Menu
yol arkadaşı
Öykü • yol arkadaşı

yol arkadaşı



Sabahın erken saatleri…

Güneş tepeye çıkmış, yol bulduğu bütün deliklere ışığını veriyordu. Otobüs şehre girdiğinde Nesrin yeni uyanmıştı. Yol arkadaşı uyuyordu. Yüzünde hasır izlerini andıran bir kırmızılık dolaşıyor, belli belirsiz bir mana veriyordu. Nesrin yola çıkıldığından beri durmadan konuşan bu kızın nasıl uykuya daldığını merak etti.  Gözlerini uyumak için kapattığında o hâlâ konuşuyordu. Öyle ki rüyasında o konuşmalar devam ediyordu. Gözlerini açtığında konuşmasının bitmediğini düşünüp hemen başını yana çevirmiş, uyuduğunu görmüştü.

Uykusu vardı. Kapanıp duran göz kapaklarına binalar, tek tük insanlar, üst geçitler, araçlar takılıyordu. Bazılarını bulanık görmekle beraber net olarak gördükleri de vardı. Yaşadığı şehirden uzak olmanın verdiği gariplikle bakıyordu. İster istemez başka bir yer, başka insanlar, başka yollar nazarına çarpıyordu gizlice.  Urfa’ya il kez gelmişti.  Bir günlük gezi bittiğinde güzel hatıralarla bu şehirden ayrılmak istiyordu. Başını koltuktan kaldırıp otobüsün içine baktı.  Kafilenin bir kısmı uyanık bir kısmı da uyuyordu. Kendi aralarında konuşanların sesi ona ulaşıyor, dönüp baktıklarında tebessümle mukabele ediyordu.

“Günaydın” dedi. Sabahın boğuk sesiyle. Nesrin  ona döndüğünde yol arkadaşı çoktan başını koltuktan kaldırmış ona bakıyordu. Gülüşü yüzünde ki kırmızılığı ortadan kaldırmış, içtenlikten uzak bir görüntü sunmuştu. Haince bir tebessümü varmış gibi irkildi. Belki de bugün yaşayacaklarını evvelinde sezmiş olmanın verdiği hayal kırıklığının ürünüydü bu. Garip bir o kadar da ürkütücüydü. Vücudundaki gerilmeye hakim olamıyordu.

Kahvaltı  yapılacak  restorana gelinmişti. Yavaş yavaş çoğunluğu  kızlardan oluşan kafile inmeye başladılar otobüsten. Yol arkadaşıyla aynı masada idiler. Yine hep o konuşuyor Nesrin dinliyordu. Dinleyici olmanın en ilginç yanı katlanmak zorunda kalmaktı. Kendisini ilgilendirmeyen konuların içinde bulunmak azabını şimdi yaşıyordu. Aslında konuşkan biri olmasına rağmen bu kızın yanında konuşacak tek kelime bulamıyordu. Sanki  konuşacak olsa hiç görmediği bir taş başına isabet edecekmiş, canını yakacakmış gibi geliyordu. Onun için  susmak belki de en iyisiydi. Urfa’nın havasına hiç susmayan  bu kızın nefesi giriyor, şahit olanları derinden bir daraltıyordu sinsice. Diğer masadaki kızlar ona acıyarak bakıyordu.

Balıklı  göle gelindiğinde bu güzelliğe şaşkın bakışlar karıştı. Balıkları görmek için hemen gölün kenarlarına doluştular. Daha önce resimlerini gördükleri bu yeri canlı olarak görmek onların nezdinde hayali bırakıp gerçeğe kavuşmaktı.  Ellerini uzatsalar başlarını sudan çıkartan balıkları tutacak kadar yakındılar. Elinde  fotoğraf makinesi olanların flaşları patlamaya başlamıştı bile.Balıklı göl tam yanındaki camiyle bütünleşmiş,  ahenkli bir sanat eserinden payına düşeni almıştı.  Balıklar hakkındaki efsaneleri yeniden dinlemeye başladılar. Hz İbrahim’in ateşe atıldığına inanılan mancınıklara  gözler çevrilirken o ânı hayalinde canlandırılmaya başlamıştı Nesrin. Ateşin göle, odunların balığa dönüşmesi.

