Sosyal bilimlerde bazı kavramların üzerine konuşmak zordur. Çünkü bu kavramların net bir tanımını vermek mümkün olmadığı gibi, tam anlamıyla kapsadığı/ilgilendiği alanı tespit etmek de oldukça güçtür. Zaten bir şeyi tanımlamak ona sınır çizmektir. “Vicdan” da, sınırlarının çizilmesindeki problem ve insan algılarındaki farklılıklar nedeniyle kendisi ile ilgili bir belirlemenin yapılamadığı kavramlardan biridir. İşin bir diğer yanını ise vicdanın insanın içi/özü ile olan bağlantısının kavranılamaması oluşturmaktadır. Birçok vicdan tanımı olmakla beraber kabul gören bir tanıma tesadüf etmek neredeyse imkansızdır. Vicdanın kaynağı sorunsalı ise ayrı bir konudur. Yine vicdanı şekillendiren unsurların çeşitliliği (veya tekliği), onun yaptırım gücü, objektifliği (veya sübjektifliği) vs. problemler de konumuz ile alakalıdır. Dilimizde konu ile alakalı yeterli sayıda eserin olmayışı ise ayrı bir sorundur. (Araştırmalarımız esnasında bir tane Osmanlıca (Vicdan Felsefesi) risaleye tesadüf ettik. Ayrıca henüz piyasaya çıkan Musa Bilgiz Beyefendinin “Kuran Açısından Vicdan ve Değeri” adlı çalışması da burada zikredilmelidir. Konunun son yıllarda müstakil olarak ele alınmamış olması ilgi çekici ve düşündürücüdür.). Konunun hem felsefe hem de teoloji ile doğrudan alakası bulunmaktadır. Yine ahlak üzerine kaleme alınmış eserlerin muhtelif yerlerinde konumuz ile bilgilere rastladık. Ancak konuşulan mevzunun -deyim yerinde ise- ayaklarının yere basmıyor oluşu ve farklı disiplinlerin ilgi alanına girmesi konunun kısıtlanmasını gerektirdi. O yüzden Osmanlı’nın son döneminden günümüze kadar olan süreç ele alındı. Toplumsal hafızanın önemli bir yansıması olan atasözleri ve deyimlerden de faydalanıldığını belirtmek gerekmektedir.
Vicdan kelimesinin etimolojisi, farklı dillerdeki kullanımları
Vicdan kelimesi Arapçadır. Bulmak manasına gelen “وجد” kelimesinin mastarı olarak kullanılmaktadır. Ancak sözlükler bu kelimeye sadece bulmak manası vermekle yetinmemişlerdir. Kelimeye verilen kök manalardan en ilginçlerinden biri de “tefekkür yoluyla Allah’ın varlığını bulmak”tır. Bir başka yoruma göre ise vicdan, Arap dilinde cari olan vezinlerden “fu’lan” veznine girmiş bir isimdir. Bu veznin özelliği mübalağa vermesidir. Bu yoruma göre vicdan, bütün unsurlarıyla doğuştan bulunan manasına gelmektedir. Vicdan kelimesi Kuran ve Sünnet’te geçmemektedir. Ancak vicdanı çağrıştıran ve onunla aynı semantik alanı paylaşan kelimelere her iki kaynak da yer vermektedir. (Musa Bilgiz, Kuran Açısından Vicdan ve Değeri, İstanbul 2007, s. 31 vd. ) Günümüz Arapçasında vicdanın karşılığında “damir” kelimesi kullanılır. Bu kelime; içsel bilgi, kalp, gönül, akıl manalarına da gelmektedir. Batı Avrupa dillerinde vicdan için kullanılan kelimeler; (saklı anlamı ahlaki bilgi olan) “bilmek” (science) ve ön ek olan “ile”(con)den müteşekkildir. ( Oddbjorn Leivrik, “Hoşgörü, Vicdan ve Dayanışma: Ahlak ve Din Eğitiminde Küreselleşen Kavramlar”, Değerler ve Eğitim, Editörler: Recep Kaymakcan ve Arkadaşları, İstanbul 2007, s.538). İngilizcede vicdan anlamında kullanılan “conscience” kelimesi ile bilinç anlamına gelen “conscious” kelimesi arasındaki bağlantı da ilgi çekicidir.
Yapılan tanımlardan anlaşıldığı kadarıyla, vicdanın bütün dillerdeki kullanımlarında ortak noktalar mevcuttur. İnsanın manevi veya akli olan özelliklerinin tamamının bir şekilde vicdanla ilgisi bulunmaktadır.
