mehmed ali verçin’e
bunu hâlâ kimseye söylemedi: altı yedi yaşlarındayken bir zelzeleyi başlatmışdı. kırk küsur senedir ve elliye dayanmış merdübân üzerindeyken, hâlâ sadece kendisi biliyor.
arasıra olduğu gibi, anneannesi onu yoldaş edinip, birkaç gün kalmak üzere, köy minibüsüyle onbeş yirmi dakika mesafedeki köyüne götürmüşdü. anneannesinin kızkardeşinin evinin toprak avlusu hayli geniş idi. dam, samanlık, ekmek vesaire pişirmek için samanlı çamur harçlı kiremit parçalı fırın, birkaç ağaç, pulluklar, tırmıklar, kamışdan seleler ve çubukdan sepetler, ortalıkda dolanan tavuklar horozlar kazlar, kediler köpekler, damlarda meleşen koyun kuzular, muu’layan inekler buzağılar, dallarda cıvıldaşan kuşlar ve bört ü böcek... yaz yaylakçıları...
gün boyu akranı akraba çocuklarıyla koşuşturup yoruldukdan sonra, akşama yakın avluda idiler. tarlalardan gelinmiş. avlunun bir kenarında karpuz öbekleri bulunduğuna göre, haziran çokdan geçmiş olmalı. ya’ni, yaz ortası. al bu karpuzu kırıp ye, diye biri ona, olgun ama ufarak bir karpuz uzatdı. bıçak kullanması tehlikeli bulunduğundan olsa gerek, eline bıçak verilmemiş, toprak avlunun bir köşesinde, kırıp yiyebilceği söylenmişdi.
karpuzu kaldırıp kırmak için yere vurmuşdu ki, toprak yer/zemin sallanmağa başladı. tam, karpuzun yere çarptığı an. yer sallanmağa başladı. karpuzu vurduğu yer. önce, sadece karpuzu vurduğu yer sallandı sandı. korku değil, şaşkınlık ile ve başkasına haber vermek için ayağa kalkmak istedi, başaramadı. ayakları altında hayli geniş bir saha sallanıyor ve dengesini bozup ayağa kalkmasına mani oluyordu. gördü ki, sadece karpuzu vurduğu yer değil, bütün avlu sallanıyor. herkesde bir tuhaflık, yani sessizlik ve dikkat farketdi. yaptığı işin bu kadar geniş olduğunu farkedince, yine de, anladılar mı, diye merak etdi, ve, söylesem mi, diye içsorguya başladı. bu kadar büyük bir işi, ya’ni koca avluyu sallama işini kendisinin becerdiğine, buna kendisinin sebeb olduğuna inanırlar mı idi?!
anneannesinden yana bakdı. anneannesi, ayağa kalkıp yanına gelmek istediğini sezmiş, kalkamadığını da görmüş: kalkma, çömel yavrum çömel; zelzele oluyor, şimdi geçer, demiş idi, galiba.
sallantı ne kadar sürmüşdü, şimdi pek hatırlamıyor ve bir dakikadan azlığı önemli değil. içinde sürdüğü ve kırk küsur senedir, hatırladıkça süreceği.
o yaşda suçluluk duygusu ile yaptığı işin büyüklüğünü birarada düşündüğünü, ikisini biraraya getirdiğini söylemek zor. mühimmi, işin büyüklüğünden ziyade, herkesin kesintisiz bir alâka, dikkat ve ehemmiyet atfetmesiydi. işte bu cazib idi, ayartıcı idi ve tamamen susmasını zorlaştırıyordu. herkes, avlularda alevlendirdikleri ateşlerin etrafında toplanmış, yer yaygılarında akşam yemeği atıştırırken, yetişkinler bütün hararet ve heyecanıyla bu olayı konuşuyordu. bu hararetli ve heyecanlı konuşmalarda aralık düştükçe, tam ben karpuzu yere vurduğumda yer sallanmağa başladı, demeden edemedi... –ama, kimsenin bu itirafını kaale almadığını gördükçe, biraz bozulma, biraz da, suçdan yırtmanın azadlığı arasında sallanıp durdu.
