Değişen nedir. Bir yangının ardında elde kalan?Bir çölün verdiği ya da. Nedir. İnsan nereye tutuyor güzergâhı. Nereye tutmalı. Etimizi eritip kokutan ne? Yaşam bir dalaş, bir savaş mı? Nereye vardırır bu zikzak. Nefes almak için bunca didişmek, bunca hır, heyecan. Kalbin her vuruşundayeni bir dakikaya, burnun her soluyuşu yeni bir istekle, elin her değişi taze güne. Yürek yandı işte, can çelişir, debelenir arzular, kuyular ağzına gelip boğulur idealler, hep karanlıktır oysa görünen, nerede diye diye nereye olur bu tespih. Asabi tellallar geçiyor kapılardan. Çiçeklerin dilini çözdüm demek bu çağ için beyhude. Buluşlar kimsenin yarasına cevap değil. Kaşlara kahırlar çekili. Alınlar busesini yitirmiş çoktan. Avucunu göğe tut, demişti bir seyyah. Göğe ki hep alan o olsun. Şimdi oradan gelen sadece ceza, sadece karşılığını bulmakta kirler. Bir yamacın dudaklarında tereddütle tanışmak, bir dağcının madalyası yaralar, bir fotoğrafçının kendi beynini eleyip yarışı insan yapımı bir makineye vermesi gibi. Hep gıcırtılarla ilerleyen bir tekerleğin üstünde yol almak olan bu döngü.
Bir yudumda içilecek şerbeti ağızda dolaştırmak niye. Niye bu acil servislere alışkanlık! Bunu yeniden kesip, yeniden dikmek gerek diyenlere hak vermeli mi? Yeniden prova edilse uyar mı? Zaman esrik, ya ona sokulan insan. Onun hücrelerini depremler altüst etti. Kıyamet, tek beklediği kıyamet. Bir halı atın üstüne. Bir kova su. Yangın her yeri sarmadan bir üfürüş salın. Kökler değişimle sınanmadan, atom parçaları toplanmadan, iki kere ikinin dört etmediği gelmeden, yer çekimden bıkıp geri tepmeden, kaba sığarım demeden söz, deniz tandır gibi kızdırılmadan, sınırları yırtıp taşmadan sonra, dağlar havada yürütülmeye başlamadan, sütün kızaracağı tutmadan, her günkü izni yüzüne çalınmadan güneşin ve katlanıp dürülmeden, yasalar yasası yaslara yaslanmadan, yani ten şahitliğe kalkışmadan, parmaklar kime nasıl, nereye niçin dipnot düşmeden dili, ayaklar kime gittiğini, hangi yolda yorulduğunu niçin. Niçin süpürgeliğe reva görüldüğünü anlatmaya başlamadan özneler, niçin didinip durduğunu sonra amil. Tel tel dökülmeden yıllar ve yırlarla hesaplaşmadan kulaklar. Bahisler kapanmadan ve açılmadan gizli dosyalar. Terinde boğulmadan insan, ortalarda boy atmadan sırlar. Her bir kaynaktan ümidi kesmeden dertli, tabip bulunmadığı, savcı sorulmadığı an çatmadan, gözler bir ışığın varlığına müştak dört dönmeden. Yani bu uzunca aldanışa yeni bir halka daha geçirilmeden, can boğaza dayanıp bir türlü ölemediği ne de içine dönüp hayattan bir yarar edinemediği zaman vurmadan, demek istiyor seyyah, işte tüm bunlardan evvel avucunu göğe tut.
Köpeğin tasması gibi boyunda, bir o yana bir bu yana kıvrılan gerdanlar, bir doğru bin yanlış, göçmen duyuların kalbi istilası ve ruhun yadırgaması mevcut yerini. İnsan karanlıklardan çıkıp geldiyse, bildiyse kapalılık nedir, üstüne perdelerin kat kat örtülmesini yaşadıysa, insan habersiz düştüyse âleme ve bu tutkuya tutukluluk nereden esti soramıyorsa bir dakika durup, kukla mı kuklacı mı karar verememişse henüz; insan mağlup, insan aldanmış, insan yarım.
Bir gün o dokunuşu hissedeceğim. Bir gün dört omuz da hissedecek beni. Bir gün diyalog yetersizliğinden arama almadığımla aramızda engelsizlik, perdesizlik oluşacak. Bir gün yerin nezaketiyle baş başa bırakacaklar beni. Dilerim nezaketiyle. Bir gün tepemde bir akasya doğacak. Bir çift göz, bir çift avuç, bir mırıltı, bir ılık dokunuş, bir tanık çehre beklediklerim arasında yerlerini alacaklar.
Dağlanış bir yüreğin feryadıyla, bir gidişin sonbaharı getirişi gibi takvimlere, öyle yarısı boştur bu bardağın, bu dilin tamamlanamaz talepleri vardır, boyuna çıkar yokuşları, boyuna düşer tepetakla, kalkar, güç ki bir gün tüketilecektir, nereye kadar gidebilir insan? Kuşlar nereye kadar uçabilirse. Gidecek yer bellidir. En doğru söz belî ise, hep belî ise…
Gözde, geleceğin aşılmış, yokuşsuz yolları. Geleceğin parlak sözlü insanları. Geleceğin hep umuda koşan ayakları. Geleceğin onu çağıran muştuları. Geleceğe hep dünden, hatta bu günden daha iyi bir zanla, çokluk güzel görüyle muamele edilmesi, bu günlerin bir zamanların geleceği olduğunu unutanların nasıl bir şakayla yüzleştikleri, nasıl kaybedecekleri bir sevgiliyle düşüp kalkmalarına aldırmaz görünmeleri, işte bu, seyredilmesi aklı bunaltan bir film, bir düş sanki. Bu film izlenmiyor. Ağız tadıyla denir ya. Ağızlarda tat aranmayalı uzun zaman oldu belki. Belki bu da bir havai fişek şovundan arta kalan o helezoni lekeler gibi kalbe ve sonrasında bütün bir ömre yayılan kapkara bir şahit. Geliş çığlıklarla duyuruldu da, sırrın kendisi gidişin neyle olacağı.
Bil ki dünyaya geldiğin zaman
Herkes gülüyor sen ağlıyordun
Bir müddet yaşadın öldüğün zaman
Herkes ağlıyor sen gülüyordun.