Menu
ÇIĞLIK MOR
Öykü • ÇIĞLIK MOR

ÇIĞLIK MOR



İşte, hedefi kaybetmesi o sırada oldu.

Bir mor çığlık, bir derin, terbiyeli. Hepsinden önemlisi adresi biliyor ya. Bu duvarlara bulaşan lekeyi kulaklarına yapıştırtacak, bir demir halka olup bileklerini kenetlettirecek, bir allık gibi elmacık kemiklerine oturtacak. Hak ediyordu gideceği yerdeki. Onu mora bulamadan, mor görmeden rahat etmesi olası değil, bu saatten sonra değil.

Çığlık deli, çığlık kızgın. Bütün kızgınlar kadar da haklı üstelik. Böylesi hassas dönemin kadınına, bu renk altında durup kal, denmesi tahammül edebileceği bir şey değildi ve beklenemezdi, akıl taşıyan biri tarafından elbet. Hadi buna da katlan. Bunu da yut hadi. Onca şeyin arasında yuvarla gitsin bunu da. Derinine. Bir gün alırsın hesabını. Neleri yutmamıştın ki. Ekmek parası bırakmadan gitmeleri, hatta varsa onu da almadan gitmemeleri. Küfürleri. Sarhoş olup kapılara dayanmaları. Pis kokulu ağızdan taşan, onuru karartan naraları. Senin değer verdiğin ne varsa onun değer vermediği, aşağıladıkları, ayaklarıyla ezdiği. Şimdi bunu da onlar gibi sineye mi gömmeli. Hayır, artık göm denemezdi. Bu hesabı şimdi görmeliydi. Bu rengi sevmiyordu. Bu rengi ne kıyafetlerinde ne üstünde ne de gözünün önünde olsun istemiyordu. Bunu ona söylemişti. Nefreti onu bu renkte ruju olmasına, bu renkten kalemi olmasına, ayakkabısı olmasına engeldi. Mordan korkuyordu. Morarmış denmesinden, morarmışsın demekten. Demedi. Annesini karşısında öyle mosmor gördüğünde bile. Duvarları öyle lekeli. Demedi: “Morarmışsın.”

Sabah fönlediği saçları beyninin ateş hızıyla püskürttüğü kafatası derisini delip geçen bir akımla doğallığına, kıvırcıklığına büründü; gözaltları, dudakları, parmakları da o dehşet renge. İşte, detoneliğe kaçmadan denediği usta çığlığı bu esnada attı, her şeyi böyle mosmor görünce. Çığlık mor duvarlara tırmandı, bir solukta sokağın dönemecini aldı, evlerinde oturanları hoplattı şöyle, etrafta koşuşturan çocuklarla yarıştı ve asıl işitilmesi gereken yerden, kahveden işitildi. Bir kız çığlığı dediler oradakiler. Kimdi. Boş vereceklerdi elbette. Öyle de yaptılar. Kâğıtlarına, bir daha hiçbir sesin dikkatlerini çekmemesi için, iyice gömüldüler. Ta ki garson çocuk gelip içlerinden birini dürtükleyene, kapıda bir bekleyenin olduğunu söyleyene kadar, geceye kadar oradan, yumuldukları o yerden başlarını kaldıracak değillerdi; fakat kaldırdılar, kaldırmak zorunda kaldılar. Bir dolu çıkıştılar çocuğa. Gitmesini söyle dediler. Sırası mı şimdi? Sahi ya, sırası mıydı şimdi? Ama fonda bir, nasıl demeli bir kurşun kadar keskin, bir ölüm kadar cesur, bir zaman kadar atik, yaklaşan, çoğalan biri vardı. Görmezlikten gelinemezdi. Kendiliklerinden tanıdılar onu. Deminki akıllarını dağıtanı, onun yüzünden iki el toparlanamadıkları, belalarını, onu tanıdılar. İlkine benzer bir mordan, bir derinlikten, bir ustadan çıkan çığlıkla gelip, evine, annesine morluğu salanın ensesinde durdu. O, yerinden kalkmadan, döndü. Tepeden aşağı bir morlukla yüz yüze olduğundan ağzından atıverdi, çiğnemeden, yutkunmadan: Morarmışsın.

Her sabah saçlarına fön çeken, her akşam vokalistlik yapan, sevmediğim sadece mordur, diyen bunu işitince mor bir kurşun gibi atılacaktı atılmasına ama sağdan soldan beliren siyahî ve siyahımtırak gölgelerin arasında kalıverdi. Gidip yapışacaktı kulaklarına, mor halkalar olup çevreleyecekti gözaltlarını, elmacık kemiklerini. Ama gölgeler küme kümeydi. İşte o sırada hedefi kaybetti.

Diğer Yazıları