... !?
Bütün ihtimaller vakur
harflerin sırrına gebe
Bütün dönüşler yanmış biletlerin küllerinde
İşlevi sekteyle sözleşmeli parmaklarıma
Geçirilmiş oldu ilikleri donduran ıssızlığın
Kalbimin ayaklarını kıran vahşiliğinle
Buz tuttu deli yanlarım
Hiç gülmeyi seninle hayal edemedim
hiç seninle
Anılarımı derleyemedim bir düzlükte
İfşa-ı zor olanın esiridir ezincim
Renklere kayıtsız kör bütün gözlüklerim
Baharım ufalandı senin takımlar
Yükselsin diye lime lime
Ağıtlarla dağlandı yapraklar
Yağmurun dilini çözdü çözeli
Bitti bitecek olanın koynunda yalnızlıklar
Başlıksız seviler işledim düşlerime
Adsız dertler desenledim
Hepsi bir rüyanın eli
zamanım kustu
Ömrümü paketledim
Belki bir vakit gelir tanırsın diye
Gözlerimin terennümlerini
Uğradığın yerlerde unuttum.
ÇEKME KAT
Sus, kadın. Sus diyorum artık. Git ayağına bir şeyler giy. Yaprak gibi titreyip durma karşımda.
Zavallı kocacığı, zavallı biricik yoldaşı, ne yaptığını bilmezleşti, şu haline bir bak, hiç bildik adamdan eser kalmış mı? Zavallı hayat arkadaşını tanıyamaz oldu. Soğuğun koynuna uzanmış yatıyor, yanağını buz gibi mermere yapıştırmış. Kim bilir ne kadar soğuk dışarısı.
Gerçi tahminde bulunamaz. Hava raporunu kaçırdı bu sabah, ama parmaklarının ve burnunun ucunun aldığı tona bakılırsa epey soğuk olmalı. Donacak zavallı. Delirdiği günden bu yana ne yaptığını ölçemiyor. Tutturdu çatıda yatacak. Kiremitlerin üstüne atıcam kendimi, dedi. Yapma, dedim, ayaz var, zatürree olursun, yataklara düşersen bakmam sana, mahsus, korksun da beri gelsin diye. Hem el âlem de var işin içinde. Erkek yurdundan bi görülecek olursak rezil oluruz adamlara. Onların kravatları var, diplomaları var, dedim. Ama o, sus, dedi. Sus, kadın. Hep öyle dedi. Susturmaya kalkıştı hep, bir cümle daha söylemeden susmam, dedim. Bir cümle daha.
Sus, kadın. Sus diyorum sana. Dışarı git, komşuya git. Git de biraz başım dinlensin. Delirecem kadın. Delirteceksin beni.
Zavallı kocacığı, zavallı aklını yitirdi, çatıda yatmaya kalkması da bunu gösteriyor ya. Ama kıyamıyor yine de, orada uyuyan kocacığını seyrediyor, kırmızı burnunu iyice yassılaştırıyor, iyice giriyor cama. Kocacığı çok kuvvetli olduğunu tahmin ettiği soğuğun altında uyuyor, uyuyabiliyor hayret, ayakları çıplak, yanağı mermer pervaza yapışmış, donacak zavallıcık, habire de kımıldıyor, düşmese bari, sokağa düşerse rezil oluruz mahalleliye, düşse ölür mü ki, ya sakat kalır da başıma bela olursa, kolu bacağı kırılır da kırıkçı çıkıkçı aramak zorunda kalırsam, yo ölsün, ölsün daha iyi, uyandırmalı hemen, sokmalı eve, bu deliliğe bir son vermesini öğütlemeli, eğer fayda etmez de yine hemen sus derse, bir cümle kurmama daha izin vermezse, o zaman ben de yardım isterim, polis çağırırım, numarayı biliyorum canım, 155, tabii, çok kaydı baksana, ta oluğa kadar gitti, şimdi birden uyanırsa sıçrar, düşebilir, kendiliğinden uyanmasını beklemeli, ayağı oluğa takıldı, canı yandıysa uyanır, yaptığı işin şakaya gelir yanı olmadığını görür artık, uyandığında aklı başına gelse bari.
Sus kadın, susacak mısın artık. Kimi çağırırsan çağır, polis çağır, itfaiye çağır, muhtar çağır, kimi istiyorsan çağır.
Hasta olursan bakmayacağım sana. Bir çorba bile pişirenin olmayacak. Deli deyip durduğun Nizam’ın bile pabuçları vardı, lastiktiler ama taşa basmıyordu hiç değilse, ya senin, şu haline bak, ayakların çıplak, yanağın buz tutmuş, bu soğuk seni öldürür, duyuyor musun, öldürür, daha ne zamana kadar sürdüreceksin bu saçmalığı.
