Menu
AKIŞKAN MODERNİTEDE KABLOLU KABLOSUZ ONLİNE KİMLİK İNŞASI
Deneme/İnceleme/Eleştiri • AKIŞKAN MODERNİTEDE KABLOLU KABLOSUZ ONLİNE KİMLİK İNŞASI

AKIŞKAN MODERNİTEDE KABLOLU KABLOSUZ ONLİNE KİMLİK İNŞASI

Akışkan modernite, bireylerin mahremiyetlerini korumaları son derece zorlaştırmıştır. Bu nedenle post modern dünyada özel alan tüketilebilir bir meta haline gelirken bireylerin kültürlerini ve kimliklerini korumaları çaba gerektiren bir durum halini almıştır. Sosyal medyada mahremiyet paylaşımları hız kesmeden devam etmektedir. Özel hayatların pervasızca teşhirinin tüketimle ilgili olduğu açıktır. Narsisim kültürünün tırmanışta olmasının nedeni mahremiyet kavramı algısında değişim yaşanmasının bir sonucu olabilir. Yeni iletişim teknolojileri kültürü dijitalleştirmekte ve insanın dünyayı algılama biçimini değiştirmektedir. Teknomedyatik ortamda insanların eylemde bulunurken ahlâkî değerleri geri plana atma eğilimi de artmıştır. Sosyal ağlar kişinin kendini sunumu, sosyal onaylamaya fırsatlar doğurmuş, bireysel narsisim genişleyerek kolektif narsisizme dönüşmüştür. Durum güncellemeleri, fotoğraf ve mesaj paylaşımları narsisim boyutlarında yer alır. Teşhircilik boyutunu da karşımıza çıkarır. Kendilik değerinin abartılmasına olanak sağlar. Sosyal paylaşım ağları mahremiyet kavramının sınırlarının daralmasına ve anlamsal olarak içinin boşalmasına sebebiyet vermektedir. Mahremiyet kavramının üç boyutunda da yani bireysel, mekânsal ve enformasyon boyutunda sınırlar daralmıştır.

Bireyselleşme ile birlikte narsisim kültürünün yükselişi mahremiyetin dışa vurumuna dayalı kültürle örtüşmektedir. Kamusal alan mahremiyet orduları tarafından işgal altında bir alan haline dönüştürülmekte, kamusal alanın öznesi olan insan parçalanmakta ve aşınmaktadır. Kendini bir gruba ait hissetmek uğruna ötekilere karşı dışlayıcı bir tutum almaya başlamıştır. Televizyon ve sosyal ağlarda kamusallık tanımı, özel ve mahrem sorunların teşhire, açığa çıktığı alenileştiği bir alana indirgenmiştir. Bu platformlarda tabu yıkmak, teşhircilik, ifşa etme, mahrem sırların açıklanası, hislerin herkes önünde ortaya konması merak uyandıran cazip şeylerin ortaya konulması gibi davranışlar, kamusal çıkarlara uygun eylemler kodlanıp yer alır. Bu programların içerikleri kamuoyundan onay bekleyen bireysel itirafların dışa vurumu haline gelmeye başlar. Samimiyet ve içtenlik mahrem olanı ifşa etmeye ya da özel sırrı açığa vurmaya indirgenir. Günümüz akışkan dünyasında ise mahremiyet kamusalı yutmuştur. Kamusal alan kişisel dramların oynandığı bireylerin kendi kimliklerini fiyatlandırarak oluşturduğu bir sahnedir artık.

Sosyal ağlarda bireyler, giderek gözetimin gönüllü unsurları haline gelmiş, gözetlenmekten haz duymaya başlamıştır. Sosyal ağlar görmek ve görünmek üzerine işlemekte ve mahremiyetin kamusallaşması fikrini derinleştirmektedir. Yeni sosyal ağlar her yerde görünür olmayı ve gözetlemeyi teşvik etmektedir. İster erkek ister kadın olsun kullanıcılar kendi idealleştirilmiş imgeleriyle birlikte sosyal ağlarda var oluyor ve kendilerini ağlarda seyrediyorlar. Mahremiyetine değer verenlerin topluluktan dışlanacağını, marjinalleştirileceğini, ötekileştirileceğini ve hatta topluluk tarafından suç işlediklerinden şüphe edileceklerini tahmin edebiliriz. Bu nedenle fiziksel, sosyal, psikolojik çıplaklık günümüzün temel gerekliliği gibi sunulmaktadır.

