Menu
zannetmek için...
Öykü • zannetmek için...

zannetmek için...


Berrin suskun duruşunu bozmadı. Bir çuval inciri berbat etmişti. Hatasını bilip boynunu bükecekti. Kesilen cezasının karşısında “ama ama...” demeyecekti bir daha. Bu kez, iş çığırından çıkmıştı bir kere.

Cengiz tek kelime etmeden saatlerdir kırmızı koltukta oturuyordu. Söyleyecek sözü yoktu. Onu tanıyan biri bu halini görse şaşırırdı. Sonra hareketsizliğinden sıkıldı. Doluya koysa almıyor, boşa koysa dolmuyordu. Şimdi şuracıkta, dönüp ona gülümsese; birkaç söz söylese, işin ciddiyeti kalmayacaktı. Hiçbir şey olmamış gibi davranamazdı. Kararlıydı. Başını aşağı yukarı oynattı. Bu kez yumuşak davranmak istemiyordu. “Üff... Nevrim döndü. Bıktım ...” Söylendi. “En iyisi kalkıp gitmek...” Öyle de yaptı.

Merdivenleri hışımla inerken, ısrarla çalan telefonuna cevap verdi:

“Nasılsın?”

“İç güveysinden halliceyim işte ne olacak” dedi arkadaşı Nedim’e.

“O da ne demek şimdi birader?”

“İç güveysi gibi sessiz uyumluyum. Ama yine de halim iyi, diyebilirim.”

“Sen onu bunu bırak da ne yapacağız bu otopark işini?”

“Adamlar söz verdiler, sonra da caydılar.”

“Şimdi karşı çıksan, sorun çıkarabilirler. Mafya gibi tipler baksana, hiç gözüm tutmadı.”

“Ya söz vermişken, başkalarına kiralamak da ne demek arkadaş?”

“Kansızlık ne olacak...”

“Eskiden olsa ben bilirdim ne yapacağımı...”

“Ne yapardın? Merak ettim şimdi sahiden. Hadi hadi Nasreddin Hoca gibi konuşma. Eskiyi de yeniyi de biliriz senin. Açtırma kutuyu söyletme kötüyü.” Patlattı kahkahayı böyle derken.

“Ya hu, ne adamsın, her şeye gülüyorsun, yine kendine bir eğlence buldun.”

“Eh böyle biriyim ben, ne yaparsın. Hadi hayırlı günler cancağızım.”

“Görüşmek üzere...” dedi Cengiz. Telefonunu kapadı. Ceketinin cebine öfkeyle attı. Elini göğsüne götürdü. İçi daralıyordu sanki. Başındaki dertlerin biri bitip biri başlıyordu. Nasıl bir sınavdı bu?

Kredi kartının ayrıntısı geldiğinde bir şok yaşamıştı Cengiz. Ödenmediği için faiziyle birlikte yirmi bini bulduğunu görünce gözleri fal taşı gibi açıldı. Öfkelendi. Bağırdı, çağırdı. Berrin’den açıklama bekledi. Fakat umduğu gibi olmadı. Alışveriş hastalığının, belki de deliliğinin son noktasıydı bu. Berrin zirve yapmıştı bu kez. Affedilecek, göz yumulacak bir durum değildi ki.

Kendiliğinden böyle oldu diyemezdi. Hayatındaki boşlukları durmaksızın satın alarak, biriktirerek doldurmaya kalkıyordu Berrin. Onu anlamaya çalışıyordu. Ama biraz da Cengiz’i düşünmesi gerekmez miydi? Cengiz sert çıkarak hatta biraz da kontrolünü kaybederek haykırmıştı Berrin’in yüzüne. Berrin sarsılmıştı, ağlamaya başlamıştı. Hıçkırıkları gitgide boğuklaşarak haykırışa, ardından sinir krizine dönüşüyordu.

Cengiz, gri ceketini alıp giderken kapıyı hızla çarptı. Kapının camı tuzla buz oldu.

Büyük bir hezeyan içinde ağlamaları sürdü Berrin’in. Sakinleşince bir süre öylece durdu. Cam kırıklarına, tavana, halıya boş gözlerle baktı. Neden sonra kalkıp ortalığı toparladı. Saçılan kırıkların nerelere dağıldığı kestirilecek gibi değildi. Bu yüzden onları rastgele süpürdü.

Sonra mutfağa yöneldi. Masanın üzerindeki çiçekler solmuştu. İsteksizce çiçekleri, cam kırıklarını çöpe doldurdu. Sandalyeye çöktü. “Böyle olması gerekiyordu Cengiz, üzgünüm…”diye mırıldandı. Sokak kapısının ziliyle irkildi. Koridora seğirtti.

Gelen Rezzan’dı: “Ayol, sabahtan beri arıyorum niye telefonun kapalı?”

“Ya sorma, Rezzancığım, keyfim kaçık.”

Berrin kendine çekidüzen verdi bir yandan. Salona buyur etti:

“Neden? Gözlerin niye şiş öyle? Ağladın mı sen yoksa?”

“Otur otur, anlatacağım hepsini… Geldiğin iyi oldu aslında.”

