Menu
yosun yeşili
Öykü • yosun yeşili

yosun yeşili



1-

"Yürümeyi, kendini kollayarak öğreneceksin. Başını kaldırır mısın, lütfen?"

“Hayır ya, bırak beni…”

“Neden ağlıyorsun sebepsiz, Allah, Allah… Sana kötü bir kelam etmedim ki oğlum.”

“Yok, bir şey usta.

Yüzündeki ıslaklığı kaşla gözün arasında kolunun yenine siliveriyor. Eh serde delikanlılık var, ne de olsa. Belli etmiyor. Ustası uzaklaşıyor.

“Ben çıkıyorum. Dönene kadar bu işler bitecek. Sallanmak yok.”

Böyle söylediğinde ben başka bir şey düşünüyordum. Ama sende haklısın usta. Kara kuru bir kızın narıyla yandığımı, başımın belada olduğunu nereden bileceksin ki? Dilimin ucuna gelmişken, anlatsaydım keşke…“Bu bir zikir halidir… Susarak, sabrederek yolumda ilerliyorum. Anlıyor musun beni?”diyemedim.

Aniden, uyanıyorum. Derinden gelen bir ezan sesiyle, üzerimdeki ağırlığı atmaya çalışıyorum. Göz kapaklarım kendiliğinden kapanıyor. Tekrar dalıyorum uykuya.

Sabahın saat beşidir. Dışarısı ayazdır. Yağmur çok yağmış. Kalkarken zorlanıyorum. Bedenim beni taşımıyor. Hayır, hasta falan değilim. Ruhumdaki bu maraz beni bitiriyor. Bir sıkıntı, içinden çıkılmaz bir amansız dert...“Allahım, hayırlara tebdil et.” dökülüyor dudaklarımdan. Duvardaki guguklu saate- başımı çevirip -bakıyorum. Vakitler kuş gibi uçup gitmiş. Kaç zamandır uyuyorum, kim bilir.

Odamın kapısı tak tak çalınıyor. Sanki bir kuşatma altındayım. Sessizlik ürkütüyor beni yoksa. Toparlanıyorum. Sabahın köründe muştulanmalıydım oysa.

Sokaktayım nihayet… Güvercinler yollarıma konuyor, ben gittikçe kanatlanmıyorlar. Sanırım bana alıştılar. İçimin kıpırtısı gözlerimdeki derin hüznü örtmüyor. “Beni anlıyor mu ki bu kuşlar? Keder uğramış sokaklarda umut ne arar arkadaş?” diyorum. Beremi hızla düzeltip, başımı gökyüzüne çeviriyorum. Güneşse, tozlu yollarımı inadına aydınlatıyor. Hafiften bir rüzgâr çıkıyor. Badem ağaçları ahenkle salınıyor. Üşüyorum. Ellerimi birbirine sürtüyorum. Üzerimdeki ince ceketin yakasını kaldırıyorum. Adımlarım çabuklaşıyor.

İnanmalıyım… “Bir gün gelecek ve her şey değişecek.”

Pencereye yöneliyorum, bahçenin yeşilliği yansıyor içeriye. Ne güzel.

2-

İşyerim.

Burası bol ışık alan bir mekândır. Benim yerim kasanın arkasıdır. Fazla konuşmam. Garson boş bardakları topluyor, masadakiler de bir ivedilik. Yüz hatları donmuş garsonun, bir robot gibi geziniyor masa aralarında. Hiç tepki vermiyor. “Bir an önce akşam olsa da, mesaimi bitirip gitsem…”diyor içinden. Bütün gün müşterilerin bitmez tükenmez istekleri, kaprisleri, patronun titiz buyrukları canından bezdiriyor onu.“Ekmek parası” derken, dişlerini gıcırdatıyor, yumruğunu sıkıyor. Kendini tutuyor. Yoksa çıngar çıkarması an meselesidir. Olup biteni görmezden geliyor.

“Bana bir orta kahve!”Bu da depo sorumlusu Rıfat, belli ki sayım bitmiş bu günlük.

“Ne yaptın, tamam mı?”

