Çocuk elini uzattı...
Çocuk elini geri çekti...
Ve yağmur başladı...
Yerimi bırakıp kalkmak fütursuzluk sayılacağından bile isteye fütursuz olarak yani yerimden kalkarak ona yer verdim. Bir hüznün gölgesine ne kadar yakışmıştık. İstasyonda beklerken sürekli karşılaştığım kızla ilk karşılıklı bakış girişimim pozitifti. Bana gülümsemedi belki ama teşekkür ederek kelimelere kendini âşık etti.
Yağmur yağdı, uzunca bir süre kesilmeden yağdı. Her hayat bir başlangıcı varsaysa ve ben ayağa kalktığım anı bir başlangıç kabul etsem. Etsem ne olacak ki... Günler sonra bir daha belki karşılaşma ihtimali üzerine oturduğum yerden trenim gelse de kalkmadan ona yer vermek için bekleyeceğim... Hayır, olmayası olmayacak işte. Bana gülecek melekler yeryüzünde olamazlar... Olsaydı ki gülerdi olmayacak. Hava soğuk ama tren gelmese n’olur. Çocuklar yağmuru neden sevemezler Rabbim, korkuyorum dünyadan. Bir sigara yaksam ne olurdu?
Bir kitap çıkardı, yağmura aldırış etmiyor gibiydi. Ne güzel parmakları vardı. İlk kez kalın parmaklı bir kızın ellerinin temiz olması beni bu kadar mutlu ediyordu.
Çocuk ağladı...
Islanan paçasını annesi katladı...
Tren geldi...
Ve yağmur her şeye rağmen dindi...
Sahneler gözümde canlanıyordu. Birçok senaryo yazdım. Ona o kadar çok isim yakıştırdım ki. En çok melek olma ihtimalini seviyordum:
—melek, parmaklarınla sayfalarımı değiştirmeni istiyorum... Diyecektim mesela... O da bana kitaplara dokunduğu gibi -yağmurdan korkmadan- şefkatle dokunacaktı. Sonra asiye olmasını istiyordum. Asi köküne ihanet etmeden bana baş kaldırmasını. Nur ismini eklemeye gayret ettim her nedense istediğim isimlere. Olmadı... Asi Nur olmayasım geldi ellerinden kalemi düşürdüğünde. Sonra usul usul eğilip aldı. Çocuklar hep bu kadar huzursuz mu olurlar?
Çocuk sustu...
Kâğıt helva satan adam kâğıttan tebessümlerle onu etkiledi...
Yağmur bir daha kendini göstermedi...
Üşüyorum...
Yanında oturan kadın indi. Bende bir cesaret yanına oturdum. Kafasını kaldırıp varlığıma katkıda bulunmadı. Birkaç cümleyle ilgileniyordu. Dünyada bir cümlelik yerim kalmamış rabbim dedim...
Çocuklar her şeye rağmen dünyalık...
Benimde altımı çizse ne olur? Bana yakışan cümleleri benim kalemimle çizse:
‘biz daha tanımadık kaşı kalkık günleri’*
Bir kibrit çöpüyle oynayan adam vardı önümde. Elinden düşürmemek için gayretliydi. Gayret kelimesini ilk kez o kadar yakından görmüş gibi ona bakıyordum. Bana döndü ilk defa:
—kaleminiz var mı? Dedi
—var bir DK dedim ve uzattım.
Aldı, bir cümleyle daha yakınlaştı bana dönerek:
Kalemlerinizi kurutmamanızı tavsiye ederim, Buyurdu.
Ne yapmamı tavsiye edersiniz...
Bu kitabı size uzatıyorum benim altını çizmediğim yerler dışında bir boşluktan içeri sızmanızı tavsiye ediyorum. Başarırsanız size bir şey söyleyeceğim...
Peki, dedim ve aldım iyice dikkat ederek okudum. Bir cümle buldum...
Çocuk inmek istemedi...
Annesi el etti...
Çocuk indi...
Bir cümle daha buldum ücralarında...
SANA EN OLMAYASI YERİMDEN SESLENECEĞİM...
‘aydan dede yontularak avutulan çocuklar’* dedim... Bana güldü... Meleğim dünyaya adım attı ve:
Çok iyi bir baba olacaksınız beyefendi...
İsmim Mehmet...
Bende Nur. Tanışmamıza sevindim. Seninle karşılaşıyorduk sürekli...
Beni fark etmiş Rabbim... Dünya hala dünya...
Sadece Nur mu?
Evet, sadece Nur.
Tahmin etmiştim...
Nasıl yani...
Çocukların ahireti bu dünya...
Nurlu parmakların var...
Bugün başlangıcım olsa ne olur...
Tren kalkmak üzere...
(*Ali Ayçil- Naz Bitti)