Zamanımı henüz neyle sınırlandırmam gerektiğini bilmediğim zamanlardı. Maddi veya manevi bir aşkla mı, ailesine bağlı biri olarak sorumluluklarla mı, seyyahlıkla mı? Ben, kalarak kolay olanı seçtim. Kalmak, yitmekti bilemedim... Yitmek kelimesiyle aynı cümle içinde özne olabildiğim günlerdi. Ben kolayı olanı seçtim...
Zor zamanlardı. Kimseye anlatmadığım, yeterince anlamsız dertlerim vardı. Anlamsızlıklar beni ben yaparken yeniden doğamayan günlerin güneşine baktım durdum. Aşırı tanıdık geçen günlerin ardından yalnızlıkla bir duvar gibi çarpıştım durdum. Dinlenmeyi, düşünmeyi bir kenara bıraktım. Her şeyden vazgeçtim bugünlerde yitmekten, gitmekten her şeyden. Yitmeyi seçtiğim günlere bakarak ah bile çekmedim. Olumluyu başaramayan bizlerin olumsuzluklarla savaştığını gördüm. Uzun zaman sessiz kaldım. Yüreğimi hapsettiğim gitme hünerlerimi yitişlerime sakladım. Ne kadar zıt görünseler de gitmekle kalmak arasında hiçbir fark olmadığını gördüm. Ne acı...
Dünya elini eteğini benden çektiğinde küçüktüm. Küçük dünyalarım, küçük hayallerim ve annemin beni yıkadığı leğen dolusu düş bahçelerim vardı. Önceleri masal kahramanlarıyla tanıdım aşkı. Yalan renkleri ilk çocuk paleti olan kuru boyalarımda tanıdım. Ölümü en çok düşündüğüm zamanlardı. Ölüm babamın bir anda ortadan kaybolmasıydı. Karşılığı gözümü dolduran yaşlarla yastığımın ıslanmasıydı. En çok küçükken ve âşıkken acıyı hayal ettim.
Yenildim ben. Ne kaldım ne gidebildim. Yıllar sonra kaldığım yerden yitmek için gitmeye başladım. İşte buradayım şimdi...
***
—Yolcu kalmasın, kalkıyoruz.
Ada yolcusu kalmasın... Diyen adamın sesinden martılara fırsat kalmamıştı. Kenara vuran ördekleri herkes karabatak sanıyordu. Bu farkındalığımdan mutlu, ellerimi yağan yağmura sundum. Uzun zamandır gelmediğim ülkemde kendime ait kalan mekânları arıyordum. Tamamen müziğin verdiği hınçla yerimde durdum. Hıncımı fark etseler tutup zorla yürütürler. Yerimde öyle bir hınçla durdum ki bütün süslü gereksiz şiirler hecelerini terk etti. İşte tam böyle bir zamanda yola çıkma vakti. Kasım ayı hep bu kadar hüzünlü müydü? Yoksa ben mi büyüdüm? Bunların cevabını bulmak için çıkıyorum yola.
Tekne kalabalık değil. Kulaklığımın teki takılı; diğerini çıkardım dışardan gelen seslerden haberdar olabilmek için. İşin kötü tarafı dışardan ses filan gelmedi... Yağan yağmur bile ses yapmayacak kadar kötüydü. İşte tam bu an bütün yenilerim eskidi. Yenilerin bir anda kalıp değişmesi, bu beni hiç ummadığım bir yere terk etti. Düşünüyorum da eskiyen yeniler yeni değil. Kaliteli olmayan anlam bocalamalarıyla bu yolculuk bu mevsime hiç yakışmadı...
***
Etraf olabildiğine sakin. Yerli halk balkonlarında yağan yağmura inat çay içiyorlardı. Bu beni bir anlık mutlandırdı. Düşününce geç kaldığım bir yolculukta nereye bakıyordum ki ben. İstanbul’a gelmeyeli yedi yıl olmuş, evlenmiş anne olmuş ve boşanmıştım. Buraya yani eve, yani yitmeye gelmiştim. Annemin beni saracak güçlü kolları yoktu artık. Ve ben annemin kollarına sığamayacak kadar büyük ve acılıydım. Geri dönüşümü kutlamayacak olduğunu bildiğimden babamı düşüncelerime sokmadım bile. Sadece biraz gökyüzü tüm arzuladığım biraz gökyüzü... Kızımı özledim...
***
Ne gördüm, neyi kıskandım bilmiyorum ama tekrar iskeleye geldim.