“Eh işte, oradan al buraya koy. Her zamanki gibi.”

“Valla bir gün bende sırf meraktan ineceğim şu stok alanına.”

“Olur, ineriz. Rahat benim işim. Seninki gibi insanlarla uğraşmak yok.”

“Abi, sana Tümer ustanın selamı var.”diye lafa karışıyor, garson. Kahvesini bırakıyor cam tezgâhın üzerine. Başıyla selamını alıyor Rıfat, ters ters bakıyor garsona. Sözüne devam ediyor.

Bir bayan, yerinden kalkıyor, bağırıp çağırıyor, sesini giderek yükseltiyor. Savruluyor ses. Karşıki kırmızı binanın büyük duvarına çarpıyor, yankılanıyor. Garson, kızı umursamıyor. Oysa çay gerçekten demli ve bayat. Garson abarttığını düşünüyor.

Ayşegül, sinirden ellerinin titremesine aldırmadan masaya vuruyor:

"Öyle olsa ne değişir? Farz et ki, korkularımla ve yanlışlarımla barıştım. Unuttum karabasanlarımı, korkutan rüyalarımı, hayırsız sabahlarımı. Güvercinler evimin oyuklarına yuva yapıyor. İçeriden onların uğultulu sesleri geliyor. Martılar beni ezberlediler sahilde. Denizi seyrettikçe, deli dalgalar beni dinlemiş gibi, bir atlasa dönüşüveriyor, duruluyor. Aynalarla barışsam ne değişir. Gözlerime gölgeler yansıyor."

Çantasını hışımla kapıyor, masa ve sandalyelere çarparak, çıkıp gidiyor. Masadaki arkadaşı, nutku tutulmuş gibi, kalakalıyor. Kızarıp bozarıyor. Herkes bir süre ona bakıyor. Sonra ilgi dağılıyor. Çay üstüne çaylar devriliyor, kül tablalalarına sigara izmariti doluyor. Masa tenisi oynayanlar dönüyor ve yeni bir oyun başlıyor. Topu düşürüyor bir delikanlı. Tam eğilip alacakken, esmer kızı fark ediyor, sokulmasından rahatsız oluyor, geri çekiliyor.

Akşam oluyor… Ayşegül kim bilir nerelerde? Suyun altında taşlardaki yosunlar kararıyor, koyu yeşil renk yansıyor akşam güneşi ile. Hayatta yaslanabileceği bir tutamak işte. Dalgaların çarptığı yerlerde yakamozlar oluşuyor ve bir kıpırtı yüreğinde. Biraz daha denize sokuluyor. Bembeyaz çakıl taşlarının suyla, akşam güneşiyle yıkanışının resmidir gördüğü. Balıklar su yüzüne çıkıyorlar. Denizin iyotlu kokusu burnunun direğini sızlatıyor. Gene de bu, o havayı özlemle içine çekiyor. Martıları izliyor durmaksızın, gözlerini ayırmıyor. Onların her devinişini belleğine alıyor. Coşkuyla kanat çırpıyor, pike yapıyor, dalıyorlar. Öylece, gökyüzü boşluğunda süzülüyorlar. Kollarını açıyor delikanlı, gözlerini sımsıkı yumuyor. Dönüyor, olduğu yerde bir daire çiziyor.

Hayaller kuruyor, yeni baştan. Biri başlayıp biri biten hayallerini, su yüzeyine yayıyor adeta. Seyre dalıyor. Güneş vuruyor ve o eskiye dönüyor yine. Hüznünün bir ucundan tutar gibi yekiniyor. Kumsalda yürüyor, ayaklarına kumlar bulanıyor, sonra suya tutuyor ve sonra bir daha deniyor. Gülümseyen bir yüz. Koşuyor, sahil ve dalgalar boyu. Ayaklarına çakıllar batıyor, aldırmıyor. Sahilde koşuyor, ha koşuyor.

Gözlerini açtığında ahşap tavanın budağında takılı kalıyor bakışları bir süre. Perdeden sızan keskin güneş ışığı, odanın içindeki karanlığı silmeye yetmiyor.

Diğer Yazıları