Menu
TÜRK EDEBİYATINDA MENSUR ŞİİRİN İSİM BABASI: HALİD ZİYA UŞAKLIGİL
Deneme/İnceleme/Eleştiri • TÜRK EDEBİYATINDA MENSUR ŞİİRİN İSİM BABASI: HALİD ZİYA UŞAKLIGİL

TÜRK EDEBİYATINDA MENSUR ŞİİRİN İSİM BABASI: HALİD ZİYA UŞAKLIGİL

Ey ye’s-âlûd kalpler! Ey medfen-i sürûr mezarlar!

Sizin tahayyülünüz beni girye-nâk ediyor. Sizi düşünüyorum. Size ağlıyorum.

Ey muzlim dünyalar, ben sizin hazîn bir seyyârınızım; sizi temâşâ ediyorum.

Hâlinizden lerze-nâkim, manzaranız bana îrâs-ı haşyet ediyor.

Siz öyle dünyalarsınız ki memâtlara cây-i hayatsınız, neş’e –yâb-ı hayat olanların tard ü teb’îd

ettikleri gamlar, hüzünler size iltica ediyor.

Siz ye’sler içinde galtân, hüzünler içinde giryân âfethânelersiniz

Çarpın! Ey kalb-i ye’s – bünyâd! Tasvirinin karşısında çarpın!

Çâk çâk ol! Vücudun bana bâr geliyor... Sen bir mezarsın!

(“Bir Kalp Ki Bir Mezar” adlı mensur şiirden s. 48 )

Türk edebiyatının usta romancısı Halid Ziya Uşaklıgil’in Mensur Şiirler adlı eseri yayımlandığı tarihten itibaren hem birçok edebî tartışmaya konu olması hem de daha sonraki dönemlerde diğer edebiyatçılarımıza örnek olması açısından Türk edebiyatında önemli bir yeri vardır. Mensur şiirin isim babası unvanını taşıması hasebiyle Halid Ziya Uşaklıgil’in Mensur şiirler ve Mezardan Sesler adlı eserini inceleme kapsamına aldık.

Mensur şiir, edebî bir tür olarak Fransız edebiyatında XIX. yüzyılın ortalarında ortaya çıkıp yaygınlık kazanmıştır. İlk önceleri Fransız edebiyatının güçlü kalemleri bu türde eserler vermiş daha sonra Batı edebiyatında görülmeye başlanmıştır. Türk edebiyatına XIX. yüzyılda hem Fransız edebiyatı hem de Batı edebiyatından yapılan tercümeler yoluyla yenileşmenin ikinci nesli ile “Ara Nesil” döneminde giren mensur şiir, edebî dönemler içerisinde çeşitli kelime gruplarıyla anılmış, Servet-i Fünûn ve II. Meşrutiyet dönemlerinde çok sayıda yazarın tecrübe ettiği edebî türlerden biri olmuştur. Cumhuriyet dönemi şair ve yazarlarının da zaman zaman denediği mensur şiir, bu dönem içerisinde pek fazla ilgi görmemiş, zamanla bu dönemin güçlü kalemlerinin sürdürdüğü ve temsil ettiği edebi tür olmaktan uzaklaşmıştır.  Hikâye, roman ve şiirin yanında geniş bir alan bulamadan günümüze kadar varlığını sürdürmüştür.

Türk Edebiyatı içerisinde XIX. yüzyılın sonlarına doğru veznin ve kafiyenin şiir için mutlaka gerekli olup olmadığına dair öne sürülen fikirler edebiyatımızda “mensur şiir “türüne zemin hazırlayan ilk kıpırtılar olarak değerlendirilebilir. Örneğin Abdulhak Hamid’in “nesir” ve “nazım” dışında “mukaffâ” adını verdiği yeni bir tür oluşturma yolunda Recâizade Mahmud Ekrem’e yazmış olduğu bir mektup önemlidir. 

“Fransızca’da ‘en prose’, ’en vers ‘ yollarından başka bir de ‘en rime’ yolu var.(…) (Türkçede nazım ve nesirden başka mukaffa namıyla bir ‘genre’ daha ihdasa çalışıyorsun diyorsun. İhdâs benim işim değil amma, ihdâs olunsa fena mı olur? İhdâs olunsa da-manzûm ve mensûrdan fazla olarak ismine mukaffâ yahud müheccâ denilse olmaz mı? (…) Benim maksadım –işte içimdekini söyleyeyim –hecâya da pek itibar etmeyerek, nesre de benzememek şartıyla, mukaffâ namında bir ‘genre’ ihdas etmektir.”

Recâizade Mahmud Ekrem’in Takdîr-i Elhân’da “Bir söz şiir addolunabilmek için velev fikre ne derece parlak olursa olsun, kendisinde şeklen iki şartın vücûdu iktizâ eder. Bunlardan birisi vezin olduğunda şüphe yoktur. Diğeri ne olsa gerek? Elbette kafiyedir.” şeklindeki ifadelerinden sonra “Zerrâttan şümûsa kadar her güzel şey şiirdir.” diyerek şiiri hassaten “fikir” ”his” ve “hayal” güzelliğinde arama tavrının yanı sıra, yine Takdîr-i Elhân’da: “Her mevzûn ve mukaffâ lakırdı şiir olmak lâzım gelmez. Her şiir, mevzûn ve mukaffâ bulunmak iktizâ etmediği gibi” ifadeleriyle kafiyesiz ve vezinsiz de şiir olabileceği şeklindeki düşünceleri yeni Türk edebiyatını mensur şiire hazırlayan açılımlardır. Bu dönemde mensur şiir karşılığı olarak kullanılan adlandırmalardan birisi olan nesr-i muhayyel terkibi de Recâizade Mahmud Ekrem’in mahsulüdür. 

Bu arada edebiyatçılarımızın Shakspeare,Victor Hugo, Lamartine, Alfred de Musset, Goethe vs. gibi Batılı şairlerin manzum eserlerini mensur olarak Türkçeye çevirme çalışmaları da bir manzum eseri dar bir çerçevede mensur olarak düşünüp yoğunlaşmalarını sağlaması ve şiiriyete nesirle de ulaşılabileceğinin tecrübelerini vermesi açısından onların kalemlerini mensur şiire hazırlayan denemeler yani hazırlıklar olarak görülebilir. (1862-1910 yılları arasında Victor Hugo’dan Türkçeye yapılan mensur çeviriler için Zeynep Kerman’ın çalışmalarına ve İnci Enginün’ün Tanzimat devrinde Shakspeare tercümeleri ve tesiri ile ilgili çalışmalarına yine Nedret Pınar’ın 1900-1983 yılları arasında Türkçede Goethe ve Faust tercümeleri üzerinde yaptığı çalışmalara bakılabilir .) 

Mensur şiirin bir edebi tür olarak görülmeye başlamasındaki en önemli tesir, Batı edebiyatında bu türün yaygınlaşmaya başlaması ve şairlerimizin de bundan haberdar olmasıdır. XIX. yüzyılda Türk edebiyatının en fazla tesirinde kaldığı edebiyat Fransız edebiyatıdır.

Baudelaire, Rimbaud ve Mallermé gibi Fransız şairlerin Türk edebiyatı üzerindeki etkisi Servet-i Fünûn dönemiyle XX. yüzyılda şiir alanında olur.