Vicdan tanımlarına örnekler
Daha önce belirttiğimiz gibi vicdan hakkında mutlak kabul gören bir tanıma rastlamak imkan dışıdır. Ancak fikir vermesi maksadıyla özellikle son dönemde yapılan tanımlardan bazılarına değinmekte fayda vardır. Öncelikle sözlüklere kısaca bir bakalım. Vicdanı törel bilinç ile karşılayan Akarsu, onu, iyi ile kötü, doğru ile yanlışın ne olduğu üzerindeki duygu, içten bir bilme veya insanın kendi davranışlarının ahlakça değerli olup olmadığı üzerine öznel bilinç şeklinde tarif etmektedir (Bedia Akarsu, Felsefe Terimleri Sözlüğü, Ankara 1975, s.167). Daha yeni bir çalışmada ise vicdan “Bireyde ve ahlaki özne ya da failde var olan doğru ve yanlış duygusu” (Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü, İstanbul 2005, 6.baskı, s.1708). şeklinde tanımlanmıştır.
Son dönem Osmanlı ahlakçılarında da farklı tanımlara tesadüf etmekteyiz. Ömer Nasuhi’ye göre vicdan, “bir mevhibe-i ilahiyedir. Hayr ve şerri tefrik, insanı doğru yola sevk eden bir manevi kuvvettir.” (Ömer Nasuhi bilmen, Muvazzah İlm-i Kelam, İstanbul 1972, s.68). O bir başka yerde ise şöyle demektedir: “Vicdan, bir latife-i ilahiye olan ruhun bir kuvvetinden, bir hassasından ibarettir. Vicdanımız, mazhar olduğu ilham sayesinde hayrı şerden, saadeti şekavetten tefrika kadir olabilir.” (Ömer Nasuhi Bilmen, Yüksek İslam Ahlakı, İstanbul 1949, s.8). Yusuf Ziya Çağlı’nın bir tanımına göre vicdan, “eşrefi mahlukat olan insana hayır ve şerri temyiz için Allah tarafından tevdi kılınan bir kuvve-i batıniye, bir istidadı fıtridir.” (Yusuf Ziya Çağlı, “İslam Dininde Vicdanın Mahiyeti”, Sebilürreşad, 1959, cilt: XII, sayı:289, s. 212.). Ahmed Hamdi (Akseki)’ye göre vicdan, “insanda bir saik-i fıtridir. İyi ve fena olan makasıd (amaçları) ve efalimizi (hareketlerimizi) görür; fena düşünce ve hareketten dolayı bizi tevbih (kınar) ve tekdir (uyarır) eder.” (A.Hamdi Akseki, Ahlak Dersleri, İstanbul 1968, s.103). Ömer Ferid Kam da konu hakkında şöyle demektedir: “Vicdan ahlakı, hayra ve şerre hükmeden melekedir.” (Ömer Ferid Kam, Mebâdi-i Felsefeden İlm-i Ahlâk, Ankara 1339-1341, s.17).
Görüldüğü gibi yaptığımız kısıtlı nakillerde bile tam bir ittifak söz konusu değildir. Ancak verilen tanımların hepsinde bulunan ortak noktalara işaret etmek gerekir. Tanımlardan anlaşıldığı kadarıyla müellifler, vicdanın insanda peşinen bulunduğu hususunda hemfikirdirler. Yine onun “iyiyi kötüden ayırmak” şeklindeki vazifesi de toplu bir kabul görmüştür.
Toplumsal Hafızada Vicdan
Bu bölümle amaçladığımız şey, öteden beri dillerde dolaşan ve çok ince noktalar barındırabilen atasözlerimiz ve deyimlerimizde vicdana ne şekilde yer verildiğini tespit ve nakledilen tanımlar ile aralarındaki ortak (veya farklı) noktaları belirlemektir. Öncelikle toplumsal hafızayı yansıtan söze yer verilecek, sonra kısa bir yorumla konuya devam edilecektir.
Vicdan kontrolü, vicdana danışmak: Bu deyimden anlaşıldığı kadarıyla vicdan, mutlak manada iyidir. Öyle ki, olası bir problem karşısında kendisine gelinmekte ve kendisinden alınan hükümle işe yapılmakta veya bırakılmaktadır. Ya da işin yapılmasının ardından kendisine başvurulmakta, o ise, bir “kontrol mekanizması” olarak doğru veya yanlış/iyi veya kötü şekilde yargılar vererek konuyu bir sonuca bağlamaktadır. Hasılı “yapılan işlerde vicdanın kabul edip etmeme işi, ona danışma” (Şaban Sezgin, Deyimler ve Kelime Grupları Sözlüğü, İstanbul 1968, s.316).