İzlenme ve gözetlenme birey için tehdit değil cezbedicidir. Fark edilme hazzı teşhir edilme korkusunun önüne geçmiştir. Zaman ve mekân arasındaki algının değişmesi, bireylerin diğerlerine ulaşabilmesi için aynı yerde ve aynı anda bulunma zorunluluğunun ortadan  zalkması, teorik olarak kişiyi her an binlerce kişi tarafından izlenebilir hale getirmiştir. 

Narsisist benlik sunumu, idealleştirilmiş benliğin sunumu, vitrinde olma arzusu İnstagram Twitter, Facebook, YouTube vb. deneyimi birçok kullanıcı için öne çıkmaktadır. Sıradan insanların aslında sıradan olmadıklarını kanıtlama çabası olarak tanımlanan süreç söz konusudur.

Kişinin kökleşmiş yetersizliklerini örtmek için imaj oluşturmasını kolaylaştıran zemin oluşturmuştur sosyal ağlar. Yapılan birçok bilimsel çalışmaların verileri ışığında Facebook’un bireylere kendilerini ifade etmeleri ve sahip oldukları narsistik karakter özelliklerini diğer kişilere yansıtma konusunda son derece elverişli bir ortam sunduğu tespit edilmiştir. 1 

Narsisizmin teşhircilik boyutu; gösteriş meraklısı, dış dönük heyecan arama dürtülerini kontrol edemeyen kişilerde bulunan özellikleri de içerir. Kendilerinin biricik olduğuna inanırlar.

Narsistik kişiler; ideallerinde oluşturdukları, kendi şişirilmiş ihtişamlı imajına âşıktır. Empati yapmazlar. Gerçekçi olmayan bir üstünlük duygusu taşırlar, yüksek statüdeki insanlar, yerler ve şeylerle anılmak isterler. Başarı ve becerilerini abartırlar veya yalan söylerler. 

Sosyal ağlar internet kullanıcılarına gerçek yaşamda olmak istedikleri ancak olamadıkları konumları yaratma olanağı sağlar. Bireyin içinde olduğu gerçeklilik ile olmak istediği gerçeklik arasında çelişki vardır. Ağlarda tüketen kıskandıran haset ve özlem uyandıran çekici benlerin sunumu olduğu, paylaşımların teşhir ve tüketimle bağlantılı olduğu aşikârdır. Teşhir edilenler AVM‘lerde satın alınan metalar, yenilen, içilen “trend “olan mekânlar, cafeler restoranlar vb., gezilen görülen, yurt içinde yurt dışında ”in” olmuş şehirler olmaktadır. Yeni “photoshop “ teknikleri kullanılarak kişi hayalindeki evde ,arabada, ülkede kendini göstererek onay ve beğeni beklemekte narsistik kişiliğini beslemektedir.

Kişiler gönüllü köleler olarak kendisinin gözetlenmesine izin vermekte, zorlama ve baskıolmaksızın hem de tüm mahrem bilgileri Twitter, İnstagram, Facebook veri tabanına mahremiyet hakkını yok ederek gönüllü olarak devretmektedir. Fark edilme hazzı kendini metaya dönüştürme arzusu ile birleşmiştir. Sosyal ağlar sayesinde yeni benlikler edinerek eski yetersiz benliklerden hızla kurtularak kaygılarını azaltmaktadır.

Kişi, hayat sıkıcıysa, anlardan oluşan bir hayatı montajlayarak, hayatından sıkıcı boğucu vehatta utandırıcı kısımları eleyip cazip olanları alarak “persona”sını oluşturabilmektedir. Jung’un kuramında dört arketipten biri olan persona arketipi; bir toplumsal yaşamda diğer insanlar arasına karışabilmek amacıyla kişinin takmayı uygun bulduğu maskeleri simgeler. 

Jung’a göre tüketim toplumu doğrudan personalar üzerine kurulmuştur. Sizden takmanızı istediğiniz maskeler hazırdır ve o maskeleri takmadığınız sürece bu toplumda yer almanız imkânsızdır. Sosyal yaşamın dayattığı kıyafet seçimleri, davranış kalıpları veya kullanmanızı istedikleri sözcükler, personanın yapısını oluşturur. 

Hannah Arendt, bu çağda imgemiz artık gerçek benimizin ötesindedir. İmgemiz artık performansımızdır. Performansımıza göre görünür hale gelir, tanınır ve derecelendiriliriz der. Sonu gelmeyen doyurulmayan tutkularla bireyler sıradanlaşma özgürlüğünü mutluluk olarak deneyimlemektedir.

