Güzel bir günün sonunda tekrar yola düşmesi gerektiğinin farkındaydı.
Yüksek dağları aşarken, rampalardan tırmanırken aklında hep dönüş yolculuğu vardı. Yirmi yaşındaki arabasına güvenemiyordu. Bu yollarda gideceğini bilseydi zaten yola çıkmazdı. Bu arabayla er ya da geç yolda kalacağını biliyordu.
Arkadaşı aradığında, günlük bir gezi olacağını düşünmüştü. Fazla uzun yol hayal etmediği için nereye gidileceğini sorma gereği bile duymamıştı.
Lastikler eskimiş, farlarda ayarsızlıklar karşıdakileri rahatsız edecek kadar artmıştı. Bir de araba yokuşlarda zorlanıyor yaşlı insanlar gibi inleyerek, oflayıp puflayarak yavaş yavaş ilerleyebiliyordu. Hasta bir insan gibiydi; bazen öksürük sesi gibi sesler çıkararak rampalarda zorlanıyor, bayılıyordu. Hatta küçük oğlunun sözleri hâlâ kullarındaydı:
-Baba! Değiştirelim şu arabayı artık. Baksana hiç çekmiyor. Dedem gibi öksürüp duruyor…
Elbette arabayı değiştirmeyi, şöyle bastığın zaman fırlayıp giden, konforu yerinde bir arabası olmasını o da isterdi. Ama günün şartları, geçim imkânları buna müsaade etmiyordu. Yoksa şehrin ana caddesinin tam ortasında, sıcağın adamın ensesinde boza pişirdiği öğle vaktinde defalarca, küt diye, trafiğin ortasında kalakalmayı o da istemezdi. Üstelik arkadakilerin ısrarcı ve uzun kornaları sanki sövgü gibi geliyor ve ezim ezim ezildiğini düşünüyordu. Şimdi şunun şurasında dökeceksin benzini üstüne, sonra kenara çıkıp seyredeceksin yanışını, diye az aklından geçirmemişti.
Haksızlık da yapmamak gerekiyordu aslında. Bunca yıldır kahrını çekiyordu. Tamam, daha çok sıkıntı vermeye başlamıştı ama yıllardır kendine hizmet ediyordu. Bu düşünceler aklından geçerken kendi sorumsuzluğuna kızdı. Arabasına gerekli özeni göstermediğini düşündü. Bakım yaptırmak için duyarsız davrandığını kabul etti. Ben de kabahatliyim, ben ona gereken bakımı yaptırsam bu sıkıntıları şimdi yaşamazdım, dedi…
Güzel, harika ve unutulmayası bir günün sonunda, güneşin dağların arkasında kaybolmaya yüz tuttuğu zamanda gerisine hüzün bırakıp gidiyordu sanki. Düşünceleri, hüzün, korku ya da ne olduğunu anlayamadığı bir duygunun esiri oldu.
Serin sularda rafting yapmak harikaydı. Hayatında ilk defa böyle bir deneyim yaşıyordu. Yüzlerce turistin eğlentileri gözden kaçmıyordu. Bir an kafasındaki bütün olumsuzlukları yok sayması ne kadar güzeldi. Hele botun alabora olmasıyla, dişlere mızıka çaldıracak kadar soğuk sularda bota çıkma savaşı unutulamazdı.
Gün akşam olup geri dönüş düşüncesi zihnini sarmaladığında, yaşadığı bu güzel anların üzerine kara bulutların düşüşünü yaşıyordu sanki. Şimşekler ve gök gürültüleri eşliğinde kararmış gündüzde bardaktan boşanırcasına yağmurun tam ortasında kalmış biri gibi titremeye başlaması dikkatlerden kaçmadı.
Keşke ile başlayan onlarca düşünce ve cümle zihnine akın etti.
Keşke yağına baktırsaydım…
Hararet yapması muhtemel, bir ustaya gösterseydim…
Arkadaşı, havuzun üzerine yapılmış küçük, dik çatılı evlerin birinde kalmaya karar verdiğinde onun kafasındaki düşman fikirler çatışmaya devam ediyordu. Teklife cevabı çok net ve kısaydı:
-Hayır.
Hemen yola çıkmalıydı. Zaten güneş battı batacak. Yol uzun, yol zor, yol zirvelerden geçiyordu…
Vedalaşmaların eşliğinde yola koyuldu. Dua dilinden eksik olmadı, evine sıkıntısız ulaşmak gönlünün köşesindeydi. Yollar tanıdık değildi. Dağlar, tepeler, ormanlar, vadilerden akan sular… Zor yollar…
Artık yollar daha karanlık, daha ürkütücü geliyordu ona. Hele vadiler arasından geçerken içinde bir ürküntü yaşaması duygularını da ağırlaştırıyor, zaman zaman duygularının altında kalıp boğuluyormuş hissi yaşatıyordu. Duygularını arabadaki aile fertlerine belli etmemeye çalışsa da onlar bunun farkındaydı. Belki onlar daha çok korkuyorlardı. Onlar da arabadaki eksiklerin farkındaydı.
Arabanın yakıtının azaldığını uyaran ışık yanınca içindeki kuşkuların tamamı bir savaşçı gibi ayağa kalkmış, korku saçıyorlardı.