Vicdan azabı duymak: Burada da yapılan bir eylemin sonucunda karşılaşılan sonucun, kişinin manevi tarafını rahatsız ettiği, onun acı çekmesine neden olduğu belirtilmektedir. Bu rahatsız olan manevi hassa, vicdandır. Kişinin “yaptığı işten dolayı suçluluk duyma”sı (Hüseyin Adıgüzel, Deyim Hazinemiz, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul 1990, s.129) şeklinde anlayabileceğimiz bu deyim, yine kontrol merkezi olarak vicdanı işaretlemektedir. Aslında vicdan azabı; ruh, kötülüğe dayanamadığı zaman onda meydana gelen bir çeşit çatlaktır (M. Abdullah Draz, Kuran Ahlakı, (Çev: Emrullah Yüksel, Ünver Günay), İstanbul 2004, 3. Baskı, s.182). Ancak (ey muhatap!), “Vicdan azabının tanımını bilmenin ne yararı var sana, şayet içinde duymuyorsan sen onu?” (İsmini tasrih etmediği bir Alman yazardan nakleden: Dücane Cündioğlu, Göz İzi, İstanbul 2007, s.71).
Elini vicdanına koyarak söylemek: görüldüğü gibi vicdan, mutlak manada doğrunun kaynaklandığı veya doğrunun kendisiyle bilinebileceği bir unsurdur. Öyle ki, dışarıdan herhangi bir şahit yerine bizzat kişinin kendisi olaya şahit tutulmaktadır. “doğru tarafsız, hak söz söylemek” (Ömer Asım Aksoy, Deyimler Sözlüğü, Ankara 1976, s. 636) manasında anlayabileceğimiz bu deyimde de vicdan mahza iyidir.
Sütüne, vicdanına havale (etmek): Bir kişinin yaptığı işin sorumluluğu adına hiçbir yere değil, vicdanına bakması gerektiğini ifade eden bu deyimde de vicdan mutlak manada iyi anlamda kullanılmıştır. Öyle ki, herhangi bir engelleyici olmasa bile kişi, vicdanına başvurarak, yaptığı iş(in kötülüğün)den vazgeçebilecektir.
Yükü ağır vicdanın cellada ihtiyacı yoktur: Bu atasözünde de kişiyi kötü iş yapmaktan men eden veya cezalandıran unsurun vicdan olduğu belirtilmektedir. Öyle ki, bir kimse ağır bir suç işlese, eğer vicdan sahibi ise, vicdanının ona tattırdığı azap celladınkinden kötüdür. Burada da vicdan mutlak manada iyidir.
Vicdanı paslanmak: Bu deyimde ise işler biraz değişmektedir. Her ne kadar ortada bir vicdan varsa da, artık eski işlevini görememektedir. Çünkü ancak iş yapan paslanma illetinden kurtulur. Artık iyiyi gösterme kabiliyetini yitiren vicdan da paslanarak, eski ihtişamını kaybetmektedir. Yani son tahlilde vicdan, paslanabilmektedir.
Vicdanı kararmak (kara vicdanlı): Bu deyimde de vicdanın olumsuz bir yönüne temas edilmektedir. Vicdan kararmış ve eski aydınlığını saçamaz olmuştur. öyle ki bu durum ettiği takdirde “kara” vicdanın sıfatı olabilmiştir. Bu deyim zamanla da olsa vicdanın iyiyi gösterme özelliğini yitirebileceğini göstermektedir.
Görüldüğü gibi vicdan hakkında hem olumlu hem de olumsuz anlamda atasözleri ve deyimler mevcuttur. Ancak şu bir gerçek ki vicdan, ekseriyetle iyi/doğru/güzel ile ilgilidir. O, halk muhayyilesinde çoğunlukla “adil bir kontrol merkezi”dir. Ama unutmamak gerekir ki vicdan, işlenmeyince paslanabilmekte ve kararabilmektedir.
