Menu
uygunsuz sözler
Öykü • uygunsuz sözler

uygunsuz sözler



Ferda uğuldayan, zonklayan bir kafayla yürüyordu. Amaçsızca otobüse bindi. Aaa! …Ne tesadüf! ... Esin’de aynıotobüsteymiş meğer. Yanında ki boş koltuğa ilişti. Hal hatır derken neşeli bir hava oluştu. Esin onun düşünceli halini fark etti. Ama bir şey demedi. Yarasını deşmek istemedi. Ferda eşinden ayrılalı bir ay bile olmamıştı çünkü. Acaba ona bir Karadeniz fıkrası mı anlatsa, ne yapsaydı? Belki bu hüzünlü halini unuttururdu. Elini sımsıkı tuttu. Kederli yüzüne baktı. Kısacık süren sessizliğin ardından Ferda, buğulu bir ses tonuyla:

“Niçin buradasın?” diye sordu. “Bana hesap sormaya mı geldin?”

“Hayır.” Dedi lafı dolandırmadı. Bir kastı yoktu.

Esin neden otobüse bindiğini anlatırken, Ferda bir an daldı gitti. O eşiyle son görüşmesini anımsadı.

“Büyük laflar etmeye gerek yok. Kendimi savunmayacağım.”

“Bak aklıma gelmişken: O kavgayı ben çıkartmadım. Hepsi senin suçun!” dedi Olcay. Suyun üzerine çıkmayı başarmıştı yine.

“Ha, haa, haaa! … Hiç güleceğim yoktu.”Siniri bozulmuştu bir kere,durup durup gülecekti.

“Kutlarım seni. Öyle rahatsın… Bu dediklerimin ne anlamı kaldı ki? Ben hiç konuşmayayım en iyisi. “Ferda üsteledi. Onu ciddiyete davet ederken:

“Bu kez sadece kendimi düşündüm. Biliyor musun sırf ölüp gitme/ yok olma korkusuyla o anı kaçırmadım. Yaşamaklığımın nedeni bu: sırf geç kalmak pişmanlığına düşmemek için, gözüm açık gitmemek için… “Anlattı, anlattı…

“Her şeyi mahvetmiş olabilir miyim Esin? Ne güzel oldu(mu) diyeceksin yoksa?”

“Hıı?...”Esin onu dinlemediğini anladı.Bir şey demedi.İç geçirdi:

“Bazen böyle olur… Su akar yolunu bulur. Belki mütevazı bir ırmak, belki bir deniz…”

“Yine başladın kendine göre yorumlamaya bayılıyorsun.”

“Bu kesif koku… Şu bunaltan havanın/sıcağın içinde nefes almak güçleşiyor. Yaşamak denilen hastalıklı ısrar, güleç gözlerinden okunuyordu. Ağzını açıp kendini yormana, cümle kurmana bile gerek yoktu. Neler düşündüğünü tahmin etmek kolaydı. Şimdi, kalkıp “ya boş ver…” deme bana Olcay. Sırtını sağlam bir taş duvara dayamış olabilirsin. Fakat bu seni kurtarmaz.”

Gözünün içine dikti gözlerini ayırmadan, hafifçe eğildi. Sessizce:

“Kütlen ne senin? Ne kadar geliyorsun sevdiklerinin yüreğinde? Kaç çekiyorsun onların gülden kurdukları tartıda? Neden bu hesaplaşma kaygısı diye soracaksın Ferda… Kim sessiz kalıyor bu perdenin ardında? Perde kalır mı giz çözülünce(saçlarının tel tel dökülüşü gibi omuzlarından)Siyah beyaza döner mi? Sorsan yine susacaksın…”

Başını  yavaşça çevirdin oysa. Sokak lambasına doğru baktın. Orada bir kumru sıkıştığı yerden çıkmaya çalışıyordu. Işık yanıp yanıp sönüyordu. Bir araba geçti, sonra bir tane daha… Işık tamamen söndü. Kumru öldü. Kurtuldu bence. Sen yoluna devam ettin. Karanlıkta yüzünü göremedim. Tepkini ölçmek mümkün olmadı.

“Sen beni yanlış özledin. Eksik gelen bir kefe gibisin. Tartının bir ucunda. Neyle tamamlasam olmuyor. Bir de yarım kalmış güfte gibisin. Yüzlerce kez kâğıda yazılmış, bozulmuş. Ya da bir bestenin noksan notası gibi, kemanın kopmuş telindesin. Bir testinin takılmamış kulpu gibi bir seramik atölyesinde bekliyorsun.

Bende o kulpu takacak mecal kalmadı. Sanıyorum ki, o beste hiç olmayacak. Güfte ise bitmeyen bir eziyete dönüştü Ferda. Bana öyle geliyor ki, bu dertten can vereceğim.”

Oysa o,bu konu hakkında bir kelime bile etmiyordu. Bazen o kadar susuyordu ki, sabrını taşırıyordu. Cinnetin eşiğine gelecek derecede onu zorluyordu bu durum. Umurunda mıydı ki onun? Olsaydı böyle yapmazdı. “Zulümdür, yazıktır, günahtır!”Deyip yapmazdı. Yok, savunmuyordu onu. Sadece Ferda’yı önemsiyordu.

Özlem dediğin bir bahane olmasın sakın?

Sen kendi uydurduğun bir masalı yaşıyor olmayasın?

Yüzleş  ve çekil, gerçeğin sesini dinle…

Hata ediyordu. Önemsedikçe şımaracaktı. Daha fazla ileri gidecekti. Artık bunların bir anlamı kalmayacaktı. İçindeki yaşama hevesinin güzelliği; solgun, geçgin bir bahçeye dönüşecekti. Bu bereketli sevgi bağı yok olacaktı. Zannediyor ki; Olcay hala onu arıyor soruyordu. Hala hükmü var mı sözlerin, geçmişin ya da geleceğin…

Çekip gitmesini de bilmeli insan Ferda.

Bu oyunu baştan kaybettiğimi anladım. Yeni bir ele başlamanın saçmalığının farkındayım. Yapmam gereken: Çekilmeyi göze almak… O yüzden uzatmadan sonlandırıyorum. Daha fazla yitirmek/yitmek istemiyorum bu masada. Kendime acımasız davranmak zorundayım. Yoksa işi uzatmış olacağım. Yeni bir oyunun tutkulu havasını terk ediyorum. Bile isteye…

Esin, Ferda’nın saçmalamalarına alıştığını sanıyordu. Fakat yanılmıştı. Bu kadarını da beklemiyordu.

Yine dünyası altüst olmuştu. Ne yediğini, ne içtiğini, ne kadar uyuduğunu bilmiyordu Olcay. Gün içinde rutin işlerin dışında savruk bir hayatı benimsemişti. Bu ne kadar sürecekti kim bilir. Ferda’nın hayatındaki izleri silinene dek belki de.

Diğer Yazıları