bir-ikisi dışında, hemen hepsi geniş avlu içinde ve tek katlı evlerden oluşan köyde kaydadeğer bir hasar yokdu. kiminin duvarının çamur sıvası dökülmüş, kiminin sergeninden kap kacağı... (ama, bunlar dahi söylenmeden geçilemezdi...)
devrisi gün mü, birkaç gün sonra mı, kasabaya döndüklerinde, annesi ve kardeşleriyle gittikleri bütün misafirliklerde ve gelen bütün misafirlerle konuşulan, zelzele idi. haftalarca mı, yoksa aylarca mı, zelzele konuşmalarının hararet ve heyecanı azalmamış, bilakis, çeşitlenerek artmışdı.
konuşulanlar: hastalık, sabaha karşı ve gecenin tam yarısı sokaklarda geziyormuş.. açık pencere veya kapı görürse, hayalet gibi içeri süzülüveriyormuş. yıkıntı ve sıkıntının, çürüyüş ve kokuşmuşluğun giderilemediği, zelzelenin merkezinden kalkıp dolaşmağa çıkıyormuş ve buralara kadar geldiği görülmüş... görenlerin tarifine göre hastalık: şöyleymiş böyleymiş, şuna benziyormuş buna benziyormuş, şurasında boynuzu varmış başının arkasında gözü, ağzı şurasındaymış burnu burasında, ayakları ters imiş... (ayakları ters ise, topukları ileride, düşmeden nasıl yürüyebildiği; yoksa, gözleri de başının arkasında bulunduğuna göre sırtı doğrultusunda mı yürüdüğü; böyle ise, ellerini ne yönde kullanabildiği; ellerini kullanmakda beceriksizse, bir yumrukda, hatta okkalı bir itmeyle devrilebileceği.. vs, hayli kafasını meşgul edip durmuşdu.)
bütün bunlar kıyamet alâmetleri değil miymiş?! zaten kıyametin yaklaştığını bütün hocalar ne zamandır söyleyip duruyormuş. eee, peygamberimizin gelmesinden bu kadar uzun süre geçmiş! son peygamber zaten kıyametin yaklaştığının deliliymiş! dünya artık iyice yaşlanmış… kıyametde hiçbir ev ayakda kalmayacak, her şey dümdüz olacakmış. herkes kendi başının derdine düşecek, o dehşet içinde analar evladını tanımayacakmış...
eh, bu son ifade.. bir evlat olarak, tanınmamak, zelzeleyi devam etdirmez mi?
düşünme yayının üzerinde yaylanıp kanatlanan altı yedi yaş hayalleri...
her yer dümdüz... tam dümdüz değil, yıkıntı; sürülmüş tarla gibi. bütün evler, yürünen sokaklar, direkler, duvarlar, dükkanlar, okullar vesaire, ve hatta camiler.. sürülmüş tarla gibi. dünyanın sonu. yok oluşu. yok oluş. yokluk... evler yok… anne baba yok… kardeş ve arkadaşlar yok… kediler köpekler yok... hiçbir şey, yok...
ötesi?
yokluğun ufku
ve ötesi?
altı yedi yaş aklı için...
yok.
bitdi ( )
...
ama, bitmedi:
ya başdan da yok olsa idik?
hiç olmasa idik?
(hiç) ol(ma)sa idik?
annemiz olmasa idi?..
sevgisi olmazdı!
annenin ve anne sevgisinin olmaması...
altı yedi yaş aklı bunu alabilir mi, kaldırabilir mi?..
ama, karşısında, işte...
ve
babasızlık ve baba sevgisizliği!..
anneannesizlik ve anneanne sevgisizliği!..
dedesizlik ve dede sevgisizliği!..