Vicdanı şekillendiren unsurlar
Vicdan bir kaideler sistemidir; bu sistem insanın kendi davranışları veya başkalarının davranışları hakkında “doğru” veya “yanlış” şeklinde yargılar yapmasına yarar. Doğru olarak değerlendirilen davranışlar, insanın kendi benliğine karşı iyi ve olumlu duygular beslemesine yol açar; yanlış veya “kötü” sayılan davranışlar ise, suçluluk duyguları yaratır (Erol Güngör, Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak, İstanbul 1995, s.57). Peki, bu duyguyu şekillendiren şey nedir? Verilebilecek cevaplar gerçekten çeşitlilik arz ediyor: fıtrat, aile/terbiye, din, akıl vs.
İnsan peşinen iyidir. Güzel bir şekilde yaratılmıştır. O istemeden iyilik yapabilir ancak tasarlamadan kötülük yapamaz. Dolayısıyla onun içinde bir yerlerde iyiye, güzele, doğruya dair bir şeyler doğuştan bulunmaktadır. Bu herhangi bir şekilde ırk, dil, cinsiyet vb. ile doğrudan ilgili değildir. “Vicdan; fıtri ve umumidir. Hiçbir insan esasen vicdandan mahrum değildir. Şu kadar var ki bu ruhi hassa herkeste aynı derecede mevcut değildir. Mamafih bu hususta terbiye ve tecrübenin de büyük tesiri vardır. Terbiye ve tecrübe sayesinde vicdan; inkişaf eder, sahibi için bir irfan meşalesi olur.” (Bilmen, Yüksek İslam Ahlakı, s.9.)
Terbiyenin kişilik üzerindeki etkisi bilinen bir gerçektir. İyi bir aile ortamında yetişmiş, iyi bir terbiye almış bireyler, diğerlerine göre vicdani anlamda daha hassastırlar. “Vicdan herkeste aynı kuvvette değildir; bazı kimseler büyük bir suç işledikleri halde vicdanları onları fazla rahatsız etmez. Bazıları da en ufak bir kabahat işleyince büyük bir suçluluk duygusuna kapılırlar. Vicdandaki bu gevşeklik veya sertlik, özellikle çocukluk çağında görülen terbiyeye bağlıdır.” (Güngör, age, s.59). Vicdanın tamamını terbiyeye indirgeyemesek de onun “terbiye ve tecrübe sayesinde geliştiği” (Hüsameddin Erdem, Ahlak Felsefesi, Konya 2005, 4. baskı, s.105.) bir gerçektir. Toplumun etkisi de göz ardı edilmemelidir. “Çevre olumlu ise ahlaki düşünce, vicdan dediğimiz fazilet cevherini sağlam bir şekilde biçimlendirir ve eğitebilir.” (Esma Sayın Ekerim, Namaz ve Karakter Gelişimi, İstanbul 2006, 2. baskı, s.24.)
Vicdanın gelişiminde din faktörünün de göz ardı edilmemesi gerekmektedir. “Dini eğitimle yetişen kişilerde daha hassas ve güçlü bir vicdan yapısı oluştuğu müşahede edilmektedir.”( Hayati Hökelekli, Din Psikolojisi, Ankara 1993, s.105. ). Mesela “namaz ibadeti sabır ve irade gücünü geliştirmesi yönüyle bireyin özdenetim yeteneğini harekete geçirmektedir.” (Ekerim, Namaz ve Karakter Gelişimi, s.203). Yani herhangi bir makama hesap verileceği dürtüsü ahlaki tamamlığı ve vicdanın iyide sabitlenişini olumlu anlamda etkilemektedir. Buna ahirete inanma da denilebilir. Bazı yazarlara göre “bir insanın vicdanına uymamasının temelinde, Allah’a ve ahiret imanının zayıflığı yatmaktadır.” (Bilgiz, age, s.208.)
İşin en zor aşaması ise vicdan ile aklın bağlantısının keyfiyetini anlamaktır. Hem duygular hem de akıl vicdan üzerinde etkilidir. “Vicdanın yapısında duyguların büyük rolü bulunmakla beraber bu duygular aklın kontrolü altındadır. Aklın kontrolünden kaçan duygular, ahlak dışı veya ahlaka karşı olabilirler. Vicdanı harekete geçiren duygularsa, ona olaylar karşısında hüküm verdiren akıldır. Bu iki yeti birbirlerini tamamlar.” (Nurettin Topçu, Ahlak, İstanbul 2005, s.129). Görüldüğü gibi Topçu, vicdanın denetimi akla vermiş, gayri ahlaki tavırların muhtemel sebebi olarak da bazı duygulara işaret etmiştir. Ancak yine o, duyguların vicdanı harekete geçirmede etkili olduğunu belirtmiştir. Joseph Butler de, vicdanı “yüreğin olaylara yönelmiş algısı” (Cevizci, age, s.1708.) olarak tanımlarken aslında aklı öncelemiş görünmektedir. Ancak şu bir gerçektir ki, akletme, insanın iyi ile kötüyü ayırma yeteneğidir. Bu yetenek ile vicdan duygusu arasında hem anlam hem de fonksiyon itibarıyla yakın bir ilişki mevcuttur (Bilgiz, age, s.66).