Yirmi yaşındaydı henüz. Annesiyle kayınvalidesi çok iyi arkadaştı. Ne yapıp etmişler onu Cengiz’le evlenmeye razı etmişlerdi. Durumları iyi bir aile olmasına karşın Cengiz işsiz güçsüzdü. Üstelik resmi nikâhlanmalarına izin çıkmamıştı. Buralarda çok yaygındı. Büyükler öyle uygun görmüştü. Berrin’e söz düşmemişti. Görkemli bir düğün merasimi yapıldı. Başlangıçta her şey iyiydi. Peki sonra… Eşi de, eşinin annesi; o çok bilmiş Münevver Hanım’da çocuk beklentisi içine düşmüşlerdi.. Ama olmuyordu işte. Hangi doktora gitseler çaresi yoktu. Üniversite hastanesine sevk edilmesi gerekiyordu, büyük yere. Resmi nikâh olmadığı için bu da mümkün değildi. Üzerinde yoğun bir baskı vardı. Annesi de kayınvalidesiyle bir olup Allah’ın günü kafasını şişiriyordu. Saçma sapan kocakarı ilâçları, tılsımlar, türlü türlü çareler deneniyordu. Sanki bir kobay faresiydi. Hayatı onların elindeydi. İsterlerse canını bile alabilirlerdi… Kahkahayla gülmeye başladı sinirinden. Güldü, güldü…

“Niye evlendim ki, ben bu Cengiz’le? Beni sevmiyor bile. Annemin bütün o ısrarları ah… Neymiş efendim, Münevver Hanımın ailesinden iyi aile mi bulacakmışım? Rahat edermişim… Bak nerelere geldi dayandı bu iş? Yarın öbür gün üzerime -aile kararıyla -bir kuma getirilmesi an meselesi Rezzan.”

Rezzan şaşkınlıktan nutku tutulmuş, onu dinliyordu. Bu mahalleye yeni taşınmıştı. Berrin’le kısa sürede tanışıp kaynaşmışlardı. Her gün görüşmeye başlamışlardı. Koltuğa gelişigüzel ilişti:

“Ne diyorsun Berrin?”

“Mutsuzum… Kimsenin isteklerine yetişemiyorum. Beni dinleyen, insan yerine koyan yok. Cengiz desen, iki arada bir derede. Onun ailesine kendini ispat etmekten başka bir emeli var mıdır bilinmez. Ayrılmak istiyorum.”

“Ama sen, ciddi misin gerçekten?” “Evet, bu yüzden kredi kartıyla çok yüklü alışverişler yaptım. Bankadan gelen kart borcunu görünce, çileden çıktı Cengiz. Herhalde artık beni boşar. Böylelikle ben de çocuk mevzusundan değil de, sorumsuzluğum yüzünden bu evliliği bitirmiş olurum.”

“İnanamıyorum, demek bu aşamaya kadar geldi bu iş…”

“Hı, hı… Başka çarem kalmadı.”

“Ben de bilemedim şimdi ne söyleyeceğimi. Yuva kolay kurulmuyor, Berrin. İyi düşündün mü?”

İçini çekti Berrin:

“Daha fazla dayanamayacağım Rezzan. İki yıldır, her Allah’ın günü aynı. Huzursuzluğumuz günbe gün artıyor. Kavga etmekten yorgun düştüm. Artık bu iyi bir bahane oldu. Ayrılır, sen yoluna ben yoluma, deriz olur biter.”

Rezzan siyah iri bukleli saçlarını eliyle düzeltti:

“Hay Allah, canım arkadaşım, sen neler söylüyorsun böyle? İnan ki aklım havsalam almıyor artık. Neler yaşamışsın…”

Berrin anlattı, o dinledi. İnanılır şey değildi. Girift bir meseleydi bu. Ama hak verdi arkadaşına. Bir yandan kahvesini yudumlarken bir yandan dalıp gidiyordu.

Annesi Şöhret Hanım, kızına düşkündü. Kanserden ölen babasından sonra tek başına büyütmüştü onu. Gözünden sakınmıştı. Onun yerine düşünmüştü iyisini, doğrusunu. Ona hata hakkı bile vermemişti. İyi mi olmuştu peki? Şimdi çok uzaktı ona. Gözünün önünde ama ırak… Çok acı vericiydi. Yutkundu.

Ah anne, keşke aramızdaki mesafe kalksa, yine dizine başımı koyabilsem, kaygısızca. Yine içimi açabilsem. Ama beni dinlemiyorsun bile. Keşke hiç büyümeseydim. Hep aynı kalsaydım.

“Kalamayacağını biliyorsun Berrin. İmkânsız bir şey artık.” dedi Rezzan.

Cengiz sakinleşti. Şimdi salim kafayla düşününce, olaylar aydınlanıyordu. Berrin kendisinden kurtulmak istiyordu. Geçen yıl bir kutu sakinleştirici içip intihara kalkışmıştı. Tesadüfen eve uğrayıp; onu baygın bulmasaydı, her şey bitmişti şimdiye. Ama bakalım onun istediği gibi mi olacak?  “O kadar kolaydı Berrin Hanım… Bekle gör bakalım… Benim gibi bir adamı terk edemezsin. Mezara kadar benimlesin. Bunun için ne gerekiyorsa yapacağım.” Elindeki çoktan küllenmiş sigara izmaritini hırsla yere attı. Ayağıyla ezdi.

Onu kaybetmek istemiyordu. Bir tür kalkandı, ailesiyle arasında. Tam yeni bir işi rayına tam oturtmaya çalışırken, evliliği tehlikeye girmişti. O giderse ailedeki herkes ona yüklenecekti. Buna müsaade edemezdi. Gerekirse resmi nikâh yapacaktı. Ailesi izin verse de vermese de.

Berrin bütün bunlardan habersiz özgür kalacağı günün özlemiyle yanıp tutuşuyordu.

Diğer Yazıları