Fransa’da 1842’ye kadar Fénelon’un romanı Télémaque, Montesquineu’un Gnide Mabedi gibi eserlerin adı geçtiği kaynaklarda “prose poétiqe” adıyla anılan bir takım edebi eserlerden sonra, bağımsız bir edebi tür olarak mensur şiirin ilk örnekleri “poéme en prose” adıyla, Aloysius Bertrand’ın 1842’de yayımlanan Gaspard de la Nuit (Gecelerin Gaspardı) adlı eseriyle kendini gösterir. Ardından Maurice de Guérin’in Le Centaure ve La Bacchante adlı eserleri yayınlanır. Bertrand’ın eseri Baudelaire, Arthur Rimbaud, Stéphane Mallerme, Isidore Bucasse gibi şairlerin ilgisini çeker ve mensur şiir özellikle Baudelaire’in 1855’ten itibaren çeşitli gazete ve dergilerde yayımladığı Paris Sıkıntısı adlı eserinin bir bölümü olarak Petits Poémes en prose (Küçük Mensur Şiirler) ile Fransız edebiyatında yaygınlık kazanır. 

Baudelaire’de sonra bu edebi türün Fransız edebiyatında yayılmasını sağlayan isimler arasında Renkli Gravürler ve Cehennemde Bir Mevsim adlı eserlerin sahibi Rimbaud ile Hezeyanlar adlı eserin sahibi Mallerme’dir. Paul Claudel, Andre Gide ve Marcel Proust da gençlik dönemlerinde “poeme en prose“ yazmış önemli isimlerdir.

XIX. yüzyılın sonlarına doğru poeme en prose (mensûr şiir) Batı edebiyatında yaygın olarak görülmeye başlar. İngiltere’de İngiliz Posta Arabası eseri ile Thomas De Quincey, Alman edebiyatında Hölderlin, Stefan George ve Rainer Maria Rilke, İspanya da G. Adolfo Becquer Danimarka’da Jens P. Jacobsen Amerika da Edgar Allan Poe Rus edebiyatında Eşik Mensur Şiirler eseriyle Turgenyev bu türün önde gelen isimleri olmuştur.

Mensur şiiri ilk defa yazarak ortaya çıkmasını sağlayan Aloysius Bertrand, Gaspard de la Nuit adlı eserini “yeni bir düzyazı biçimini yazmayı denediğim bu kitap...” diye tanıtır. Sonra ekler, “bu el yazması, saf ve anlamlı notayı veren çalgıyı buluncaya kadar dudaklarımın nice saz denemiş olduğunu, ışık –gölge dağılımının alaca tanyerinin ortaya çıktığını görünceye kadar tuval üzerinde nice fırça eskittiğimi söyleyecektir size. Ahenk ve rengin değişik ve belki de yeni uygulamaları işte buraya yazılmıştır, didinmelerimin elde ettiği biricik sonuç ve biricik ödül. Okuyun onu.” şeklinde mensur şiirin özelliklerini de gösterir şekilde okuyucuya takdim eder. (Aloysius Bertrand, Gaspard de la nuit, çev. Özdemir İnce1999 s.6) Charles Baudelaire mensur şiir alanında eser veren, yaygınlaşmasını sağlayan aynı zamanda mensur şiire poetik bir anlam yükleyen şairdir. Charles Baudelaire, zaman içinde dünya şiirinin en önemli başyapıtları arasında yer alacak olan Kötülük Çiçekleri’ni yayımladığı yıl, ona koşut bir yapıt “düz yazı şiirler” den oluşacak bir kitap tasarlar. Önünde de güzel bir örnek vardır: Aloysius Bertrand’ın düzyazı şiirlerini bir araya getiren Gaspard de la Nuit’si (1842), eski zaman yaşamını büyük bir incelik ve benzerine az rastlanır bir biçem ustalığıyla betimleyen, bu arada yazarının gerçeküstücülüğün öncüleri arasında sayılmasına neden olan bir yapıt, ancak 1869’da kitap olarak yayımlanan ve iki ayrı adla, Petits poémes en prose (Küçük Düzyazı Şiirler) ya da Spleen de Paris (Paris Sıkıntısı) adıyla anılan bu yapıtı, dostu Arséne Houssaye’e (1862 ‘de La Presse’i yönetmekteydi) yazdığı mektupla eseriyle ilgili şunları söyler Baudelaire;

“Sevgili dostum, size küçük bir yapıt yolluyorum. Bu küçük yapıtın başı sonu bulunmadığını söyleyenler biraz haksızlık etmiş olurlar, öyle ya, bu yapıtta her şey aynı zamanda hem baş, hem de kuyruktur tersine, almaşık ve karşılıklı olarak. Bir düşünün lütfen, bu düzen hepimize, size, bana ve okura ne hayranlık verici kolaylıklar sağlayacak. İstediğimiz yerinden kesebiliriz, ben düşümü, siz müsveddeyi, okur da okumasını, çünkü onun dik kafalı istemini gereksiz bir olay örgüsünün sonu gelmez ipiyle bağlamıyorum. Bir omuru kaldırın, bu eğri büğrü düşlemin iki parçası hiçbir çaba gerekmeden birleşiverecektir. Doğrayıp birçok parçaya ayırın, göreceksiniz, her biri kendi başına da var olabilmektedir. Bu parçacıklardan bir kaçı hoşunuza gidecek, sizi eğlendirecek kadar canlı olur umuduyla, tüm yılanı size armağan etmeyi göze alıyorum.

Küçük bir giz vereceğim size. Aloysius Bertrand’ın ünlü Gaspard de la Nuit’sini belki yirminci kez karıştırırken, buna benzer bir şey denemek, onun öylesine şaşılası, öylesine çekici bir biçimde eski yaşamın çiziminde uyguladığı yöntemi yeni yaşamı, daha doğrusu yeni ve daha soyut bir yaşamı anlatmada uygulamak geldi usuma. 

Uyumu uyağı olmadan da şiirli, ezgili olan, ruhun içli devinimlerine, imgelemin dalgalanmalarına, bilincin çarpıntılarına uyacak kadar kıvrak ve çarpıntılı bir şiirsel düzyazı tansığını hırslı günlerimizde hangimiz düşlemedik?

Bu saplantılı ülkü her şeyden önce kocaman kentlerle haşır neşir olmaktan ,onların sayısız bağlantılarının rastlaşımından doğar. Camcı’nın cırlak bağrışını bir şarkı biçiminde vermeyi bu bağrışın sokağın en yüksek sisleri arasından çatı katlarına dek yolladığı hüzünlü esinleri içli bir düzyazıda anlatmayı siz de denemediniz mi, sevgili dostum? 

Ama doğrusunu söylemek gerekirse, kıskançlığımın bana uğur getirmemiş olmasından korkuyorum. Bu çalışmaya başlar başlamaz, yalnızca gizemli ve parlak örneğinden çok uzak kaldığımı değil, alabildiğine farklı bir şey (buna bir şey denebilirse) yaptığımı da anladım. Böyle bir olgu benden başka herkese gurur verirdi kuşkusuz, ama yapmayı tasarladığını tam tasarladığı gibi yapmayı ozanın en büyük mutluluğu sayan bir insanı ancak derinden derine yaralar.” (Paris Sıkıntısı, Charles Baudelaire, s.15, çev. Tahsin Yücel) 

Baudelaire’in yazdığı bu mektup, onun mensur şiir alanında yapmak istediklerinin yanında mensur şiir anlayışını ve türün özelliklerini anlamamıza yarayacak içeriktedir. Mensur şiir de diğer edebî türler gibi, başlığı başlangıcı ve bitişiyle müstakil bir edebi türdür. 