-Tamam, şimdi işimiz bitti, dedi. İnşallah yakınlarda petrol istasyonu vardır, duası o kadar istekliydi ki içinden geçenleri çocukları dile getirip dua ettiler. Gözü hep yakıt alabileceği bir petrol istasyonu arayarak gelmişti…
Kızı bağırdı:
-Petrol!
Kızın çığlığı arabadakilerin psikolojisini anlatmak için yeterliydi.
Petrol istasyonuna ulaştıklarında duyduklarına inanamadılar. Tekrar tekrar aynı soruya aynı cevabı aldılar:
-Biz de sadece motorin var. Biz civar köylerdeki çiftçiler için…
-Peki, bundan sonra nerde bulabiliriz?
-60 kilometre ötede.
Arabasındaki yakıt en fazla 30 kilometre yeterdi. Bunu biliyordu, defalarca test etmişti.
-Ama benim yakıtım ancak 30 kilometre yeter.
Petroldeki görevli genç önemli bir çözüm bulmuşçasına gürledi:
-Şuradan geri gidin. Az ilerden sağa, dağa doğru dönün dağların arasından aşağıya doğru… 15 kilometre…
Artık kulakları bir şey duymaz oldu. Uğuldadı. Çınladığını düşündü. Beni anıyorlar herhalde, diye aklından geçirdi.
Belki de birileri bir yerde bu zifiri karanlıkta onu anıyordu, kim bilir.
Çaresizlikti yaşadığı. Mecburiyet hatta mahkûmiyet…
Döndü geriye. Ormana girdiği anda bambaşka duygularla hiç konuşmadan son sürat yol aldı. Ağaçların cinsini merak etmedi bile. Zaten görülmüyordu. Yola bir hayvanın çıkma ihtimali onu korkutuyordu. Hatta silahlı kişilerin yolu kesmesi fikri tedirginliğini artırdı.
Issız bir yol, yılan gibi eğri büğrü. Kısa süre sonra başlayan iniş, bir vadinin dibini fısıldıyordu kulaklarına... Gökyüzünü görmek mümkün olmuyordu. Gerçi gökyüzüne bakacak bir boşluk da söz konusu değildi. Her an bir yerden bir şeylerin çıkma ihtimali ile gözlerini yoldan ayırmadı. Bir dönüş, bir büküm, bir kesilmiş ağaç gövdesi…
Birden yolun ortasında beliriveren bir insan…
Ne yapacağını bilmeden, hiçbir şey düşünmeden, oradan, karanlıktan, adamdan, ormandan kurtulma isteğiyle tekrar gaza bastı.
Adam, kurtuluş için son çırpınışlarını gösteren biri gibiydi, sürekli dur işareti yapıyordu. Arabanın durmayacağını anlayınca can havliyle kendini yolun kenarına attı.
Artık onun için her şey bitmişti. Artık bu yoldan bu karanlıkta, gecenin bu dipsizliğinde kimsecikler gelmezdi. Artık sabahı beklemek, beklerken de yırtıcıların kendisine ulaşmaması için dua etmek kalmıştı.
Bu da neyin nesi, nerden çıktı bu adam? Gecenin karanlığında durmak olmaz ki; hırlısı var hırsızı var, soyguncusu var canisi var, diye düşünürken birden durdu. Hanımına seslendi.
-Adamı alacağım.
Hanımı ses çıkarmadı.
-Yolda kalmış herhalde dedi. Göz ucuyla gördüğü yolun kenarındaki motosikleti hatırladı.
Geçtiği yolu geri geldi. Adam karanlıkta sezilmiyordu. Genç biri olduğu hissi veriyordu. Ön camı azıcık indirdi. Yanına koşarak gelen adama seslendi:
-Hayırdır?
-Abi yolda kaldım. Benzin bozukmuş motor çalışmadı. Akşamdan beri bekliyorum. Motorumu da bırakıp gitmek istemedim. İşin aslı korktum…
Adam kısa sürede birçok şey anlattı. Adam anlattıkça o rahatladı.
-Haydi bin, dedi.
Adam heyecan ve dualarla arabanın arka koltuğuna oturdu.
-Sizden önce bir araba geçti. Durmadı. Sizden de ümitli değildim. Bu ortamda, karanlığın ortasında durmalarını beklemek…
Arabada sessizlik devam etti.
Bir süre sonra:
-Bak! Sen kıymetini bil. Senin kıymet veren, kıymetini bilen biri var. Ona karşı görevlerini unutma!
Adam sessice dinledi. Konuşma kendine çok gizemli geldi. Gençti. Temiz birine benziyordu.
Sürücü devam etti:
-Beni senin için görevlendirmişler. Ben senin için bu yola girdim. Beni buraya yönlendiren biri var. Yoksa bu dağın içinde benim ne işim olabilir…
Adamın şaşkınlığı iyice arttı. Ne demek istiyordu böyle… İçinde bir ürperti hissetti. Sürücü doğru söylüyordu. Eğer gelmeseydi başına bir çok şey gelebilirdi.
Vadinin dibindeki petrol istasyonuna ulaştıklarında genç adam arabadan indi. Sürücünün gözlerine baktı. Gözlerinin içi parladı. Sadece “teşekkür ederim” dedi.
Sürücü, adamın çaresizlik içinde kıvranmasına merhem olmanın güzelliği ile rahatladı.
-Belki de beni kurtaran sendin, benim için de sen görevlendirildin, dedi sessizce. Başıma gelecekleri sen engelledin… Şükürler olsun, dedi ve yürüdü.