Görülen o ki, vicdanın gelişmesinde kişiye peşinen verilen duygu (fıtrat), iyi bir aile eğitimi/terbiye, din ve akıl önemli rol oynamaktadır.
Vicdanın yaptırımın gücü/bozulması:
Vicdan ile ilgili ele alınması gereken konulardan biri de vicdanın yaptırım gücünün sınırının ne olduğudur. Anlaşılıyor ki, vicdan denen bir şey var ve zorda kaldığımız zaman bizi ahlaki tercih anlamında uyarıyor. Ancak bunun sınırı nereye kadar? Yani bizi kötü işten alıkoyabiliyor mu? Herkeste aynı oranda mevcut mu?
Ahlakta yaptırım hem harici hem derunidir. Takdir, övme, kötüleme, ayıplama vs. harici, vicdan rahatsızlığı, vicdan azabı vs. şeklinde ise derunidir (Hilmi Ziya Ülken, Ahlak, İstanbul 1946, s.258). Yani vicdan azabı ahlakın “iç yaptırım” türüne girmektedir. Şunu söylemek gerekir ki, “vicdan azabı cezanın korkusu değilse de, onun beklenişi veya ümit edilişidir.” (Draz, age, s.181). Yani o, tek başına bir engelleyici değil, yapılan işin doğuracağı yaptırımları hatırlatması yönüyle bir caydırıcıdır. Malumdur ki, vicdani hükümler fiilden önce veya sonra olur (Ö.F.Kam, age, s.18). Yapılacak olası yanlış işin öncesinde bir uyarı, yapılmış muhtemel yanlış işin sonrasında ise bir muhasebe imkanıdır. Ancak bu imkan kişiden kişiye değişmektedir. Herkeste bir vicdan vardır, ama insan bu vicdanın kuvveti nispetinde kendini kötü davranıştan alıkoyar (Güngör, age, s.65). Zaten “iyi terbiye edilmemiş ve yetiştirilmemiş insanlarda vicdan hata eder; çünkü cahil, vicdandan habersizdir.” (Mustafa Rahmi’den nakleden: Erdem, age, s.105.).
Demek ki vicdan, insandan insana farklılık arz etmektedir. Her insanın akide ve telakkisine göre değişmektedir (Bilgiz, age, s.159.). Daha önce değindiğimiz “vicdanı oluşturan unsurlar”ın keyfiyeti, ahlaklı birey olmanın, yani sağlıklı bir vicdana sahip olmanın temelini oluşturmaktadır. Ancak vicdanın yaptırımı sınırlıdır. O sadece, niyet aşamasında devreye girer, sözünü söyler ve çekilir. Bir de işin bitiminin ardından karşımıza çıkar ve kınar.
Peki, vicdanın yanlışı söyleme imkanı var mıdır? Yani bu “iç denetim mekanizması” öyle veya böyle, kendisine güvendiğimiz bir anda bizi yanıltabilir mi? Sağlıklı bir vicdanın ölçüsü ne olacak?