Yol arkadaşı her mekanda çokça fotoğraf çektirmek için inat etmesinden dolayı kafileye bazen yetişemiyorlar bazen de en arkada kalıyorlardı. Harran ovasına gidileceği zaman otobüs onları çok beklemişti. Nihayet geldiklerinde kafiledeki bazı kızların asık suratlarıyla karşılaştılar. Nesrin’in canı sıkılmıştı. Yol arkadaşının pek umurunda değildi. Onun bu vurdumduymazlığına karşılık o çok kötü oluyordu. Ama hep yapmacık gülümsemeyi yüzüne kondurduğu için pek anlaşılmıyordu onun kötü oluşu.  Belli etmemenin acısı ruhunda doluyor,  gözlerinin içinde öfkeye dönüşüyordu. Öndeki kızlar dönüp ona baktı. Yüz ifadesinden yol arkadaşından pek memnun olmadığını belli ediyordu. Kızların çoğunu şahsen tanımasına rağmen  Leyla’yı bu gezi sebebiyle tanımıştı. Öndeki esmer kızın cep telefonun balıklı göle düştüğünü yeni öğrenmişti. Halbuki o da oradaydı ama yol arkadaşının sorularına cevap yetiştirmekten fark edememişti. Yanındaki kız  konuşmaya hazırlanıyordu ki, o sırada eli çantasının içinde olan Nesrin “eyvah!” dedi. “Cüzdanım yok” öndeki ve arkadaki kızların hepsi başına üşüştü.

Nasıl oldu? Nerde bıraktın, yanına aldın mı? birkaç soru aniden üzerine boşaldı. Hafızasını zorlamaya çalıştı. Turistik dükkanlardan birinde hediyelik eşya almıştı. Leyla’nın yine konuşmasına maruz kaldığı için unutmuş olabilirdi masada.  Normalde çok dikkatli olmasına rağmen onu bu unutkanlığa iten tek sebebi yine yol arkadaşıydı. Ona dönüp bakmaktansa hınçla dışarıya baktı. Kimliği, ehliyeti, yeni aldığı yüz elli kontör ve parası gitmişti. Elleri dizlerinde geziyor, yavaş yavaş titremeye başlıyordu. Bugünün kötü olacağını hissi kablel vuku ile hissetmişti. Bütün neşesi kaçtı. Geriye toz toprak olmuş yapmacık halleri kalmıştı.

Harran ovasına gelmişlerdi. Otobüsten indiklerinde onlara doğru çocuklar koşmaya başladılar. Ellerinde ovayı tanıtan kitapçıkları satmaya çalışıyorlardı. Çocuğun biri Nesrin’in yanına yaklaştı. “Abla alır mısın”? dedi. Cüzdanının çantasında olmadığını hatırlatmıştı ona. Param yok diyemedi. Zaten o gücüde bulamamıştı kendinde. Çocuk para koparamayacağını anlayınca kafilede ki diğer kızlara yaklaştı.

Harran evleri külah biçimindeydi. Aşağıya doğru pencereleri vardı. Turistik olmasına rağmen hâlâ evlerde yaşaya insanlar vardı. Kadınlar yerel kıyafetleriyle evlerle bütünleşiyorlardı.  Nesrin evlerinin içini gezme esnasında yol arkadaşında uzak durmak için diğer  kızlara yanaşıyor, onların evler hakkında ki konuşmalarını dinliyordu. Sonra fotoğraf çekildi evlerin önünde. Pozda suratı tek asılı olan Nesrin’di.

Daha sonra baraja ve arkasında yine balıklı göle dönüldü. Hareket saati geldiğinde gezi çoktan bitmişti. Nesrin gezdiği yerlerden tam bir tat alamamanın burukluğu içindeydi. Nesrin Leyla’nın yanı başında durmadan nefes alıp verdiğini duyuyordu. Başını cama dayamış dışarıya bakıyordu. Evler, ağaçlar ve arkasında gelen dağlar duyduğu bu nefesin acizliğinde bir görünüp bir kayboluyorlardı. Aklı tamamen gücünü yitirmiş, baygınlık nöbetine benzer bir hale girmişti. Bir müddet sonra bu nefesler duyulmaz oldu. Zaman yine hızlıca geçivermiş olmalı ki, birden her yer karanlığa bürünmüştü. Ne zaman oldu bilmiyordu. Kendine gelir gelmez karanlık yüzüne çarpmıştı. Dışarıdaki hiçbir varlık gözüne net gözükmüyordu. Yanındaki kızda buna dahildi.

Diğer Yazıları