Mensur şiir Batı edebiyatının bir mahsulüdür. Fransızcadaki “poéme en prose” söz grubu Türkçedeki “mensur şiir” adlandırmasıyla ve kavramıyla uygunluk gösterir. Çünkü Türkçedeki “mensur şiir” Fransızcadaki “poéme en prose”in karşılığı olarak tercüme bir adlandırma özelliği taşımaktadır.

Recaizade Mahmut Ekrem’in “nesr-i muhayyel” dediği “mensûr şiir” başlangıçta Türkçede, özellikle Ara Nesil döneminde, Fransızca “poéme en prose” karşılığı olarak “nesr-i muhayyel”, ”nesr-i şairâne”, “nesr-i şi’r-âmiz”, ”nesr-i nazm-âmiz”, ”mensûre”,”nesr-i hayalî”, “nesrâ-i şiir-âmiz” gibi birbirine benzer kelime ve kelime gruplarıyla karşılanır. ”Mensûr şiir” adı ancak 1886’da Halit Ziya’nın Hizmet gazetesinde yazdığı ve daha sonra “Mensûr Şiirler” başlığı altında topladığı örneklerle karşımıza çıkacaktır. Servet-i Fünûn ve II. Meşrutiyet yıllarında daha çok “mensur şiir” kelime grubu tercih edilir ve türün adı olarak yaygınlaşır. Cumhuriyet döneminde ise uzun yıllar kullanılan bu kelime grubunun yanında, yakın yıllarda bazı yazarların kaleminde onun yerine “şairane nesir”, “düzyazı şiir”, ”yazı şiirler”, ”düz anlatım şiiri”, “düz şiir”, ”şiirsel düzyazı”, ”şiirsel metin” gibi çeşitli adlandırmalar teklif edilir ve kullanılır. Türk Dil Kurumu sözlüğündeki mensur şiir karşılığı ise “şiirce” kelimesi olarak kaydedilmiştir. Tüm bunlar henüz bu edebi türün adlandırılmasında ve özelliklerinde uzlaşma sağlanamadığını göstermektedir.

Türk edebiyatında, mensur şiir türünün en başarılı ve kalıcı örnekleri Halid Ziya’nın 1886 yılında Hizmet gazetesinde yazdığı ve daha sonra Mensûr Şiirler başlığı ile topladığı örneklerle ile karşımıza çıkarken, Arap edebiyatında ise bizden çok sonraki yıllarda yazılmıştır. Lübnan asıllı şair Emin er-Reyhânî, Cibrân Halîl Cibrân, Fars edebiyatında Ahmed-i Şamlû sayılabilir.

Halid Ziya’dan önce Recâizade Mahmud Ekrem’in Nağme-i Seher ve Zemzeme’lerindeki mensurelerine, Envar-ı Zekâ ve Şark dergilerinde Mustafa Reşid’in, Tercümân-ı Hakîkat, Şafak ve Saâdet’te de Mehmet Celâl‘in bu türde yazdığı denemelerine rastlarız. Muallim Nâci’nin Tercümân–ı Hakîkat’deki “Edebiyat” sütununa gönderdiği ilk gençlik devresinin mensûre denemeleri de vardır. 

Bu edebi türün kabul görmesinde Recâizade Mahmud Ekrem’in Takdîr-i Elhân ‘daki: “Her mevzûn ve mukaffâ bulunmak iktizâ etmediği gibi” ve yine “Bendenizce kafiyesiz şiir yazmaktan ise nesr-i muhayyel yolunda tasvîr-i merâm etmek evlâ ve efdaldir. Nesr-i muhayyel ise mevzûn değil iken, adeta tavr-ı şi’ri alabiliyor.” cümlesindeki edebî fetvâsı etkili olmuştur.

Halid Ziya yazılarında 13 Kasım 1886’ya kadar “mensur şiir “ isimlendirmesini kullanmaz. Yazar, İzmir yıllarında seri olarak yazdığı yazılarını 13 Kasım 1886’da Hizmet gazetesinde “Mensûr Şiir” adı altında yayımlar. Gazetenin her sayısında birer ikişer olmak üzere toplamda 48 adet eseri 25 Eylül 1887’ye kadar yayımlanır. Daha sonra bu eserler 1891’de Hizmet Gazetesi Matbaası’nda küçük kitaplar serisi kapsamında Mensûr Şiirler adıyla basılır. Halid Ziya bu kitabında Hizmet gazetesinden önce yazdıklarıyla beraber tarih sırasına koyarak 54 mensur şiirinden 47 tanesine yer verir. 

Mensûr Şiirler edebiyatımızda bu türün kitaplaşmış ilk örneğidir. Halid Ziya Hizmet gazetesinde yayımladığı bu yazılara “Mensur Şiir” adını vererek edebiyatımızda mensur şiir ismini kullanan ve bu türe adını veren ilk kişi unvanını kazanmıştır. 

Halid Ziya kitabının önsözünde şunları yazar: “Mensur Şiirler” hayâlhanemde açılmış bir takım nâzik, nârin fikirlerdir. Onlar bence pek kıymetdârdır. Çünkü giryelerimi, neşvelerimi musavvirdirler. Ben onları takdis ederim; çünkü hissiyâtımı, mütalââtımı nâtıkdırlar. Bunlar kimse için yazılmamıştır, yazılmak için yazılmıştır, onun içindir ki sairlerinin takdiri, adem-i takdiri onlar için ehemmiyetsiz kalır. Yine onun içindir ki her türlü âlâyiş-i zâhirîden müteccerriddirler. Muharriri onları o kadar âlî buldu ki tezyinât-ı lâfziye ile telbîsten hicap etti.

Bu makaleleri tevlîd eden fikirler şâirâne olduğu için onlara Mensur Şiirler nâmını vermek istedim. Şiiri vezin ve kafiyede arayanların edecekleri itiraz indimde bir itiraz-ı hîç-â-hîç kalır.

Bu makalelerin bazısı yeni yazılmış şeyler değildir. İçlerinde on altı yaşımdan beri karalanmışları da vardır. Bir fikrin derece-i terakkisini göstereceği için bunları yazıldıkları tarih sırasıyla tertip ettim; binâenaleyh şu zamanıma en uzak olanlar mecmuanın evveline tesadüf edenlerdir. Bunlardan kızarmak lâzım geleydi, hiç birini neşretmezdim. Bunları beğenmemekle beraber perişan bir hâlde ötede beride bırakmak bana hoş görünmedi; bir nâm altında cem etmek istedim. Şu hareketim benden başka birisini daha memnun bırakırsa teşekkür ederim.” (Mensur Şiirler ve Mezardan Sesler s.26) 

Mensur şiir etrafında yapılan tartışmalar Halid Ziya’nın ilk mensuresinin yayımından, 48 adet mensurenin tefrika edimesinden kitaplaşmasına kadar yoğun bir şekilde sürüp gitmiştir. Tartışmaların çoğunluğu yazıların içeriğinden ziyade tür adı olarak benimsenen “Mensur Şiir” terimi üzerinde yoğunlaşmıştır. Adını Fransızca “Poém en prose” yani “düz yazı tarzında şiir”den alan bu türün edebiyatımızda görünmesine kadar şiirde “vezinli ve kafiyeli” olma şartı aranmış; bu çerçeve dışında kalanlara şiir gözüyle bakılmamıştır. Halid Ziya yayımladığı yazılarına ve kitabına “Mensur Şiir” adını vererek bu ismin arkasında da durarak geleneksel  anlayışın karşısında olduğunu da göstermiştir .