Atasözleri ve deyimlerden anlaşıldığı ve günlük hayatta karşılaşıldığı kadarıyla vicdan, yanlışı telkin edebilir, kararabilir, paslanabilir. Vicdanı hataya götüren unsurlar Erdem’e göre üç tanedir: bilgisizlik, eğilimler, duygular (Erdem, age, s.104-105). Gerçekten de insan olumsuz eğilimlerle hemhal olmaktan büyük zarar görür. Ve bu şekilde kötü hareketlerin yarattığı alışkanlıklar da vicdanı şaşırtabilirler (Topçu, age, s.131). Şimdi Ömer Nasuhi Bilmen’den yapacağımız bir alıntı bizi biraz daha rahatlatacaktır: Vicdanın kıymeti pek büyüktür. Nasıl olmasın ki, vicdan bir ilahi mevhibedir (hediyedir), bir ruhi bediadır (ruhtan kaynaklanan bir güzelliktir), insana hak ve hakikati gösteren manevi bir rehberdir. Ancak vicdan layuhti (yanılmaz) değildir. Vicdan bize bilcümle (bütün) ahlaki vazifelerimizi gösteremez, bizim ne gibi şeylerle mükellef (sorumlu) olduğumuza müstakillen (kendi başına) hükmedemez. Hele vicdan çok kere bazı avamil (sebepler) tesiriyle bozulur, hataya düşer, gide gide sönük bir hale gelir. Nitekim bazı kimselere tesadüf olunur ki onlar şerri hayra (kötülüğü iyiliğe) tercih eder, dalaleti (sapkınlığı) hidayet sanır, en faziletkarane (erdemli) hareketleri birer istihza handesiyle (alaylı gülüşlerle) karşılar, en rezilane (aşağılık) hareketleri de olanca belagatleriyle alkışlamadan, yaldızlamadan sıkılmazlar. Şimdi bu bet tıynet (kötü huylu) insanlar da kendilerinin bir selim vicdana malik (sahip) olduklarını iddia eder, kendi vicdanlarını ilhamlarına tabi (yaptıkları hareketlere uygun) bulunduklarını söylemekten çekinmezler.” (Bilmen, Yüksek İslam Ahlakı, s.10). Görüldüğü gibi müellif beliğ bir lisanla, olumsuz bir insan tipini başarılı bir şekilde çizmiştir. Demek ki, bazı kimselerin büyük bir suç işledikleri halde vicdanlarının onları fazla rahatsız etmemesi, bazılarının da en ufak bir kabahat işleyince büyük bir suçluluk duygusuna kapılmaları (Güngör, age, s.59) bir tesadüf değildir.
Vicdan da eğilebilir ve kendi kimliğini yitirebilir. Bu bozulma süreci çoğunlukla kişi farkına varmadan cereyan etmektedir. Yavaş yavaş yerleşen olumsuz alışkanlıklar, işledikçe parlayan vicdanı paslandırmakta ve onu doğruyu gösteremez bir hale sokmaktadır. Peki sağlıklı bir vicdanın dayanağı nedir? Bilmen’e göre “vicdan, bir nübüvvet menbaından (kaynağından) fezeyan eden (fışkıran) ilahi bir nurdan müstefit olmalıdır (faydalanmalıdır) ki, adam akıllı tenevvür ederek (aydınlanarak) safayı aslisini (asıl berraklığını) gösterebilsin.” (Bilmen, age, s.10.). Erdem’e göre de “ancak ilahi saflığını kaybetmemiş ve vahiyden ilham almış, onunla beslenmiş bir vicdan hayır ve şerrin ölçüsü olabilir.” (Erdem, age, s.106.).
Biz ise vahyin yanında, selim bir aklın da vicdanın kriteri olabileceğini düşünüyoruz. Çünkü asli saflığını yitirmemiş bir akıl, iyi bir terbiye ile yan yana gelirse mutlak anlamda iyiye oldukça yaklaşmış demektir. Zaten hiçbir dini duygu ile tanışmamış bazı insanlarda bulunan vicdani hassasiyet bu tezi doğrulamaktadır.
Sonuç
Vicdan, tanımı net bir şekilde olmamakla birlikte, iyiyi gösteren, kötüden alıkoymaya çağıranı, doğuştan gelen, işlenmeyince bozulabilen bir iç denetim mekanizmasıdır. Onun, oluşmasında veya sağlıklı bir şekilde görevini yapmasında birçok unsurun etkisi vardır. İyi bir manevi eğitim ve terbiye ile mutlak manada iyiyi gösterebildiği gibi, olumsuz eğilimler ve daha başka caydırıcılar nedeniyle de doğrudan uzaklaşabilmektedir. Onun iyiye bağlı kalmasında vahiy ve aklın büyük öneminin olduğu anlaşılmaktadır.
Vicdanın bozulabildiğine dair en net delil atasözleri ve deyimlerdir. Çünkü insan tecrübesinin veciz bir ifadesi olan bu altın değerindeki sözler, gerçekleri büyük oranda yansıtmaktadırlar. Yine günlük hayatta birçok kez karşılaştığımız, aklen/dinen/ahlaken yanlış yapmasına rağmen, hiçbir şekilde vicdani bir sorumluluk duymayan ve “benim vicdanım rahat” diyen insan tipi de, atalar sözlerimizi ve deyimlerimizi doğrulamaktadır.