Menu
ANAA! DUUZ!
Öykü • ANAA! DUUZ!

ANAA! DUUZ!

Kış günlerinde üç beş kişilik guruplar toplanır kendi aralarında eğlenir, konuşur, vakit geçirirdi. Bu guruplara “barana” denirdi. Bunların birinde kendilerini kasabanın en akıllı insanları sanan kişiler toplanırdı. Kendilerini her konuda yetkili görüp, görüş beyan eder, görüşlerinden daha güzelinin mümkün olmayacağını düşünürlerdi.

Bu grubun önde geleni Bey Durmuş’tu. Konuşmasında oldukça özenli, akıllı olduğunu göstermek istercesine anlaşılmaz olmaya dikkat ederdi. Konuşmasındaki nezaket sebebiyle “Bey” olarak anılırdı. Kendine “Bey Durmuş” denmesinden gizliden gizliye zevk duyardı. Onu tanımayanlar konuşmasına bakıp, bir mebus konuşuyor intibaına kapılırdı.

En samimi olduğu arkadaşı Tilki Yaşar’dı. Tilki Yaşar onun sağ kolu gibiydi. Dünyada en akıllı kendisiydi sanki. Aman Allah’ım! O bilmişlik tavrı yok mu? Elinde imkân olsa memleketin bütün problemlerini çözüverecek(!)…

Bunlara bir de Kuruların Kamil ve Talaşların İhsan’ın katıldığını düşünün; evlere şenlik. Zaten bunlar hiç ayrılmazlardı. Kuruların Kamil’in alaycılığına Talaşların İhsan’ın komedyenliğinin eklenmesi gurubu tamamlıyordu.

Toplantı dönüşümlü olarak sırayla yapılırdı. Sıra Tilki Yaşar’daydı. Erkenden misafir odasını hazırladı.

Akşam karanlığının çöküşüyle birlikte barana elemanları Tilki Yaşar’ın evinde toplanmaya başlandı.

Bey Durmuş’taki telaş gözden kaçmıyordu. Normalin dışında bir şeyin varlığı hemen seziliyordu. Nihayet gelecek olanların hepsi tamamlanınca Bey Durmuş konuşmaya başladı:

“Arkadaşlar! Biz, “Ağaç Dibi” petrolde oturuyorduk. Orada birileriyle tanıştık. Kaçakçılık yapıyorlarmış. Bize mallarını gösterdiler. Biz de onları buraya çağırdık. Birazdan gelecekler. Mallarına bakacağız...”

Oturanlardan birisi söze karıştı:

“Neler var?”

Bey Durmuş istifini hiç bozmadan konuşmasına devam etti:

“Her şey var: silah, mermi, boncuk, halı…”

Konuşurken Bey Durmuş’un yüzü değişti, gözünün ucu kapıya kaydı. Sonuçta yapılan şey, kanun dışıydı. Gizliden gizliye yapılırdı.

Kaçakçıların geldiği haberi odaya ulaşınca, Tilki Yaşar kapıya çıktı. Ev sahibi olarak gelenleri karşıladı. Gelenler kıyafetleriyle güven veriyordu. Giydikleri elbiseler pahalı görünüyordu. Odadaki kasabalıların ömür boyunca giyemeyeceği türdendi. Adamların ellerindeki çantaları oldukça fiyakalıydı. Bunca pahalı mallar ancak bu çantalarda taşınırdı. Kaçakçılar içeri girip kendilerine gösterilen yere oturdular.

“Hoş geldiniz” sözleri uğultu haline dönüştü. Sonra da “merhaba”lar takip etti.

Bey Durmuş söze başladı:

“Dostlarım! Biraz önce bahsettiğimiz arkadaşlar bunlar…”

Kaçakçılardan ortada oturan, Bey Durmuş’un yüzüne baktı. Çok aceleleri varmış gibi davrandı. Telaşlı bir ifadeyle konuşmak isteğini işaret etti. Bey Durmuş konuşmasını kesti.