Halid Ziya bu konuda şunları ifade eder: “Mensur şiirler ne demekti? Herkesin telâkkîsinde yekdiğerine zıt olan bu sıfatla mevsûf, ayniyle ‘siyah kar, beyaz kömür, kuru su’ kabilinden bir terkip değil miydi? O zaman için, husûsiyle o muhitte şiir, belâgat kitaplarının dar tarifinden hârice çıkamazdı. Bu küçük şiirlerin sernâme-i umûmîsiile efkâr o kadar meşgûl oldu, ona öyle ayrılamayacak derece ilişip kaldı ki, eteği dikenli telin çengeline takılmış bir adam gibi aşamayarak, zannediyorum ki, o serlevhanın altını okumak fırsatını bulamadı.” (Mensur Şiirler ve Mezardan Sesler s. 20) 

Halid Ziya Mensur Şiirler kitabının önsözünde kendi hislerini ve düşüncelerini içeren bu yazıları kimse için yazmadığını söyleyerek “sanat, sanat içindir” anlayışının benimsediğini ve bu yazıların kendisi için çok değerli olduğunu, onların –varsa – ayıplarını kelime oyunlarıyla örtmekten utandığını dile getirmektedir. Ayrıca, Halid Ziya’nın eserinin içeriğini oluşturan yazıları için “bu makaleler” demesi de dikkat çekicidir. Bu yazıları Halid Ziya’nın makale olarak nitelemesi belki de “mensur şiir” türünün yazarın bu eserine rağmen hâlâ tanımlanamıyor olmasından kaynaklanmaktadır. Yazılarına “Mensur Şiirler” demesinin sebebi ise “onları doğrudan düşüncelerin şairâne olması ile açıklamakta ve şiiri sadece vezin ve kafiyede arayanların edecekleri itirazlara da hiç kıymet vermediğini söylemektedir. Ayrıca kitabında yer alan mensurelerini bir düşüncenin gelişim sürecini göstermek için yazıldıkları tarih sırasına göre düzenlendiğini belirten Halid Ziya, Kırk Yıl adlı anılarında Mensur Şiirler etrafında yapılan tartışmaları da şöyle anlatmaktadır: 

Mensur Şiirler ilk nüshadan başlayarak her nüshada bunlardan ikişer tane intişar ediyordu. İlk nüshadan, ilk intişar edenlerden başlayarak bunlar sahibinin etrafına tarizlerin, tenkitlerin istihfâf ve istihzâ tezâhürlerinin toplanmasına sebep oldu. (…) Ben bu ismi gayet tabiî olarak bulmuş bir dakika bile onun bu derece muhalefeti câlip olacağına ihtimâl vermemiştim. Şiir hakkında telakkîlerimde o derece ayrılıyordum ki bunlara mensûr demekle belâgat kitaplarının hükmüne karşı bir isyan teşkil ettiğime vâkıf değildim,” (Mensur Şiirler ve Mezardan Sesler s.21)

Halid Ziya yayımladığı bu eseriyle eski edebiyat taraftarlarının tenkitlerine hedef olurken yeni edebiyat taraftarları özellikle de Recâizade Mahmud Ekrem’in takdirini kazanmıştır. 

Ahmet Hamdi Tanpınar, Türk edebiyatında mensur şiir türünün ortaya çıkışında Batı edebiyatından yapılan şiir tercümelerinin ve bu tercümelerle edebiyatımıza taşınan muhtevaların etkili olduğu görüşünü taşır. Tanpınar bu konuda “Fakat asıl mühimi yeni nesirde sırf bu tabiat görüşü için âdeta müstakil bir nevin doğuşudur. Filhakika mensur şiir bizde yaşanan hayat ve yakalamaya  alışılan tabiat etrafında teşekkül eder. Hakikatte, ne kadar iptidaî olursa olsun, bu hakikî bir keşiftir” demektedir. Tanpınar, mensur şiirin ortaya çıkışında Recaizade Mahmut Ekrem’in Takdir-i Elhan’da yer alan “Her mevzun ve mukaffa lakırdı şiir olmak lâzım gelmez; her şiir mevzun ve mukaffa bulunmak iktiza etmediği gibi.” sözüne atıfta bulunarak onun kalem denemelerinin mensur şiirin başlatıcısı olduğunu belirtmiştir. 

İnci Enginün de Batı dillerinden yapılan şiir tercümelerinin Türk edebiyatında “mensur şiir” yolunu açtığı düşüncesindedir. Halit Ziya’nın Mensûr Şiirler ve Mezardan Sesler adlı eserinin yayımlanmasından sonra Servet-i Fünûn ve Fecr-i Ȃtî mensuplarının kaleminde mensur şiir yazmak yaygın hale gelir.

Halid Ziya’nın mensur şiir alanında kalem denemelerinden önce Recaizade Mahmut Ekrem’in bu yolda arayışları olmuştur. Recaizade Mahmut Ekrem şiirde vezin ve kafiyenin varlığını hafifletmek isteyenlere karşı Takdir-i Elhan’da “bendenizce kafiyesiz şiir yazmaktansa nesr-i muhayyel yolunda tasvir-i merâm etmek evlâ ve efdaldir. Nesr-i muhayyel ise mevzun değil iken, adeta tavr-ı şi’ri alabiliyor” şeklindeki düşüncelerini ifade etmesi, bu türün yolunu açmış ve gençlerin bu yola yönelmesini sağlamıştır. Ara nesilden Mustafa Reşit, Mehmet Celâl, Ali Nusret, Mustafa Fehmi, Ali Nadir, İsmail Safa, Halid Ziya ve daha birçok genç mensur şiir alanında kalem denemeleri yapmışlardır.

Ara Nesil mensuplarını Servet-i Fünûn’dan çok sayıda sanatkâr takip eder. Türün Türk edebiyatına yerleşmesini sağlayanların başında yer alan Halid Ziya’yı, Mehmet Rauf (Siyah İnciler), Hüseyin Cahit, Müftüoğlu Ahmet Hikmet, Celâl Sâhir, Faik Ali devam ettirir. 

Bunları, Halide Edip (Harap Mabetler), Yakup Kadri (Erenlerin Bağından ve Okun Ucundan), Yahya Kemal (Çamlar Altında Muhasebe), Emin Bülend, Selahattin Enis, Raif Necdet Kestelli, İlyas Macid, Hayriye Melek Honç, Şekibe Ali, Tahsin Nahid gibi şair ve yazarlar takip eder. Cumhuriyet döneminde bu isimlere Arif Nihat Asya, Ali Nihad Tarlan, M. Kaya Bilgegil gibi isimler eklenir. İkinci Yeni mensuplarından ve İkinci Yeni etkisinde olanlardan mensur şiiri deneyen şairlere de rastlanır. Ece Ayhan, İlhan Berk, Özdemir ince gibi.

Halit Ziya’dan sonra mensur şiirin başarılı örneklerini Mehmet Rauf verir. Mensur şiirlerini Siyah İnciler adlı kitapta toplar. Türk edebiyatında mensur şiirin Halit Ziya ve Mehmet Rauf’tan sonra üzerinde dikkatle ve önemle durulması gereken usta kalemlerden biri de Yakup Kadri Karaosmanoğlu‘dur. Yazar, II. Meşrutiyet yıllarında çeşitli dergilerde yayımlanan mensur şiirlerini Erenlerin Bağından ve Okun Ucundan adlı kitaplarında toplamıştır. Özellikle Erenlerin Bağından adlı eser ona haklı bir ün kazandırır. 