Zavallı kocacığı onu görmüyor, işitmiyor. Karşısında kel bir adam var. Camdan yüzünü seçemiyor pek. Cama bir iki tıklatıyor, hey, kimsin, nesi oluyorsun kocamın? Adam dudaklarını kımıldatıyor, bir cevap vermiş olmalı, adamın dişleri parlak, o kadar ki ışıltısı sözünü boğuyor, ne dediğini işitemiyor, ‘şey bir bakıma şey gibi, hmm nasıl desem, bir tür,’ kocası donmuş dudaklarını zorluyor, ‘yaratık’ diyor, ‘dragon’ demek istedin değil mi, güzel, yerinde bir sözcük.’
Kendi aralarında konuşmalarına sinirleniyor, parlak dişli adama sinirleniyor, dişlerini tek yumrukta dağıtmak geliyor içinden, bu kadar parlak olmayı görsünler bakalım, ama hemen vazgeçiyor, direnci ona bu dişleri tek yumrukta dökemeyeceğini fısıldıyor, bunlar öyle yardımcı silah olmadan yıkılamazlar, şehri kuşatan sağlam surlara benziyorlar, ellerim donmuş olmasaydı, ayaklarım ve yanağım buz tutmasaydı belki bir demir çubuğa koşar yapışırdım. Kombinin altında araç gereç kutusu olmalı, orada aradıklarımın fazlası var, hemen güçlü bir alet kapmalı, adamın dişlerine indirmeli. Çekiç de olabilir. Bulup indirmeli, hemen.
Sus kadın, sussana, bağırma diyorum bak, bağırmaya devam edersen ağzını da bağlamak zorunda kalıcam.
Zavallı kocacığının üşümesini istemiyor. Deliler de üşür çünkü. En azından çok üşümesini engeller bu tuğlalar. Madem o hep burada, kiremitlerin üstünde yatmak istiyor, hasta olmasın hiç değilse. Tuğlaları bunun için yığdı, rüzgâra siper olsun diye. Kocacığı, sırf o üşümesin diye çok, bu düşünceli davranışını takdir edemeyecek belki ama pencereyle tuğlalar arasında bıraktığı boşluğa sığınacak. Şimdi oraya girmemek için direttiği bu ayakların rüzgâr çıkınca nasıl tabanları yağladığını kendisi de görecek. Görecek de, bakalım inadından geçecek mi? Belki de yaptığının ne denli ayıp ve suç olduğunu anlar o zaman, ayıp; çünkü komşuları rahatsız edebilir bu durum, hadi şimdi kış diyelim, ya yazın bu deliliğe kalkışsaydı, onun yüzünden kimse penceresini, perdesini açamayacak mıydı? Suça gelince, buraya tuğlaları yığdığımızı biri görür ya da biri haber alırsa, belediyeye şikâyet edilirsek, kapımıza dayanırlarsa, sokağa atılırsak, ceza yersek, o zaman ne yaparız. Her şey benim başıma kalır, bu adam deli zaten, bir delinin neden umurunda olsun ki bunlar. Hayır, o söylemişti, suç onun değildi, içeri gir, demişti, rezil olacağız, üstelik bu yaştan sonra başımıza gelenle ne halt ederiz, demişti. Ama onu dinlemedi ki, hep sus, dedi. Sus kadın. Sus yoksa şöyle yaparım, sus yoksa böyle yaparım.
Sus kadın, sus yoksa ben seni atıcam sokağa.
İnsan, deli de olsa, kocasını sever, o da seviyor. Kocacığının malına, namusuna halel getirmedi bunca yıl. Onu ata bildi. Bir şehrin kalesi neyse o da öyleydi onun için. Sırtını dayadığı duvarıydı kocacığı, tutunduğu dalıydı sonra. Şimdi böyle bir hastalığı var diye atamaz onu, namerde muhtaç oluşunu seyredemez. ‘Kadının yeri kocasının yanı’ demekle, yol iz gösteren büyüklerin sözünü dinlemeli ve kocasının, pençesinde inlediği bu hastalığın kıyısında, kendine de bir yer edinmeli. Hem inanmamışlar mıydı bunca yıl her zorluğun birlik olunca üstesinden gelineceğine.
İyi günler, Efendim.
Avni Güngör mü?
Belediyeden geliyoruz, Beyefendi.
Çekme kat çıktığınıza dair ihbar var,
lütfen şurayı imzalar mısınız?
Sus, kadın. Sus yoksa başlatıcaksın belediyene, polisine.