Kaçakçılardan biri konuşmaya başladı. O kadar güzel konuşuyordu ki, Bey Durmuş bile dinlemekten kendisini alamadı.

“Arkadaşlar! Malum, biliyorsunuz. Bizim yaptığımız işler tehlikeli. Biz fazla oyalanamayız. Siz bakın, siparişlerinizi alalım. Anlaşacağımız yerde malları teslim ederiz. Fazla oyalanmayalım, biz takipli insanlarız…”

Üçü de çantalarını açtılar. İçinde silah ve mermiler vardı.

Odadakilerin hepsinin gözleri fal taşı gibi açıldı. Silahlar göz alıcıydı. Silaha ilgisi olanlar gözlerini tabancalardan alamadı. O zamanda silah almak; taşımak modaydı. Herkes silahından bahsetmek için fırsat kollar, silahıyla övünürdü.

Kapıya yakın oturan Rahmi Dayı:

“Ben de şu silahtan almak istiyorum.” dedi.

Bunu üzerine Kuruların Kamil hiç duraksamadan lafa karıştı:

“Sen mi?” dedi alaycı tavrıyla.

Sonra da devam etti:

“Bırak Allah aşkına! Sen sinirli adamsın; birini vurursun da başımıza iş açarsın.”

Rahmi Dayı bozuntuya vermedi. Herkesle birlikte o da güldü. Bu arada siparişler de veriliyordu. Elindeki deftere verilen siparişleri kaydetti kravatlı olanı.

Başta Bey Durmuş olmak üzere, Tilki Yaşar, Talaşların İhsan ve Kuruların Kamil silah ve mermi siparişi verdiler.

Kaçakçılar, verilen siparişlerin bağlantısını yapılabilmesi için kaparo aldılar. Sipariş verenlerle dışarıya çıkan kaçakçılar, ertesi gün için nerede buluşacaklarını detaylarıyla konuşup ayrıldılar.

Tekrar geri döndüklerinde konuşmaları aynı minval üzere devam etti. Gurubun dağılma saati geldiğinde gecenin yarısı çoktan geçmişti.

Sipariş verenlerden dörtlü gurup sabah erkenden şehre gitmek için sözleştiler. İçlerindeki heyecan yüzlerinden belli oluyordu. Bir an önce uyumak için evden ayrıldılar. Ama uyku tutmadı.

Tilki Yaşar verdikleri paranın boşa gideceği duygusuna kapılıp uyku durağından son sürat uzaklaştı. Sabahı sıkıntılı bir şekilde, arzu içerisine bekledi. Ya paraları kaybederse milletin yüzüne nasıl bakacağını hayal etti. “Bir şey olmaz. Adamlar güven vericiydi.” düşüncesiyle kendini rahatlatmaya çalıştı. Uykuyla uyanıklık arasında geçen işkence gibi bir gecenin arkasından buluşma yerine geldi. Diğer arkadaşlarının da kendinden farklı olmadığını görünce rahatladı.

Murat 124 marka otomobile binip şehrin yolunu tuttular. Yolda Bey Durmuş’un zamanla hayal dünyasına dalıp gittiğini gören arkadaşları takılmadan edemediler.

“Bu adamları nereden bulup getirdin? Başımıza bir sürü masraf açtın.”

Pazarlığını yaptığı silahı ucuza kapattığını düşünen Bey Durmuş, laf olsun diye cevap verdi:

“Buldunuz kaliteli malı konuşursunuz!”

Şehre girdiklerinde en kestirme yoldan randevu yerine ulaştılar. Akşamdan kendilerine tembihlendiği gibi çok dikkatli davrandılar. Etrafı kolaçan ederek karşı caddedeki arabanın yanına vardılar.

Bu kalabalık yeri seçmelerinin sebebini düşünüp yorumladılar kendilerince.