Türk edebiyatının her döneminde mensur şiir alanında eser veren çok sayıda şairimiz vardır. Bu isimler ve çalışmalarıyla ilgili detaylı bilgiye Cafer Gariper’in “Türk Edebiyatında Mensur Şiir Literatürü” başlıklı makalesinde bulmak mümkün. Cumhuriyet döneminde mensur şiir alanında eser veren, edebiyat araştırmacısı kimliği ile tanınan M. Kaya Bilgegil’in Cehennem Meyvası (1944) adlı eserinin giriş kısmında “Şiir ve Mabadı” başlıklı bölümden sonra 21 mensur şiir bulunmaktadır. Mensurelerin tamamına şiiriyet hâkimdir. Mensurelerinde duygu coşkunluğu ve lirizm dikkate değerdir. Burada yeri gelmişken belirtmek isterim ki; M. Kaya Bilgegil’in Cehennem Meyvası adlı eseri hem poetika hem de karşılaştırmalı edebiyat araştırmaları için zengin bir kaynak durumundadır.

Türk edebiyatındaki mensur şiirin öncülerinden olan Halid Ziya kendisinin mensur şiir anlayışını şöyle ifade eder: “Mensur şiirler kısa, küçük, hemen sânih oldukları gibi kâğıtların üzerine ihmâlkârâne atılıvermiş tehassüslerden, yolumun üstünde, toplandıkları gibi teklifsiz, tasnifsiz nakşedilivermiş gibi çizgilerden ibaret olacaktı. Bir nevi müsvedde… o kadar kısa o kadar küçük olacaklardı ki, uzun tasvirlere, mükellef tezyinlere iftikâr etmeden, dar havsalalarında ancak bir şiir heyecanı taşımakla iktifa ederek, sanki gönlünün halecan darbelerini iki elleriyle tutarak, rüya firâşından sadece bir gömlekle fırlayan bir genç kız edâ- yı mahcûbânesiyle, mahmûr ve mutelâşî yarı uykuda yarı uyanık çıkıvereceklerdi. Bunları refiklerimin arasında okuyanların mevcut olduğunda şübhedâr idim. Yalnız şüphe edilmeyen bir hakikat vardı: Şâkirdlerimin gözlerinde okunan sâkit fakat beliğ muhabbet hissi… Hemen her nüshadan sonra onların içinde bana gözleriyle sanki o sabah okudukları parçaları inşâd ediyormuşçasına bir mânâ vardı. Öyle bir mânâ-yı muhabbet ve merbutiyet ki bana bütün sokaktan geçerken, kıraathanenin penceresinden,  önlerinde bir nüsha Hizmet, müstehzî gözleriyle beni takib eden taaruz erbabının verebilecekleri fütûru unuttururdu.” (Gariper, 367)

Mensur şiir üzerinde ilk dikkate değer araştırmayı yapan Niyazi Akı, mensur şiiri, “Şiirin cümle yapısını ve ahengini muhafazaya çalışan, ancak vezne ve kafiyeye bağlanamayan düz yazı türü” şeklinde ifade eder. 

Hülya Argunşah ise “Mensur şiir; cümle yapısı ve âhenk gibi şiire has özellikler taşıdığı halde vezne ve kafiyeye bağlı olmayan, şairane bir konuyu, his hayâl ve düşünceyi kısa bir hacimde ve yoğun bir şekilde süslü bir üslûpla anlatan düzyazılardır” şeklinde ifade eder. 

Fatih Andı da “Şairâne bir konuyu, bir duygu veya düşünceyi veyahut bir nükteyi, birkaç paragraftan birkaç sayfaya kadar değişen bir hacimde, kısa, çarpıcı, etkileyici ve yoğun bir surette, derli toplu olarak, şairâne bir eda ve üslûpla anlatan müstakil bir edebi türdür” şeklinde tanımlar. (M. Fatih Andı, “Halid Ziya’nın Mensur Şiirleri I “, s.30)

Mensur şiirler, küçük yapısı, zengin konu açılımına sahip olması birçok kişi tarafından şiire göre daha kolay bir tür olarak değerlendirilmesi, sıkı kurallara bağlı olmayışı, genç şahsiyetlerin hissî hayatını ifadeye imkân tanıması cazip bir tür olarak ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır.

Bu tanımlamalardan sonra Ferhat Aslan’ın yayına hazırladığı, 237 sayfadan oluşan Halid Ziya Uşaklıgil’in Mensur Şiirler ve Mezardan Sesler adlı eserini Mensur şiir hakkında genel bir fikir verebilmek amacıyla inceleyelim. 

Eser paralel metin yayma yöntemi kullanılarak yazılmıştır. 
Kitapta, mensureler, paralel metin olarak bir yanda yeni harflere aktarılmış; diğer sayfada ise bugünkü dil ile karşılıkları verilerek yazılmıştır. Bu şekilde eserin şiirselliği korunmuştur. Kitap iki bölümden oluşmuştur Mensur Şiirler ve Mezardan Sesler 

Mensur Şiirler’i konuları itibarıyla üç gruba ayırabiliriz. 

I- Duygusal Konuları İşleyen Mensureler

Halid Ziya’nın ölüm, aşk, nefret, karamsarlık gibi duygusal konuları ele aldığı mensur şiirlerdir. Bir Hayâl, Tahattur, İncizâb, Müteverrim, Ağlarım, Hayat mıdır? Bir İntihâr-ı Mükerrer, Heyhât, Bir Rüya İdi!, Bir Kalp Ki Bir Mezar, Yâd-ı Hazîn Sarı Gül, Hande-i Girye- nâk, Girye-i Hande-nâk, Hatırlar mısın? ,Ne Demiştin? ,Çoban Kızı, Mâzi, Raksân, Cevelân, Bir Hitâb, Denizde, Sahrada, İstiğrak, Bir Hatıra İnsan, Genç Kız, Bir İhtiyâc-ı Ruh, Kamere Karşı, Şair, O Da Beni Seviyor, Şinâver, Bir Gece, Mezar ve Mezardan Sonra 

II-Evrensel Konuları İşleyen Mensureler 

Dünya hayatındaki zahmetler sıkıntılar eşitsizlikler, haksızlıklar, fuhuş ve savaş gibi konuları ele aldığı mensur şiirlerdir. Zevce, Cenk, Hayât-ı Fuhş-âlûd, Düşünüyorum örnek verilebilir. Toplumsal konuları içeren mensurelerine bakıldığında Halid Ziya’nın Platon, Rousseau ve Baudelaire’nin fikirlerinden etkilendiği söylenebilir. 

III- Kozmik Konuları İşleyen Mensureler

Halid Ziya çevresini ve yaşadığı dünyayı çok iyi gözlemlemiş, evren gezegen, güneş ve ay gibi konuları Seyyâr-ı Fezâ, Nessâr-ı Hayat, Şelâle-i Müncemid, Fevvâr-ı Ȃteşîn, Fırtına, Gurûb, Girye-i Tabiat, Zühre’ye, Bir Levha-i Bahar adlı mensurelerinde işlemiştir. 

Halid Ziya eserinde ele aldığı konular, dil ve üslûbu Serveti-i Fünûn edebiyatının etkisindedir. Servet-i Fünûncularda görülen, aşırı duygusallık, alınganlık, karamsarlık gibi özellikler Mensur Şiirler’de de görülmektedir.

Halid Ziya’nın mensur şiirleri az cümleden ibaret ve kısa olması, şiir denilen sıcaklığı ve aydınlığı ruhlarımıza duyurabilmiştir. Şairin mensur şiirleri şairanedir; secilerle kulakta ses benzerliği ve ahenk hissi bırakan cümleler, edebi sanatların imkânlarından geniş ölçüde faydalanması mensur şiirlerini, şiire yaklaştırmıştır. 