Akışkan çağın bireyleri her şeye yetişmek istemektedir, doyumsuzdur, yapacak çok şey vardır fakat zamanı azdır. Konsantrasyon ve tefekkür, yerini niteliğin değersizleştiği bir çağa bırakmaktadır. İnsani ilişkilerinde içtenlik, süreklilik, sosyal dayanışma, birlikte duygu paylaşımı anlamını yitirmekte ve zedelenmektedir. Sahip olmak üzerine bir yaşam kurulmaktadır. Yeni dünyada benlik, satın alınan seçilen nesneler aracılığıyla inşa edilir hale gelmiştir. Seçimlerin önemi bireylerin toplumsal alandaki başarılarını, statülerini ve hatta kimliklerini sembolize etmelerinden kaynaklanır. Nesneler arasında seçim yaparken verdikleri haz ölçüsüne dayalı seçim yapılır. Mutluluk, arzunun nesneden nesneye geçmesi olarak hissedilir. Duyusal anlık hazzın peşinden gitmek tüketim özgürlüğüdür.

Baudrillard, “Tüketen insan seçimlerini her seferinde daha geniş havuzlardan yapan insan, özgürleştiğini düşünen insan, kendisini ekonomik iktidara teslim etmiş olur. Hazların çoğaltılması insanların kontrol altında tutulmasını kolaylaştırır. İnsanlar özgürlüklerini kazanmak istiyorlarsa ortak iyiye yönelik ahlâkî sorumlulukların yeniden seslendirilmesi ve dayanışmanın sağlanması gerekir” diyerek hazların tüketimin temel kaynağı olduğunun altını çizer.

Kişi, tanınmış bir mağazadan aldığı nesnelerle herkesin içinde güvenle gösteriş yapabilir, tanınır, onaylanır ve beğenilirse yüksek bir statü kazanacağından emindir. Sokakta bu nesnelerle havalı yürümenin amacı kendini iyi hissettiren bütün nesnelere ulaşmaktır. Herkesçe tanınan ve saygı duyulan markalarla ortaya çıkarılan bir mutluluktur bu. Satın alınmış nesnelerden oluşan bir kimliğin cazibesi harcanan paranın miktarına göre artar veyaazalır. Güveni ve mutluluğu markalara ya da gösterişli mağazalara yatırmış kişilerin geleceği de ipotek altındadır demektir.

Büyük markaların vaatleri kişinin yaptığını, yapmayı hayal edip başarısız olan diğerlerini ezmeyi ve aşağılamayı hatta hor görmeyi sağlayarak bu şekilde diğerlerinden bir adım önde olma şeklindedir.

Ticari sitelerin kataloglarında satacakları her yeni ürün için; hiçbir çaba ve yetenek gerektirmez saniyeler içinde tek dokunuşla keyifli alışveriş yapma vaatleri verirler. Bekleme davranışı, bekleme zorunluluğu yerini hemen kavramına bırakmıştır. Çorba yapmaya bile vakit ayrılmaz. Zaman kazanma uğruna hızlı çekim bir yaşam vaat edilir. Zaman kazanma uğrunu hızlandırılan bir yaşam için hazır yemek şirketlerinden sipariş vermek “trend “olur.

Kendi becerilerimiz, adanmışlıklarımızla zor kazandığımız marifetler, zaman harcayarak elde ettiğimiz sonuçlar, bir tuş ve kredi kartı ile zamanla yitirilir. Yeni beceriler kazanma ve uzmanlaşma hüneri yitip gider ve özsaygının oluşturduğu mutluluğun yerine bir şey konamadığı için ustalık yeteneğini tatmin etme zevki de söner. Pazardan veya marketten alınan ürünlerle hüner ve zaman gerektiren yemeklerle donatılmış masa etrafında toplanmak veya kişinin umutlarını korkularını düşüncelerini zaman ayırarak şefkatle ve ilgiyle dinlemek ve empati yapmak özveri gerektirir. Bu özverinin bilincinde olmak mutluluğu artıran esas kısımdır. Tam da bu noktada Bauman, tüketim toplumunda kişilerin mutlu olmak için daha çok para harcadıklarını, sevgiye dair ilişkilerini  maddeleştirdiklerini ve karşılıklı empatiyi kuramadıklarını belirtir.

Tüketim çılgınlığını dayatan yaşam tarzında en küçük bir kişisel zahmeti bile kabullenmekte gönülsüz olunur. İstekler engellendiğinde, karşılanmadığında öfkenin itici gücü, daha üstün daha güvenli ve daha risksiz bir tüketim arzusu doğurur. Tüketim çılgınlığına kapılanlar ahlâkçı birey yerine hazcı bireylere dönüşürler.

