Menu
bir şiir: vardı; bir öykü: yabani şarkılar
Şiir • bir şiir: vardı; bir öykü: yabani şarkılar

bir şiir: vardı; bir öykü: yabani şarkılar

VARDI
Tek hecelik ömrümün harflerini
törpüleyenler vardı
ay soluğunu tutarken evinde
Sessiz soluklar nezaretinde dinlediğim
yeminler vardı
yıldızlar inerken sezime
Bir şarkının nakaratı gibiydi seneler
dökülürken gece
Hepsini hapsedeceğim
durmadan vazgeçmeyi aklıma vidalayan
sessizliğe
Siyah etine gam yığdığım dünya
Kimin açığına oturacak zanlar içinde
Kimin çırağını tutacak
Kimin karanlığı izinde
Yurt edenler olacaktır hep
çağın pejmürde esintisini
Ve tamahlaşmalıdır akrep
Kurtuluşu ima eden her bir mimiğe
Kovulan yüzümden çık ey
Tutup ta ezilmiş insanlığını iyi edeyim
Salt kabahat talibi vaatlerini
Kalıp ta sileyim
Tarihin çehrene sindirdiği
nâdimiyet imlerini.


YABANİ ŞARKILAR

‘Gene açtı şu zenci yabani şarkılarını’ derlerdi. Ne zaman aşağıdaki yokuştan bilinmedik dilde bir şarkı duyulsa hep böyle derlerdi.

Uzun boyu, upuzun bacakları, avuçları ak, uzun elleri vardı. Polise de böyle dedim. Upuzun bacakları vardı, dedim. Tahta gibi kuru ve düz. Kıvırcık saçlarının uçları yer yer ağarmıştı, dedim. Kafasının tepesinde aynı bir koyununki gibi karman çormandılar, dedim. Var yirmi yıl buralardadır. Hep o yokuşun kenarındaki teneke kulübede oturur. Bilmem su alır mıydı yağmurda, ama aldığı kesin. Oturduğu barakanın arka tarafı rampa bir araziye bakar. Yüksek apartmanlardan her bir şey atılır oraya. Çöp yığını gibidir, görseniz. Onun da tek manzarası bu çöp yığınıdır işte. Yamuk bir sandalyeyle çıkar oraya. Radyosunun sesini açar da açar. Hep o yabani şarkılar. Biz anlamayız dilinden. Hep o şarkıları dinler. Konuşmaz. Sesi nasıldır bilmez kimse. Bir o yabani şarkılar işte. Eşlik eder mi onu da bilmeyiz, ama kadınlar ağladığını söylerler. Kadınlar hassastır, anlarlar duygulunun halinden. “Gurbet kolay mı,” derler. Zahir zordur. Yalnız yaşar. Benim gibi çocuksuz, kimsesizdir o da. Ama ben gibi yurdunda değildir. Ben kısayım, o uzundur. Upuzun bacakları vardır. Parmakları da uzundur. Bir gün, kim olduğunu hatırlayamayacağım biri, dinlediği şarkılardan birinin Kenya milli marşı olduğunu söylemişti. O günden beri Kenyalı biliriz onu. Ama polis Nijeryalı, dedi. Ne fark ederdi. Bir siyah adamdı işte. Üstelik benim gibiydi, yalnızdı. Bir o yabani şarkılar dışında sessiz, yurtsuz, çocuksuz bir adam. Peşine mahalle piçlerinin takıldığı, pis zenci diye bağırdıkları bir adam. “Pis zenci, gene ne aldın. Bize de versene aldıklarından.” Siyah uzun parmaklarını poşetin içine daldırır, erikti, çilekti dağıtırdı onlara. Tek kelime etmezdi. Yirmi yıldır değişmedi sessizliği. Sonra onunla dalga geçmez oldular, peşine takılmaktan vazgeçtiler, kimsenin gözüne batmadı gidip gelişleri. O yabani şarkılar olmasa hepten çıkardı ya aklımızdan. Ama ne zaman o şarkılar çalsa hatırlardık ki yokuşun orda bir ev var. Ev demeye şahit isteyen tenekeden bir ev. Yağmurlu günlerde su aldığı sanılan bir ev. İçinde bir adam var. Kenyalı siyah adam: Elleri uzun, boyu uzun, bacakları upuzun, avuçları ak ak. Yurdunu bırakıp gelmiş bu adamla kelimelerimiz bir değil, düşüncelerimiz bir değil. Orada bir adam var. Soluduğumuz hava aynı olsa da, özlemlerimiz aynı değil.

