gece boyunca, aralıkla olsa da, yağmur yağdı. sabah da yağış ve bulutluluk devamından naşi, güneşin doğuşunu gözleyemedim.
biraz önce verilen sela (vefat ilanı) bulutla kapalı kararık havanın kasvetliliğini koyulaştırdı. nasın ekserisi bayram kutlamasında iken, o cenaze evinde yaslılık hakim. dünya işte bu: bayram ve yas yanyana, aynı dünya içinde. aslında, dünyada yaşadıkça, insanların iç âleminin tam böyleliğini görüyorsun. bir insan içinde aynı an içinde iki ayrı duygu içiçe...
....
çocukların laf dinlemediği dinmez bir dingillikle söylenedurur. da, bunu söyleyeduran büyükler pek mi laf dinler? en bârizinden: meyhanelerin, kumarhanelerin kapısına, büyükleri doluşup dikilse ve hep bir ağızdan içerideki evladına “yapma, etme, eyleme şu haltı” diye nasihat (laf) etse, hatta yalvarıp yakarsa, ve hatta içeridekilerin, diyelim yarısı özür dileyip, tamam, bir daha buraya gelmeyeceğiz, deyip çıkıp gitse.. yarın aynı yere gidip baksak, acaba aynı mekanların bir önceki günki nüfusunu az mı buluruz, azmış mı?
....
okunmuşlukdan mülhem:
dünyanın hal ü hadisatını, yaradan öyle istemiş, beğenmiş, irade ve takdir etmiş iken, (elinden bir şeyin gelmediği) bu şeyleri tekdir ve tenkit niye; ne haddine (düşmüş)! zaten ve işte düşmemiş ki, cezasını çekiyorsun: huzursuzluk, mutsuzluk, eziklik, siniklik çukurlarına düşerek...
hayli vakitdir zihnimde gezip, son vakitlerde hayli ağırlık kazanan bir kanaat: solcu-sağcı=liboş yayımevlerinin yayımladığı kalın-kalın (kafa kadar) öyle roman kitabları var ki, ipe-sapa gelmez, bu yüzden okuyanlarını ahmaklaştırıcı, zihinlerini mefluc edici, akıllarını arızalandırıcı... niye yayımlarlar bu talaş çuvalı kitabları? dünyadaki bütün okurları ahmaklaştırmakdan menfaat uman/temin eden beynelmilel çok satan mihraklar, şeytani (meşru-gayr-i meşru tanımayan) tröstler böyle istiyor ve bu salak yayımevlerine de, mesela kağıt parası gibi üç-beş kuruşu koklayınca, ahmaklaştırıcı (kafa uyuşturucu) bu kalın-kalın kitabları yayımlamak düşüyor. bu durumda, gençler okusun da ne okursa okusun, ifadesi mavallaşıyor. insan gelişimi, tavır, hal ve hareketleriyle ilgilenen bilim (logic) dallarında, seyir, dinleme ve okumanın ehemmiyeti dermeyan ediledurur.
....
te’lifatın, nasıllığının ötesinde, neliğine dair tefekkür ile, manasına teksifi, temerküzü denedin mi?
müellif, esna-i te’lifde ne haldedir?
“âcizbendeleri konuya kendi sanatının görüş açısından bakmak durumundadır. bir tekerlek yapar iken çok nâzik ve yavaş hareket eder isem, iş kolaylaşmakda, fakat çok ağır gitmektedir. çok acale ve hoyrat bir şekilde çalışır isem, bu sefer de çok zahmetli ve yorucu olmakla kalmayıp, parçalar biribirine iyi geçmemektedir. ancak, elimin hareketleri ne çok nazik, ne çok hoyrat olduğunda, kafamdaki fikri, hedeflediğim işi gerçekleştirebilirim. bununla birlikde bu hususu kelimelerle ifade edemem. burada öyle bir hüner sözkonusudur ki, ne ben bunu oğluma öğretebilirim, ne de oğlum bunu benden öğrenebilir.” arabacı diğer bir ifade ile, demek istemişdir ki: kemalâta (mükemmeliyete konuyla ilgili bir şey okuyarak değil, ancak doğrudan doğruya o fiili işleyerek ulaşılabilinir. –sanatın tabiatındaki başkalaşım. a.k. coomaraswamy. insan yay. istanbul–
hakiki (insan) sanatçı (zanaatkâr) böyle olunuyor; gerçekçi (popüler) artizt, kurslarda ve anacadde panoları, ekran ve mikrofonlarda.
....
şimdi şikar rast gelmemekde, deyu me’yussun; şunu anla ve kalın kafana dank ettir ki: beleşden rast gelecek seyrek şikarları gafletde kalmayıp avlar ve buna o miskin tenbel nefsine rağmen devam eder isen, avcılıkda ve gözaçıklıkda hüner kazanır ve şikarın bollaşıp bereketlendiğini görürsün. bunun üstesinden gelebilir isen, bütün dikkatin, bütün teyakkuzun, tenbellik ve gevşekliğe paçayı kaptırmamak yönünde bulunmalı. eğer paçayı yine kaptırır isen, artık seni teneşirden başkası paklamaz.
....
son günlerde iyice utanmazlaşan, batı medyasında best-seller (çok satan şeytani –boş- kitablar) hapı-topuna dönüştürülüp patlatılan-parlatılan ve genç-yığınlar (okuyanlar, ancak) ahmaklaşsın ve kütük-kütle oluşsun diye üste para verilip tercüme ettirilerek yayımlatılan roman yığınlarının müptezelliğine bakınca, insanın, bizim hüseyin rahmileri, reşat nurileri, turhan tanları v.b. mücevheratcı camekanlarına koyası geliyor.