Ticaretin amacı her zaman olası her hazzı pazarlamak ve olabildiğince çok kişiye satmaktır. İnsanlar satın aldıkları şeylerin veya harcamaların cennet olduğuna inandırılırlar. Bu şekilde haz parasallaştırılmıştır. Ne var ki bize ticaret tarafından gitgide artan bir şekilde önerilen şey haz değil onun yeniden üretimidir. Yani gerçek portakal suyu değil, kutu meyve suyudur, dere kenarında öten bülbül değil, ses kaydı alınmış bülbüldür.

Yaşamın değerini artıran şeyler parasal olmayan alandan meta piyasasına geçmeye başlaması gittikçe artan bir ivmeyle hızlanırken içten insan ilişkilerinin oluşturduğu değerler azalmaya başlar. Bunların yerine geçebilecek daha pahalı şeyler almak için daha fazla para kazanmaya yönelik vakit harcar. O zaman mutluluğa giden yolda bitiş çizgisi yoktur. Araçlar amaca dönüşmüştür. Bitkinlikten ölene kadar amaçlanan yolda ilerlemek kalır geriye, kendi zevklerini göz ardı ederek.

Mutsuzluk tehdidine kaşı en hassas kişiler tepeyle en dip arasında bulunan aradaki insanlardır. Üst sınıflar kendi üstün konumlarını korumak için neredeyse hiçbir şey yapmaya gerek duymaz, alt sınıflarda kötü talihlerinden kurtulmak için neredeyse hiçbir şey yapmaz. Oysa orta sınıflar için imrendikleri ancak sahip olamadıkları şeyler, ele geçirebilecekleri şeyler gibi görünürken sahip oldukları ve keyfini sürdükleri şeyler en ufak bir dikkatsizlikte kayıp gidecekmiş gibidir. Onlar sürekli kaygı halinde yaşamak zorundadır ve mutsuzluk korkusu ile görünürde güven dolu olan keyifli fasılalar arsında salınır dururlar. Orta sınıf ailelerin çocukları kazandıklarını yitirmemek için, düşüş veya toplumsal sınıftan dışlanmamak için sürekli çalışmaları gerekecektir. Benzerlerinden ayrılmayan piyasa ortamında kendi yolunu bulmuş belli bir kariyere ve paraya kavuşmuş topluma göre kendini kurtarmış bir birey portreleri taşırlar. Orta sınıf çalışanları piyasalaştırılmış bir hayat yaşar her şeyi hızla alır tüketir, yeni tüketim nesneleri bekler. Tüketen insanları birbirinden ayıran aldıkları ürünler olmuştur artık. A marka cep telefonu kişiyi X statüsüne koyarken B marka cep telefonu kişiyi Y statüsüne yerleştirir. Bu şekilde insanlar kimlik oluşumunu tüketime bağlamış olur. Bu durum küresel ölçekte yayılım göstererek bir örnekçi kültüre katkı sağlar.

Satın alma gücü uyuşturucu maddeler kadar alışkanlık yapıcıdır ve sonuçta tehlikelidir. İnsan yeterince tatmin olmadan ölür. Uyuşturucuya tolerans geliştiğinde daha fazla alma ihtiyacı olur, maddeyi bulamazsa düşkünlük görülür. İnsanlar gerçekte ihtiyaç duymadıkları şeyleri satın alabilmek için nefret ettikleri işlerde bile çalışabilirler. 

Modern birey geldiği noktada bir yerden sonra hegemon kültüre ve onun oluşturduğu kültüre teslim olmuştur ve kimlik tanımı fark edilirliğe bağlanmıştır. Postmodern dünyada bireylerin kurdukları sosyal ilişkiler, hiyerarşiler tüketim performanslarına göre değişim göstermektedir.

Satın alınan malların gösterge işlevi ön plandadır. Sosyal ağa bağlı olan çok sayıda insan dijital kimliklerinin yarattığı girdapta kayıp kimlik sendromu yaşamaktadır. Sosyal mekânlarda oluşan kimlikler sanallaşmaktadır. Yaşamdan soyutlanan birey sanal ortamda kendini yeniden tanımlama çabasına girmektedir. 