Mensur şiirler üslûp açısından oldukça sadedir. Tasvirler de sıfatlar sıkça kullanılmıştır. Öyle ki bazı şiirleri sadece tasvir için yazılmış hissi uyandırır. Oldukça uzun tasvirler vardır. 

Zühre’ye şiirinden; 

“Yaşamak, fakat senin mülevven nûrlara müstağrak sahralarında; muazzam mehîb ormanlarından müteşekkil birer tâk-ı muallâ altında sâkitâne cereyân eden nehirlerinin kenarında yaşamak; fakat senin vahşi ağaçlarınla sâyebân vadilerinde, azîm kühsarlarından boşanarak âmâk-ı muzlimeye doğru şitâbân olan şelâlelerinin yanında yalnız, beni füshat-serây-ı fezânın eb’âd-ı lâ- etenâhiyesine bir sür’at-iberkıye ile götüren bu küre-i muşa’ya, üzerinde münferid olarak yaşamak isterim .”…

Halid Ziya’nın mensur şiir anlayışında; hiç titizlenmeden, içe doğduğu gibi hemen ortaya atılıveren duygulanmalardan ibaret bir söyleyişi öngörür 

“Sarı Gül” şiirinden; “Gözlerin elindeki güle merkûz idi. Parmakların âheste âheste yaprakları koparıp rüzgâra bahşediyordu.
Seni seyrettikçe kalbimde hüzünler hissediyordum. 
Şu anda hayâlhânemin acı acı fikirlerle meşgul olduğundan emîn idim. 

Halid Ziya’nın mensur şiirleri belirli bir düşünce veya duygunun  zerine kurulur. Duygu içerikli yazıları daha fazladır. Sevgi, sevginin süreksizliği, sevgiyi açma tereddütleri, kadın, kavuşma, ölüm temaları göze çarpar.

Halid Ziya’nın mensur şiir türünde dikkat çeken diğer bir özellik, diğer edebî eserlerinde olduğu gibi hayal kavramı geniş yer tutar. Hayal kavramı eserlerini zenginleştirmekle kalmayıp eserin derin yapısını daha grift hale getirmiştir. Örneğin “Bir Hayâl “ başlıklı mensur şiirinde, hayal hakikate üstün gelmiştir. Aynı zamanda hayal kişinin iç dünyasının aynası olmuştur.

“Bir Hayal” şiirinden;
“Bu bir heyûlâ idi; arzdan müteneffir, semâvâta mütehassir bir heyûlâ-yı beşer idi. Ey hayâl-i hazîn! Sen ben mi idin?...”

Günlük hayattaki gerçeklikler yazarın hayal süzgecinden geçerek esere yansımıştır. 
“Girye-i Tabiat” şiirinden;
“Semâ-yı sahrayı kesif bir sütre-i matemî istilâ etmiş, etrafı hazîn bir zulmet kaplamış, derin bir sükût içinde bârânın âheste âheste sukutundan başka bir şey işitilmiyor.” 

Zühre’ye şiiri bir hayal atmosferini barındırır.
“Manzaran kalbimde ne garip hisler, ne mecnunâne hülyalar uyandırıyor. Zannediyorum ki hârikûlâde bir kuvvet beni senin sîne-i nûr-feşânına atacak, beni hâmilen âmâk-ı lâ-yetenâhîye doğru şehper-guşâ-yı tayerân olacaksın; …” 

Bazen de hayal kavramı geçmişi yâd edecek şekilde şiire yansır. 
“Bir Hatıra” şiirinden;
“Bilmem hatırlar mısın? Yazın hararetli günlerinden birinde ağaçların arasında sıkışmış, çitlerle muhât, bir küçük yolu âheste âheste takip ediyorduk Yan yan gidiyor idik; fakat beynimizde bir kelime bile teâti olunmuyordu. Her ikimizde ilk telâffuz edeceğimiz kelimenin bir hiss-i âşıkâneyi ifşâ etmesinden havf ediyorduk.” 

Kimi zaman da hayal sanatla bütünleşir.
“Raksân” şiirinden;
“Raksân nazar-rübâ, ruh-perver temevvüçleri; musikinin hayâl-perver, sürûr-engiz nağmeleriyle bir âheng-i lâtif teşkil ediyordu.
Raksân; nûrlar, nağmeler içinde raksân idi!...

Halid Ziya eserin önsözünde belirttiği gibi, daha çok düşüncelerini ifade etmeye, süse ve kelime oyunlarına yer vermemeye özen gösterdiğini belirtmiştir. Eserde uzun cümlelerin yanında duygu ve düşünceler kısa cümlelerle anlatılmıştır ve bunlar da daha çok soru ve ünlem cümleleri şeklindedir.

“Kendinden Geçiş” şiirinden;
“Ey garip bir çekicilikle aydınlık saçan gözler! Hislerimin akışı niçin size doğru yönelip duruyor? Bir anda üzerimde kazandığınız etki nereden geliyor? Çözemediğim bu acayip meseleler nedir? Gizli bir ses şu cevabı veriyor: Bir ruhun bir ruh ile tanışması! 

Bu şekilde mensureler daha etkileyici hale gelmiştir. Bu etkiyi güçlendirmek için de sıkça sıfatları kullanmıştır. Bu şekilde de mensurelerde ahengi daha kolay yakalamış ve bu tasvirler için bir avantaj sağlamıştır.

“Nessâr-ı Hayat” şiirinden;

“Ȃteşin buhurlar, zerrîn ziyâlar içinde galtân! Azîm seyyâreler râdifelerini hâmilen meftûnâne, hayat-cûyâne etrafında seyrediyorlar” Mensurelerinde birbirine benzer seslerle kurulmuş kelimeleri kullanmış ve onlar arasındaki ahenkten faydalanmıştır.

“Ne Yazık ki Bir Rüya İdi” şiirinden;
“İri, mavi gözleri yardım istercesine gözlerime çevrilmişti. O sonsuz gökyüzünde sevgi meleklerinin uçuşunu, ışık çizgilerini andırır kirpiklerinin ucundan gözyaşlarının hazin hazin düşüşünü görüyordum. 

Ey can veren resim! Sana tutuldum. Ey kutsal hayal! Sana âşık oldum. Sinesi şiddetli çarpıntıların kahredici baskısına yenilmişti. Kalbi mahfazasını parçalarcasına kuvvetle çarpıyordu. Bu sine, benim sevgime sığınak, bu kalp, benim aşkıma barınaktı. Fakat ne yazık ki! Bu bir rüya idi.” 

Etkileyici bir üslup oluşturmak maksadıyla tekrarlayan cümle yapılarını görürüz. Yüklemin kendisinden sonra gelen cümlenin sonunda tekrar edildiği cümle yapıları barındıran şiirler:

“Bir İntihar-ı Mükerrer” şiirinden;
“Ölseydim, feryâd ederek, kanlar saçarak ölseydim. 
Ölseydim, mazlûm, makhûr olarak ölseydim. Fakat zâlimâne, kâhirâne dirilseydim.”
Sarı Gül şiirinden;
“Ağladın; şimdi topraklara mevzû olan başını sîneme dayadın; hüngür hüngür ağladın.”

Cümle başındaki kelime grupları ya da cümle öğesi birbirini takip eden cümle veya paragraf başlarında kullanılmıştır.

“Zevce” şiirinden;
Zevce bir vücudun diğer bir vücudu, bir kalbin diğer bir kalbidir.
Zevce şeh-râh-ı hayatın daimî bir refîki, bir ruhun ebedî enîsidir.
Zevce ekdârın müştereki, sürûrun hisse-yâbı, hissiyât-ı kalbin diğer bir mir’at –i in’ikâsıdır.