( )
iyi de, anne olmasa, biz olmazdık! biz olmayınca, bizim için (olmayan bizim için) anne sevgisi olur mu idi? eee!!! ayyy!!!
evet: ayyy... : ( )
(tıkanma gibi bir şey. kanatsızlıkdan veya geçitsizlikden kaynaklanan.)
/
şimdi;
çocuğun yoğidi, yoğiken var oldu, varoldu.
çocuğun sıfır idi. bir yaşına girdi; birşeyler öğrendi. (mühim değil.)
iki yaşına girdi; birşeyler öğrendi. (mühim değil.)
üç yaşına girdi; birşeyler öğrendi. (mühim değil.)
dört, beş, altı... (ne ki!)
altı yaşındaki çocuk (mühim) ne öğrenmişdir de ne bilir, şimdi gözünde? senin (inşaallah) karşılıksız sevgin dışında, dünya puluyla kaç pul eder?
kırk küsur yaşındasın.. elliye yakın sene yaşadın. ne öğrendin de ne bilirsin, sıfırdan beri?
sıfırdın (çocuğun gibi)
şimdi nesin?
elli yaşında elinde ne var?
ne biliyorsun?
altı yaşında zelzele başlatdın.
altı yaşındaki çocuğuna hangi gözle bakıyorsun?!
altı yaşındaki çocuğun zelzelesini göremeyen/görebilen bir göz sahibi misin?
doğru söyle: göz sahibi misin?
gören mi
görmeyen mi?
yokluğu görmeyi öğrenebildin mi?
yokluğu gören göz edinebildin mi?
...
(yokluk puluyla kaç pul edersin?)
elli yaşındaki elini aç, görelim.
(elinde, zelzele başlatacak karpuz var mı?)
/
zelzeleye devam.
işte bütün mesele...
yoksa
yok olmağa bile layık olamazsın.
/
zelzeleyi hissetme
zelzeleyi duyma
zelzeleyi görme
zelzeleyi düşünme
zelzeleye erme
zelzeleye yapışma
bütün hücrelerinle zelzele
zelzelede erime
zelzele tozu
tozutma
ve
mana düzlüğüne
erme
(gark)
(sallanırsan yıkılmazsın)
(dik durursan kırılırsın)
...
kasabaya gitdim. yüksek binalar dikilmiş, yüksek minareler.
ama dere kurumuş. dereyi kurtaramamışlar. yüksek bina ve minareler dikmek için derenin kumunu taşıya taşıya, dereyi kurutmuşlar.
iki yakalı kasabanın ortak bir meydanı yok. ben de, kuru derenin üstündeki, iki yakayı bağlayan ortadaki köprüye çıkdım. elimde karpuz.
(ya içi boş çıkarsa!)
...
[21 nisan 010, küçükköy, geceninsabahı; tenbellik ve semeresizlik anıtı nefs eşeğini ölümle tehdid edince, işbu ilhamatı anıra anıra kelam harmanına kadar semerine yüklenip taşımağa mecbur kaldı: «salâhdan dolayı eşeği öldürmek câiz olmaz; vaktâ ki vahşî olur, onun kanı mubah olur.» “insanın işine yaradığı için eşeği öldürmek câiz olmaz; ancak, vahşîleştiğinde onu öldürmek mubah olur.” –mesnevî-i şerîf şerhi, cilt bir, kitab iki, sahife 388, beyt 3355. ahmed avni konuk, ist. 2005, kitabevi y.]
...
—engürü’den enver usta biletiyle kızılelma’ya gelen baykanlı bay arkadaş çocuk dahi, aksaray semtindeki beş uçlu yıldız gibi beş yol ortasındaki üst geçidin üstüne çıkıp kırmızı anorağıyle kendini patlatıp dünyayı sallayacağını ilan etmiş idi. gün ve saatini bizzat mükaleme etdiği halde gitmeği çocuk aklımla unutmuş idim. şimdi yine yeniden hatırladım çocuk aklımla. /yoksa, laleli camii ile murat paşa camii arasındaki asfaltta mıydı...—