—Kartal’a gideceğim ne zaman gelir vapur?’ Sorusuna aldığım cevap beni umutlandırdı doğrusu. Cevap tam olarak 3 dakika sonra diye geldi. Uzak bir üç dakikalık hesaplaşma beni bekliyordu. En çokta annemi özledim. Hata yaptığımda bana kızmasını, annemin kaderi bana tecelli edemedi. Yanlış insanlar yanlış yerler ve arzular. Kalmayı seçtim sığındığım ilk yerde işte kolay buydu. Yitişim orda başladı. Direncimde... Yani kızımda...
Anneme anneanne olduğunu söylesem yumuşar mıydı? Bindim, indim gözümün önünden yıllar geçti. Zorla evlendirilmek istediğim o adam ve annemin korkulu bakışları. Bu sırada kartal’da indim. Bir otele yerleştim. Ne yapacağımı bilmiyordum. Boşuna verilen otel parası artık buraya ait olmadığımı gösteriyordu. Boşuna verilmiş para boşuna geçen zamandan daha avutucuymuş, öğrendim.
***
Uykunun çare bulamadığı dertlerim vardı. Uyumak sonsuz bir zıtlık. Hayaller kurardım yıllar önce. Benim canım hayallerimde bile bu kadar yanmamıştı. Önceleri sevdiğim insanın bana güvenmediğini düşünür sonrada onu affediş provaları yapardım. O kadar dayanıklı sanırdım kendimi ki. Çocukken başaramadığım cennetti arzulamaz olmuştum. Kolayı seçmek yitmekti. Zıtlıklar beni içine alalı çok olsa da, aslında zamanın kendinden asla geçmediğini öğrendim. Zaman asla boş bir uğraş değildi. Annem için uyumalıyım. Annelik için, kızım için, beklide gece sırf bu yüzden gece... İyi uykuları hayal etme zamanı...
***
Renkler zıtlık içinde... Ve anneme gitme zamanım geldi. Eşyalarımı cesaret edip yanıma alamadım sadece kol çantamı aldım-içinde çocukluğun kalesi olan kızımın fotoğraf albümüyle- yola koyuldum. onbeş dakika sonra evimin-öyle olduğunu ümit ettiğim- önündeydim. Bir cesaretsizlik çöktü omuzlarıma ki... Giderken kalkıştıklarım, hayallerim hiçbiri benimle değildi artık. Sadece bir zaman kaybı endişelerim. Kapı önünde söylediğimiz türküler ve akşam sohbetleri her şey buradaydı sanki. Elimi kaldırdım... Tek cesaretim zile basmak, tek hüznüm yanlış yerden gidip yanlış yerde yitmek. Şimdi ölüm zamanı...
***
Kapıyı açan annem oldu. Beni gördüğünde tahmin ettiğim gibi anlamsız bakıyordu. Anlamlandırmak için ellerimi ona uzattım. İçeri girmemi buyurdu. Büyük bir gelişmeydi bu. Burası benim mi? Değişen sadece eşyalar değildi. Hüzünlerim ve benim olan her şey değişmişti. En sonunda söze girdi:
—Nerelerdeydin?
—Anne, Muhsin’le evlenmemek için kaçtım. Dönecek ya da gidecek kimsem yoktu. Bir müddet Sakarya’da bir arkadaşımla çalıştım. Sonra oradan Almanya’ya gittim. üç yıl hiç kimseyle muhatap olmadan bir hayat sürdüm. Sonra bir adama âşık oldum. Evlendik. Bir kızım oldu. Aşk bitti. Kaderimin sana benzeyen kısmıyla aşkı da tükettim. Ayrıldık. Kızım onda buraya yerleşince velayetini bana vereceğine söz verdi. Bende geri döndüm.
Ne yani benim bir torunum mu var? Şimdiye kadar nasıl oldu da aramadın? Sevil buna hakkın yoktu. Tamam, istemedin, gittin... Geri dönemedin anlarım. Ama bunu neden söylemedin... Dedi. Uzun bir süre sustu ardından-adı ne? Dedi.
Meryem, bana benzetiyorlar. Henüz üç yaşında. Çok akıllı.
Resmi var mı?
Evet, senin için bir albüm yaptım...
İnanamıyorum muhteşem bir şey bu...
Uzun bir süre onun resimlerini sevdi. Sonra yemek hazırladı. Uzun uzun konuştuk. Babam hastalanmış. Kimseyi tanımıyormuş. Buna sevinsem mi üzülsem mi bilemedim. Yemek yedim. Kızımı aradım. Anne diyebilmeyi henüz başaran sesine hasretimin arttığını anımsadım. Anneme verdim telefonu. Ağlayarak konuştu.
***
—Almanya- Türkiye uçağı alanımıza inmiştir... Diyen sesle kendime geldim. Karşılayanımın olmaması ne büyük bir kusur. Bir taksi çevirdim, taksici:
—Nereye hanımefendi? Dedi. Bende:
—Adalara vapuru olan herhangi bir iskeleye lütfen...