Düşlerimiz nasıl bozuldu?
Bu noktaya nasıl geldik?
Görülmemiş bir geriliğin içine çekiliyoruz.
Ağır ve yavaş.
Sorunlar bizi alt üst ediyor.
Hırpalıyor.
Şaşırtıyor.
Kendimizden geçiyoruz.
Gitmeli mi?
Kalmalı mı?
Hem enlemde hem boylamda.
Dünya geniş.
Kimi zaman kaçıp gidecek yer bulamayız.
Koşarak kaçar gibi oluruz.
Hızlı temponun simgesidir saat.
Vakit nakit.
Hız iktidar.
Sözler renksiz ve sade.
Nefesler tekil ve çoğul.
Yenik ve sakin.
İlgisiz ve hafif.
Gamsız ve kasavetsiz.
Fırtına gelince gelir uzaklaştıramayız.
Hep sokağın köşesinde biter serin esinti.
Dişleri birbirine vuran ayaz başlar.
Cüceler arasında dev.
Devler arasında küçülürüz.
Var olmayan manzara içinde yer almaktan vazgeçmeyiz.
Muğlâk özlemlerimizi dindiremeyiz.
Hepimiz hırsla bir şeylerin peşinde koşarız.
Ya hırsımızı gideremeyip yoksullaşırız.
Ya da giderdiğimizi sanır bu sefer de zengin deliler olup çıkarız.
Gösteriş için tüm hasadı harmanıyla yakarız.
Teşhir ve ifşa kültürü tuşların ucundayken
kime karşı kiminle canhıraş debelenir durur insan.
Akıl etmeyi baskılamış nefsimiz.
Haset beslerken insanı,
farkındalığını yitirmenin girdabında sürünüp çürümekteyiz.
İçimiz gibi dışımızda oyuk ve boştur.
Beklentilerin ve vaatlerin elinde oyuncaktır ikisi de.
Uyuşukluğun içinde beklemeye bırakırız eylemleri.
Psişik dünyada gezinen ölçüsüz tutkuları ve kinleri not edip, tasnifleriz.
Dünyadaki çukurumuz gitgide derinleşirken,
başlar ilerler karanlığa doğru.
Özgürlükler alınır, satılır.
Çamurda başlayan medeniyet kanda biter.
Mayalanırken çürür insan.
Her şeyi unutur, çürüdükçe çürür, kokuşuruz.
Sessizlik terk eder bizi
Kalırız akbaba sesleriyle.
Paylaşmak nedir onu da bilmez insan.
Ya susar ya kaçar.
Belirgin kimliklerimiz ve değerlerimizin olmadığı bir sürece sürükleniriz.
Hiçbir şey beklemezken,
beklediği bir noktada durana dek döner insan.
Tek düzeliğin tadı sızar sıkıntılarımıza.
Tek düzelik, birbirini izleyen günlerin donukluğu.
Dünle bugünün birbirinden farksızlığı.
Ebediyen benimsemiş gibiyiz bunları.
Tatil günlerinin verdiği sonsuz dinginliğin keyfini arar oluruz.
Huzurun kırıntısı ya da yokluğu ile yetiniriz.
“Huzurun bir pahası var”* sözünü unuturuz.
Sınırsız bir hücrenin içine kapatılmış bulduğunda insan kendini,
ansızın bastıran bir duygu gelir.
Ciğerlerimiz derin soluk almak ister.
Çamların serin kokusunu,
Suyun üzerindeki yağmuru,
rüzgârın saçları savuruşunu hissetmeyi bekler.
Çayırlarda neşe içinde meltem kadar tasasız dikilemeyiz.
Ayrık otları kaplar yolları.
Kış kadar aç, hasta ve yorgun, dilenci kadar yoksuluzdur.
Boşuna boş yolculuklara çıkarız, bir limandan öbürüne.
Nereye gittiğini bilmeyen bir insanlık kimseyi beklemez olur.
Şimdiye kadar hiçbir şey kazanabilmiş değiliz sanki.
Yükselen denizi hiç fark etmeden veya hiç dert etmeden.
Küstah ve uysal kavga etmeyi sürdürürüz.
Pusulası şaşmış bir halde gireriz yeni yıllara, yüzyıllara.
Bir kez olsun suyu ve kaynağını aramadan, bulamadan.
Ölümün hafif döşeği yatıştırır bizi artık ve ancak.
Cazibesine kapılırız ölümün…
…Akıl hastaları doğal uyku uyuyamazlar.
Gün ışığına fazla bakarlar.
Biçimsizi, çürüyüşü, çökerten hastalığı görmek için,
yılan ve yalana karşı dikkatlidirler.
Çınarın gölgesi altında hayal ettikleri yemyeşil çayırları görürler.
O aydınlık sabahı ve
ansızın bir söz damlası abartısı duyarlar.
“Artık kalabilirsin. Alnına düşen saçları
Tarayabilirsin. Sönen sular üzerinde
Bakışlarını kaydırabilirsin. Adımlarını
izleyen o çığlık, korkunun
Yankısıdır. Otları tutuşturan kızıl parıltı
Ne savruktur ne de yangının sonudur;
Gün ışığının sinsi sinsi kaçışıdır bu.
Doğmamış düşler gibi yarandan yükselen duman
korkusuz ve gölgesiz yiter yavaş yavaş..
Ne kadar yaklaştığını biliyor musun
hesap gününün?” **
*Epiktetos
**Gatukorsning’den, 1952,s.20 / Nu kan du stanna
Çev. :Lütfi Özkök / Artık Kalabilirsin
Hacettepe Üniversitesi Almanca Biyoloji Öğretmenliği’nden mezun oldu. Aynı üniversitenin Fen Fakültesi Sistematik Zooloji Bölümü’nde yüksek lisans yaptı. TÜBİTAK Deniz Bilimleri Çevre Araştırma Grubu’nun projelerinde araştırmacı olarak çalıştı. Şiirleri halen Edebi Kültür Dergisi sitesinde yayınlanmakta.