Zevce kalb-i beşerin en büyük medâr-ı saadeti, Allah’ın âdeme en kıymet-dâr bir hediyesidir.”

“Şair” şiirinden;
“Şair semâlardan dökülen handelerle güler;sehâblardan, zulmetlerden saçılan giryelerle ağlar;...
Şair; tabiatın semâ-yı efkâra, âfâk-ı hissiyâta salıverdiği zerrîn –per bir kelebektir…
Şair ;tabiatın bedâyiini, nûrlar içinde gâltan şafaklara, nücûm ile mültemi’ semâlara hüzünlerle giryan gurûblara karşı terennüm etmek için yaratılmış”

“Zühre’ye” şiirinden;
“Evet, isterim ki senin buzlardan müteşekkil dağlarında; mahûf , muzlim kayalıklardan mürekkeb mûhiş mağralarında;…” 

“İsterim ki; zîrinde çağlayanların galeyân-ı emvâcı, fevkinde bulutların”…
“Evet, isterim ki dünyalara, âlemlere cevelângâh olan bu semâyı seninle münferidâne güzâr edelim”…

Aynı yükleme veya aynı bildirme ekine bağlı, virgüllerle birbirine bağlanan cümlelere rastlanır. Bu cümlelerde birden çok sözcüğün sonlarındaki ses benzerliği (seci) dikkate değerdir.

“Hande-i Girye-nâk” şiirinden;
“ Hayatı onların hayatına merbut, husûl-ı saadeti onların sıhhatine menût idi.”
“Raksân” şiirinden;
“Letâfet içinde galtân; ziyâdan, musıkiden mürekkeb bir cevv içinde sübhân idi!...”
“Mezar” şiirinden;
“Mezar fenânın müntehâsı, bekânın ibtidâsıdır.
Hüzünler kederler, hayâller, ümidler, sürûrlar orada mahvolur; lâkin mezar hakikatin penâhı, esrâr-ı hilkatin cilvegâhıdır.
Mezar bir semâ-yı vasîdir ki merbut-ı vücud olan ruh orada serbestâne, âhrârâne pervâz eder.”
“Fırtına” şiirinden;
“Lâkin hayâlim bu manzar-ı dehşet-engîzde garip bir letâfet, bu cehennemî ziyâlarda şâirâne bir nûrâniyet, bu mahûf sadâlarda ruhanî bir silsile-i nagamât hissediyordu.”
“Bir İntihar-ı Mükerrer” şiirinden;
“Bir kadîd-i dehşet-engiz, bir meyyit-i hevl-âmiz, bir câdû-yı alev-riz gibi huzuruna çıksaydım. Onu girye-nisâr-ı teessür görecek yerde kahkaha-zen-i surûr bulsa idim.
Manzaramdan titreseydi. Merhamet dileseydi”…

Kısa cümleler virgüllerle bağlanarak metinde akıcılık sağlanmıştır.
“Soğuk var, yağmur yağıyor, bunlar bir takı serserilerdir ki yorgundurlar, me’vâları yok; üşüyorlar, elbiseleri yok; açtırlar, yiyecekleri yok.”(Mezardan Sesler, s.212)
“Bir saat geldi ki odamın camlarını bir âheng-i muttarid ile kamçılamakta olan yağmurlar sükût etti, reşâşe-i katarâta bedel etrafı bir sükûn –ı amîk kapladı, semânın bir köşesi yırtıldı, şemsten hafif bir seyyâle –i ziyâ aktı, tabiatın zerrât-ı sirişki arasında güneşin handeleri uçuştu, bulutlar zevebâna başlamış billur parçaları gibi kırılıp çözüldü, semâ muzlîm sütresinden çıktı, reng-i lâciverdisi parladı.”(Mezardan Sesler, s.170)

Tüm bu cümle yapısı tarzını da Mensur Şiirler’deki nesrin kuru yapısını kırarak daha sanatkârâne ve göz alıcı bir üslupla şiiriyeti yakalamaya çalışması olarak değerlendirilebilir.

Halid Ziya’nın mensur şiir türünde yazdığı ikinci eseri Mezardan Sesler ilk gençlik yıllarının yani İzmir devresinin bir eseridir. İlk kez Hizmet gazetesinde neşredildikten sonra 1891 yılında, yine Hizmet gazetesinin “Küçük Kitaplar” serisi içinde kitap olarak yayımlanır. Mezardan Sesler, Halid Ziya’nın çok sevdiği annesi Behiye Hanım’ın vefatından duyduğu derin teessürle ölüm ve hayat üzerinde düşünmeye başladığı günlerde kaleme alınmıştır. Yazar bu eseri için “ölümün beni istila eden nefesinden doğan kitap”, “adeta matemden beni sıyıran bir nefes-i tesliyet” gibi nitelemelerde bulunmuştur.

“Hayat, memât; bunlar müsâvîdir.Gayr-ı mahdût bir bekâ içinde fenânın taht-ı tesîriyle bir tebeddül var, o kadar!...”
“Vakit ! Müddet!
İnsanların tevzîn-i fena için icât ettikleri bu kelimeler ebediyet için bî-mânâdır.
İptidâ, intihâ, mevcut olmaya zamanın mefruz noktalarıdır. (Mezardan Sesler s. 226)

Mezardan Sesler’de toplanan mensur şiirinde insanoğlunun, kâinatın yüzlerce, binlerce yıldır kesintisiz olarak süregelen kozmik zamanına nispetle kısacık olan ömrü içinde, içine yuvarlandığı bu gaileli, sefil ve zulümlerle, fesatlarla dolu hayatının değişik vechelerine dair yapılan kısa kesit tasvirlerinden sonra Halid Ziya, insanlığın asırlardır yaşadığı bütün bu hayhuya karşılık, aslında her şeyin aynadaki bir akisten ibaret olduğu düşüncesi üzerinde durur. Dünyanın varoluşundan bugüne kadar geçen zamanda yaşananlar, devrin değişmesi, geçen çağın bir hayalden ibaret olduğu belirtilir.

Mezardan Sesler’de medeniyet kavramı ile ilgili oldukça geniş yer tutan görüşleri de vardır. “Medeniyet! Heyhât!... Ondan beyân-ı şükrân edenler sadâyı-sefâletin yetişemeyeceği yükseklerden söz söyleyenlerdir. Medeniyet cemiyet-i beşeriyeyi mahkemelerden , hapishânelerden,askerlerden,silâhlardan ve husûsiyle paradan kurtarmalıydı. Bilâkis cemiyetin en büyük yarası olan para lâ-yenkati’kuvvetini tezyîd, hükm-i müstebidânesini îlâ ediyor.
Cemiyetin en âciz bir ferdi yalnız bir şeye tehassür ediyor: Para!” (Mezardan Sesler s. 218)

Halid Ziya bu eserinde, ilk gençlik yıllarının duygu ve düşüncelerini, özellikle hayat, ölüm, insan, dünya, varlık, hiçlik, bekâ, vb. konuları, bir çerçeve hikâye içinde geliştirdiği mensur şiir tarzında işler.”hiç”lik ve “ölüm” kavramı daha yoğun işlenir. 