Polis, “dün gece neredeydin?” Diye sordu bana. “Dün gece mi?” Dedim. “Evet,” dedi. “Dün gece, sabaha karşı saat üçte.” Polis beni bilmez tabii. Bu Kenyalıyı da bilmezdi belki. Ama biliyormuş. Onun Nijeryalı olduğunu, burada kaçak yaşadığını, polis kayıtlarında aranan biri olduğunu, son yıllarda başının yasadışı bir örgütle belada olduğunu söyledi. Polis dedi ki bana: “Dün gece sabaha karşı nerdeydin?” “Evdeydim. Hep evdeyimdir,” dedim. “Ben de yalnız yaşayan, çocuksuz, sessiz bir adamım.”

Peki, dün gece bir takım sesler veya olağandışı bazı şeyler görmüş müydüm? Hatırlamıyorum. Zaten unutkanımdır. Dün de her zamanki gibiydi. Yalnız bir adam nasıl olur başka. İşten yorgun gelmiştir. Ağır, salçalı, hep de adi yemeklerden yemiş, t.v seyretmiş sonra da uyuya kalmıştır. Çokluk kanepede. Ben de öyle dedim: “İşten geldim. Adi bir yemek yedim ve kanepeye uzanıp televizyon seyrettim.” Polis: “Ne seyrettin?” Dedi. Hatırlayamadım. Sonra dedi ki: “Dün gece sabaha karşı üç sularında aşağıdaki göçmenin kafasını kesip çöplüğe atmışlar. Senin camın önündeki çöplüğe.” “Orası çöplük değil ki,” dedim. “Orası bir vakıf arazisi. Hastane yapacaklarmış derler, senelerdir duyarız.” Polis: “Sana sorulanların dışında gevezelik etme,” dedi. “Sadece sorulara cevap ver. Şimdi söyle bakalım, maktulle hiç mi yakınlığın olmadı?” “Vardı,” dedim. “Yalnızlık, sessizlik ve çocuksuzlukta. Ama katiyen yabani şarkı sevmem ben. Hem o yurtsuzdu da. Sonra uzundu. Avuçları ak aktı.”

Yirmi yıldır polisten kaçan ve bizim Kenyalı sandığımız, ama gerçekte Nijeryalı bir yabancıydı o. İki parça halinde de olsa sonunda yakalanmıştı işte. Polisler gittiler. Giderken biri dedi ki: “Bak, bizden yine de kaçamadı.” Tehdit eder gibiydi sesi. Oysa kısacık bir adamdır tehdit ettiği, yalnız bir adam. Uzun bacakları yoktur ki kaçabilsin, hem sonra yabani şarkılar da sevmez o. “Bizden kimse kaçamaz zaten.”

O zaman hatırıma, her gördüğümde Afrikalı maratoncuları hatırlatan o tahta gibi kuru ve düz bacakları geldi. Hep kaçabileceğine, kimsenin ona yetişemeyeceğine inandırmıştı beni bu bacaklar. Ama Azrail bir bıçak olup dayanmıştı boğazına. Saat üç civarıydı. Kesip atmıştı yabani şarkılarını. Tam da benim camın önündeki çöplüğe. O da sessiz, çocuksuz bir adamdı. Ben gibi yalnız. Bir o yabani şarkılar işte. Bir onlar vardı yaşadığını hatırlatan. Ne zaman yokuşun oradan bilmediğimiz lisanda bir şarkı duysak böyle derdik: “Gene açtı şu zenci yabani şarkılarını.”

Polis onu dün gece sabaha karşı saat üçte iki parça halinde yakaladı. Oysa uzun bacakları vardı. İnsana Afrikalı maratoncuları hatırlatan, tahta gibi kuru ve düz, upuzun bacaklar. Katiller kesik başı benim camın önündeki çöplüğe atmışlar. Gerçek şu ki, çöplük değildi orası. Bir vakıf arazisiydi. Polis ne diye gevezelik ettiğimi söylüyor. Senelerdir duyardık işte. Hastane yapılacaktı oraya. Sonra başının tepesinde uçları ak, kıvırcık saçları vardı, bir koyununki gibiydiler tıpkı. Bir de o yabani şarkılar. Hep o şarkılar yedi başını.

Diğer Yazıları