GECEYLE BİR...
Sözün gümüşü çoktan çamaşır suyuna düşmüştü... Gece ilerlemek bilmeyen bir hal almış, insanlar susuyordu... En çok kelimelerin silinmesi gerekiyordu, ama zedelenmiş sözler çoktan ilmeği boğazlamışlardı... Kelimeler tıkanmıştı geceye, gece geçit vermiyordu.
Sarp hüzünlerle, bağdaş kurmuş şehir alevleri, yakmıştı gözlerini. Yakılacak köprüler olmadığından mı artık bilinmez, gitmekten bahseder olmuştu hepsi birden... Köprüler şehirleri biraz daha birbirine uzak kılarken bir geceyle bir cümle âşık oldu birbirine...
Gölge dedi gece, zamanlanmış bir hatanın ayağı burkuldu, gece aktı gündüze... Artık insanlar masal yaşamaktaydı... Gece cümleye tutkundu, cümlenin mihrabını yokluyor, yanılmak nedir bilmeden ona sahip çıkıyordu. Cümlenin başı dik... Çokbilmiş bir hükmün kirpiklerini ıslatıyordu gece diye... Aşk demiyordu bütün ukalalığı üzerine alarak, bir anne bilgiçliğiyle kendinden emindi... Geceye karşı dik durmak her cümlenin harcı değildi... Geceye ayak diretmesi bir öykünün parçasının, aşk diyip geçiştirilecek bir şey değildi... Bir geceyle bir cümle birbirlerine niyetli gündüzlerdi adeta... Gece ilmeklenmiş bir hıçkırıktı, cümle hala çocuktu...
İçlerini yakan mevsime inat, kıyıda köşede kim varsa sahipleniverdiler... Gece, âşıkları alıyor, uyutmadan sabaha teslim ediyor, görevini yerine getirmenin huzuruyla güneşe selam duruyordu. Cümle, nükseden acı birikintilerini kimsenin üzerine sıçratmadan baş tacı oluyordu âşıklara... Birbirlerini tamamlıyorlardı. İnsanlara sınırsız hizmet vermenin sınırlarını zorluyorlardı... Nerede yaralı, tek kalmış biri varsa en içli kitabın içinden çıkıyordu cümle, en can yakan şiirde parlamaya başlıyordu... Gece durmak bilmeden, en güzel yağmurları parselliyordu...
Gündüz çıkageldi... Cümleye vurgunluğunu en iyi bilen güneşle birlikte cümlenin sahibinin ayaklarına geldi... Aydınlık öykü evinin sahibesi, getirdikleri Günyüzü görmüş vaatlere bakadurdu... Dili tutulmuştu söylenenler karşısında... Gündüzün temiz yüzünü görüp biricik cümleciğine bu hayırlı kısmeti duyurdu. Cümle kararlıydı, geceydi onun diğer adı...
İki kardeş birbirlerine düşüverdiler... İkisi de öykünün en güzel cümlesine vurgundu. Cümle geceye, gece aslında bilmeden gölgeye... Cümle artık yorgundu. Olup bitene kelimeleri bir anlam veremiyordu. Virgülüne soruyor, ‘hey ünlem bana bir akıl ver’ diyor, ama bir türlü ne yapacağını kestiremiyordu. Üstüne üstlük, imla hatalarını kapayan geceye karşı gündüzün tüm çıplaklığını fark ediyordu... Bu durumda içinde bulunduğu öykünün sahibesine karşı çıkmaktan öte yapabileceği bir şey yoktu... Onu ikna edebilmek, güneşi dünyadan soğutmaktan bile zordu... Cümle harflerini döke döke çıtı yola...
Artık, hiçbir öyküye aitliği olmadığını bilerek, tüm gerçekleri fark ederek, bile/isteye vardı saatin kapılarına... Gece olmasına dört dakika kala, dört hüzünle, dört cümle geldi çöktü dermansız dizlerine... Noktaları terk etti cümleyi...
Bir...
Güneşi gündüzden, geceyi günden çekemeyeceğini ayrımsadı... Bir hüznün altı çiziliyordu... Saat sanki 23:56’ da tıkanmış kalmıştı... Kızgındı...
İki...
Eski sahibesinin elleri geldi aklına... Kalemi tutanın tırnaklarına bakışı... Tırnaklarının kelimelerine olan yırtıcılığı ve yaşları... Canı yandı...
Üç...
Ağlamak denen şey sadece eskiyen kâğıdını yıpratıyordu... Öğrendi...
Ve dört...
Gece kapılarını neden açmıyordu?
Kapıyı açanın gözlerinden uzak bir güneşin emrindeki dolunay olması yıktı cümleyi... Topu topu iki kelime çıkıp gelmişti... Ağır değildi vebali... Gece cümleyi bırakıp kendini başka şehirlere adamıştı... Bunu söyleyen dolunaya haykırdı kalan son dermanını cümle... ‘beni bırakıp nasıl gider, oysa tüm harflerimi vermiştim ona...’ dolunay artık o yok, teksin dedi... Cümle tüm harflerini serdi ipe... İlmek artık boğazına dayanmıştı ve gidiyordu... Dört anı kaldı kirpiklerinde, Dört dakikalık bir ömür...
***
Gece girdi kapıdan. Yıldızların yaşlarını silmeye kalktı... ‘hey ne bu karanlık...’
Dolunaya sordu, ‘nerede benim cümlem?’ dolunay suskun kirpikleriyle ölü kelimelerini gösterdi geceye...
Gece kendini güneşe verdi, gece kendini aşka verdi, gece kendini ateşe verdi...
— Cümlem beni beklemedi!
Güneş, dolunayı ödüllendirdi... Güneş gündüzü dillendirdi... Gece bir daha ısıtmadı iklimleri...
Nisan /08