerini kendimizle ilişik kılmamızın bir sebebe binaen olduğunu ve bu sebebi keşfederek doğu-batı arasındaki sıkışmışlığımıza bir çözüm üretilebileceğini ifade etmeye çalışmaktadır.

Yukarıda şiirlere bakmaya çalıştığımız perspektiften ayrı olarak onları bir de poetik özellikleri bakımından değerlendirmeye tabi tutarsak; Kılıçarslan ve Akar’ın neo epik tarzın sularında seyir ettiklerini söyleyebiliriz. Yalnız Akar’ın şiiri diğerine nazaran imge yönünden kuvvetlendirilmiş yapısıyla farklılık gösterir.  Söyleyiş güzelliğine ve şiirselliğe daha hakimdir. İki şair de Türk şiirinde aynı kuşağa yani 2000’li yıllar şiirine mensuptur. “Giresun’da Birdenbire Bir Merdiven” şiirleri de aynı zamanda yapı özellikleri itibariyle de bulundukları kuşağın şiir anlayışını ele veren çalışmalardır. Akar’ın şiirdeki ironik finali ile bitirelim biz de; “ bırak kocasın dünya, nasıl olsa cennet otuz iki yaşında”

(İkindi Yağmuru Dergisi / Şubat-Mart 2010)