Günümüz dünyası akışkanlık niteliğindedir. Bu da günümüzü tekinsiz, belirsiz, güvensiz kılmaktadır. Akışkan modernitede kimlikler de akışkandır. Bu duruda bireyin kendini anlama ve tanımlaması da boşluğa düşer. Tamamlanmamış, özsüz bir kimlik oluşumu söz konusudur. Çağın insanını tanımak için bir süre dış dünyaya kendini kapatıp tefekkür etmek, okumak, araştırmak gerekir. Bilinçli birey kalabilmek için kendini özgür kılmalıdır yani birey sahip olma yerine var olma bilincini geliştirmelidir. Seneca “Mutlu Yaşam Üzerine “adlı eserinde “Bir insan kendi ruhuna derin bir nefes alma ve kendine çekilme imkânı tanırsa gerçeği kabullenecek” diyerek doğruyu ve mutluluğu bulacağını söyler.

İyi bir yaşam ne zenginlikte ne şöhrette ne de sefahattedir. İnsanının doğasının gereği olarak dürtüleri ve eylemleri yönetecek, sıkı çalışma, özveri dürüstlük, şeref, şefkat, tutumluluk, hoşgörü, alçakgönüllülük, sadelik, güzel ahlâk gibi ilkeler edinmelidir. Zihin tutkularından kurtulursa sağlam bir kaleye dönüşür. Mutlu bir yaşamın sırrı, sakıncalı yolları bilip sakınmak, tutkuları dizginlemek ve aklı kullanmaktır. Sosyal ağ kullanımı kişinin kendi otokontrolüne bağlı bir durum olarak da değerlendirilebilir. Yani aracın amaca uygun kullanımı göz ardı edilmemelidir.

Seneca’nın, Lucilius’a Mektuplar’ında, ”Bilge Ne İle Uğraşmalı” başlıklı yazısından alıntıladığım cümleler konu üzerinde daha etkili düşünmemize katkı sağlayabilir.

“Bin bir yorgunluk, bin bir güçlükten sonra, pek geç bulduğum doğru yolu gösteriyorum. Ve şunu haykırıyorum: kalabalığın hoşuna gidenden; size talihten gelenden sakınınız. Talihten gelen nimete güvenmeyiniz. Onun önünde ürperiniz ve irkiliniz. Hayvanlarla, balıklara bakınız: bir yem ümidiyle nasıl avlanıyorlar, görünüz. Talih lûtfu demeyiniz, bir tuzak deyiniz. Rahat bir hayat istiyorsak, elden geldiği kadar çekici bir yem içinde gizli aldatıcı nimetlerden sakınmalıyız. Ne budalalık! Onları yakaladığımızı sanıyoruz. Hâlbuki yakalanan biziz. Böyle koşarken uçuruma yuvarlanıyoruz. Bu yükseklerde çıkar tek bir hayat yolu vardır: o da uçurumdur. Öyle ki mutluluğa kavuşsak bile, yine kendimizi tutamayız. Çünkü o bizi kendisi ile birlikte uçuruma doğru sürükler. Ya karşı koymak yahut da kaçmak lazımdır. Çünkü talih bizi yalnız yere atmakla kalmaz, çiğner ve ezer de.” (Mehmet Karasan, 1949, Büyük Feylesoflar Antolojisi – I, s.106 )


Not: Bauman’a göre bugünün modernitesi akışkan, hafif ve ağ gibi yayılabilmektedir. Konunun muhataplarının bilgi dünyasını zenginleştireceğini düşündüğüm kaynakların bazılarını aşağıda belirttim.


1 Tarkan Oğuz, Çağdaş Narkisisos’lar: Facebook Kullanım Alışkanlıkları ve Narsisizm, Selçuk İletişim, 2016.

Zygmunt Bauman, Yaşam Sanatı, 2008

Epokhé, Sosyal Bilimler Dergisi, Zygmunt Bauman Cilt 1, Sayı 1, 2017

John Fowles, Aristos, 2000, Yaşam Üzerine Notlar

Hakan Övünç Ongur, Tüketim Toplumu Nevrotik Kültür ve Dövüş Kulübü, 2011

Ayşegül Elif Karagülle, İstanbul, Ocak 2015, Yüksek Lisans Tezi, Günümüzde Değişen

Mahremiyet Algısının Sosyal Ağlar Bağlamında İncelenmesi

Mehmet Emin Şimşek, Erzurum,2014, Yüksek Lisans Tezi, Moderniteden Postmoderniteye

Uzanan Bir Köprü

FATMA LEYLÂ

Hacettepe Üniversitesi Almanca Biyoloji Öğretmenliği’nden mezun oldu. Aynı üniversitenin Fen Fakültesi Sistematik Zooloji Bölümü’nde yüksek lisans yaptı. TÜBİTAK Deniz Bilimleri Çevre Araştırma Grubu’nun projelerinde araştırmacı olarak çalıştı. Şiirleri halen Edebi Kültür Dergisi sitesinde yayınlanmakta.