Akşamdan sözleştikleri yerde adamları gören Tilki Yaşar rahatladı. Bir anda morali yerine geldi, yüzü güldü. Ne de olsa bu işin sonunda el âleme rezil olmakta vardı. Ya parayı kaptırmış olsaydı? Bütün kariyeri yerle bir olacak, etrafındaki arkadaşlarının yanında aşağılandığını düşünecek ve sözü bir daha kâle alınmayacaktı. “Çok akıllı Tilki Yaşar’ın alış verişi gibi olmasın.” sözü nesilden nesle aktarılacaktı.

Neyse, bunlar ortadan kalkmıştı. Sıra bir an önce silahlarına kavuşmaya gelmişti. Arabanın yanına vardıklarında akşam siparişleri alan adam yaklaştı. Fısıltıyla:

“Biliyorsunuz biz takipliyiz. Şu anda bile takip ediliyor olabiliriz. Onun için işi acele bitireceğiz. Paralar hazır mı?

“Hazır.”

“Ben şimdi bagajı açacağım. Mallar hazır, parayı verip paketleri alacaksınız. Hiç oyalanmayın. Aldığınız gibi hiçbir tarafa bakmadan buradan hızlı bir şekilde uzaklaşın. Biz sizi tanımıyoruz; siz de bizi...”

Adam telaşla bagajı açtı. Paralarını alıp kolileri teslim etti. Birer paket alan herkes, adamın dediği gibi arkasına bile bakmadan otomobile bindiler. Hızla oradan uzaklaştılar. Hepsi heyecanla etrafı gözleyerek kasabanın yolunu tuttular.

Az sonra, hayal ettikleri, tomarla para saydıkları silahlara kavuşacaklar ve kasabalılara hava atacaklardı.

Kasabaya ilerlerken yolun trafik ekiplerince çevrildiğini görünce bir anda her şeyin bittiğini düşündüler. Kendilerinin takip edildiğini ve onun için yolun çevrildiği duygusu, iç dünyalarını mahvetti; bitkinleştirdi. Geri dönüp kaçmayı düşündüler, ama artık çok geçti.

Talaşların İhsan, durumu kurtarabileceği düşüncesiyle hasta numarası yapacağını söyledi. Diğerleri sonlarının geldiğini düşünerek bu fikri pek parlak bulmadılar. Yine de çıkmadık candan ümit kesilmez, duygusu içerisinde durumu oluruna bıraktılar.

Trafik polisi arabayı durdurduğunda içerideki iniltilerin ardı arkası kesilmedi. Cam açıldığında içerden yükselen iniltiler dışarıya taştı.

Görevli arabanın içinde kıvranan adama bakıp merakla sordu:

“Nesi var?”

İçeridekiler gecikmeden cevapladı:

“Hastalandı: hastaneye götürdük, oradan getiriyoruz.”

Polis hiç bekletmeden yola devam ettirdi. Polisi atlattıklarını düşünerek rahatladılar. Bu, onların takip edildikleri duygusunu yok etmedi, aksine iyice arttırdı.

Arkalarına bile bakmadan son sürat kasabaya girdiler. “Harman Yeri” diye bilinen kasaba meydanını toz duman içinde geçtiler.

Arabayla birlikte avluya girdiler. Dışarıyı tekrar kontrol ettiler. Kimsenin kendilerini takip etmediğini görünce iyice rahatladılar.

Akşam siparişleri verdikleri odaya çıktılar. Heyecan ve arzuyla paketleri açtılar. Beklediklerini göremeyince yüzlerindeki ifadeler değişti. Kızgınlık ve öfkeyle yoğrulmuş sözler döküldü ağızlarından. Ağır olan mermi paketlerini açtıklarında içinden tuz paketleri çıkmıştı. Daha hafif olan silah paketlerinden de ekmekler çıkmıştı.

“Anaaa duuuz!  Anaaa ekmek!” sözleri odayı doldurdu.

Her açılan paketle de umutları yok oldu, tabi paraları da. En önemlisi: o her şeyi bildik tavırları…