“Ezilmiş gibi yıkıldım, bir kabrin üzerine düştüm. Gözüm bir kabrin taşına tesadüf etti, şu ibareyi okudum:

‘Zâ’ir! Sen hiçsin!...” (Mezardan Sesler, s.178)

Mezardan sesler bir hikâye çerçevesine yerleştirilen uzun bir mensur şiirdir. Özellikle eser boyunca mezardan yükselen meçhul sesin söyledikleri bu çerçeve hikâye içerisinde eseri edebi tür olarak mensur şiir kategorisine yerleştiren bölümlerdir. “Son bir gayret, kuvvetli bir karar ile elimi mezara dayayarak kalkmak üzere idim kitiz, müstehzi, müthiş bir kahkaha işittim; taşlar ağaçlar nazarımda sür’atle döndü; âsâbım çözüldü, bî-mecâl kabrin üzerine yıkıldım. 

Ȃmâk-ı mezardan hârikü’t-tabîa, mahûf bir ses işittim.

Bu ses diyor idi ki:

Evet, sen hiçsin, mücerred hiçsin. “(Mezardan Sesler, s.178)

“Etrafına nazar-ı dikkatle bak! Muhâtı olduğun azamt-i hilkat, lâ-yetenâhî içinde sen nesin?” (Mezardan Sesler, s.180)

“Sen bir şeysin, o şeyi anlamıyorsun.

Sen bir muammâsın, onu halledemiyorsun.

Sen bir şeysin ki sen değilsin, sen bir şahsiyete mâliksin ki memlûkün değil, mâdûmiyet içinde bir mevcut, hîçî içinde bir hepsin.” (Mezardan Sesler, s.198) 

Halid Ziya Mensur Şiirler adlı eseriyle edebiyatımızda yeni bir edebî türün hem öncüsü hem de isim babası olmuştur. Fakat ne yazık ki Mensur Şiirler adlı eseri Halid Ziya’nın romanları ve hikâyelerinin gölgesinde kalarak daha sonraki dönemlerde gereken ilgi ve alakayı görememiştir Modern Türk şiirinde çok işlek olmayan mensur şiir, şiirin geleneksel biçiminin dışına çıkmaya çalışanlar, şiirin sınırını zorlayanlar tarafından zaman zaman denenmiştir.

Bu eseri inceleme kapsamına almadaki amacımız mensur şiir olarak adlandırılan edebi türün sadece akademik araştırma çerçevesinde kalmaması, şiire heveskâr olanların şiirin farklı türlerini ve örneklerini görmelerine yardımcı olarak bilgi dünyalarının zenginleşmesine katkı sunmaktır. 

Şiirin ontik yapısı kendi dilinde korunduğu için, okurun, şiir okuma tadını elinden almamak adına örnekleri verirken orijinal metinden vermeyi uygun buldum. Çünkü bugünkü dile aktarma sırasında aynı şiirselliği verebilmekte bazı güçlükler vardır. Ritim, seci, aliterasyon gibi öğelerle oluşturulan ahengi okurun hissetmesi önemlidir. Örneğin;

“Fevvâre-i Ȃteşîn” şiiri

“Ȃteşten, dûzah-feşân buharlardan mürekkeb bir amûd-ı bürkânî gecenin derin zulmetlerini bir sür’at-i şedîde ile yararak eb’âd-ı semâvâta şitâb ediyor. Etrafı muhît dumanlar, zirve-i âteş-nisârın fevkinde bir çarh-i kesîf teşkil eden bulutlar alevlerin ziyâsıyla garip manzaralar, hârikûlâde in’ikâslar kesbediyor. Cebel-i âteş-feşânın sînesinden fışkıran dûzahî mayîler, âteşten mürekkeb nehirler, çağlayanlar teşkil ederek sahraya hücum ediyor. Etrafta hüküm süren dehşetli sükûnet içinde ancak dünyayı tufan-ı nâra garkedecek kadar ateşler saçan bürkânın mahûf sadâları işitiliyor. Etraf pür-sükûn! Zannolunur ki mevcudât bu dehşete karşı hâif, lerze-nâk sükût ediyor.

Bugünkü dil ile karşılığı;

“Ateşten Fıskiye”

“Ateşten cehennemi andıran buharlardan oluşan volkanik bir sütun, gecenin derin karanlıklarını şiddetli bir hızla yararak gökyüzünün uzaklıklarına koşuyor. Etrafı kuşatan dumanlar, ateş saçan zirvesinin üstünde yoğun bir hava meydana getiren bulutlar alevlerin parıltılarıyla garip manzaralar, harikulâde yansımalar kazanıyor. Ateş saçan dağın sinesinden fışkıran cehennemî sıvılar, ateşten oluşan nehirler, çağlayanlar meydana getirerek ovaya hücum ediyor. Etrafta hüküm süren dehşetli sessizlik içinde ancak dünyayı ateş tufanına boğacak kadar ateşler saçan volkanın korkunç sesleri işitiliyor. Etraf sessizlik içinde! Zannedilir ki varlıklar bu dehşete karşı korkarak, titreyerek susuyor.

Mensur şiirin tüm özelliklerini orijinal metinden tespit etmek ve görebilmek daha keyifli bir yolculuk olacaktır. Okur, şairin diliyle, duyarlılığıyla baş başa kalma zevkini tadacaktır ve  şiirin orijinal dil hali korunduğunda şairin ortaya koyduğu esrarengiz yapıyı keşfetmenin hazzını yaşayıp, şiire has büyüyü kaybetmeden okuyacaktır. Ayrıca kitabın paralel metin yöntemiyle yazılmış olması da eserin daha anlaşılır olması açısından önemlidir.

Halid Ziya’nın “Düşünüyorum “adlı düşünce üzerine kurulu mensur şiirinden aldığım cümlelerle makaleyi tamamlamak istiyorum. “Cemiyet-i beşeriyenin bir fırkasını görüyorum ki âteş-i kin ve adâvet saçarak diğer bir fırkanın izmihlâline çalışıyor. Her tarafta mukâtele ,her cihette insanların hûn-rîzâne pençeleştiği ,vahşi hayvanlar gibi birbirlerini parçaladığı görülüyor.İkrâh ediyorum!... (Düşünüyorum Şiiri, sayfa 130)

Bugünkü dil ile karşılığı;

“Toplumun bir kesimini görüyorum ki kin ve düşmanlık ateşi saçarak diğer bir kesimin yok edilmesine çalışıyor. 

Her tarafta savaş, her tarafta insanların kan dökerek pençeleştiği, vahşi hayvanlar gibi birbirlerini parçaladığı görülüyor. Tiksiniyorum’…


Makaleyi hazırlarken yararlandığım kaynaklar:

Halid Ziya Uşaklıgil, Mensur Şiirler ve Mezardan Sesler, Yayıma Hazırlayan Ferhat Aslan, 2002, Özgür Yayınları, 237s

Andı, M. Fatih, “Halid Ziya’nın Mensur Şiirleri I”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi,1997, sayı 27, s.24-45

Andı, M. Fatih, “Halid Ziya’nın Mensur Şiirleri II: Mezardan Sesler, İlmi Araştırmalar, 1997, sayı 4,s.7-16

Cafer Gariper, 2006, Türk Edebiyatında Mensur Şiir Literatürü, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi,2006,cilt 4, sayı7, s.361-409

FATMA LEYLÂ

Hacettepe Üniversitesi Almanca Biyoloji Öğretmenliği’nden mezun oldu. Aynı üniversitenin Fen Fakültesi Sistematik Zooloji Bölümü’nde yüksek lisans yaptı. TÜBİTAK Deniz Bilimleri Çevre Araştırma Grubu’nun projelerinde araştırmacı olarak çalıştı. Şiirleri halen Edebi Kültür Dergisi sitesinde yayınlanmakta.