Sen, ben, Mübeccel Abla bir de kendimiz...
Ne çok eğlenirdik, orada, asma çardağın altında... Otururduk. İkindileri en çok da. Sonra gelsin çaylar. Bunaltıcı sıcağın yerini tatlı bir rüzgâra yavaş yavaş bıraktığı o saatlerde sohbetin tadına doyum olmazdı. Arada bir: "Şekerliği uzatır mısın?" deyişini bile hoş karşılardım. Öyle olması gerektiğinden değil, içimden öyle geldiği için.
“Tabiî, hemen.”
Bir bardak çayın bile içimde ne kapılar açtığını bilemezsin. Serinliğin her yere yayıldığını. Bizleri ferahlık denen o ender duygunun kapladığını sen de unutamazsın herhalde.
Yeni sulanmış yemyeşil bahçeden yayılan toprak kokusudur aslında bizi çeken, kendine bağlayan. Sen yanıldın. Yaz gelince...
Sen, ben, Mübeccel Abla, tabii bir de kendimiz...
Kendimizin adını unuttun mu bilmiyorum.Hah evet, Camgöz. Sahiden gözleri cam gibiydi. Pırıltılı gözleri… Geceleri çoban yıldızı neyse o. Tüyleri sarı. Bilirsin, sarı rengi sevmem ben. Ama bu kedinin günahı yok ki. Ne de olsa Allah’ın yarattığı o. Nankör falan da değil.
"Bir çay daha alır mısın?" Kim yakıştırmışsa bir yanlış yapmış. Hep...
Yaz gelince sizin bahçedeki çiçekler kurumazdı nedense.
Mübeccel Abla'yı hatırlarsın, bizim mahallenin kalburüstü gelenlerindendi.. Kalın, biçimli dudaklarının arasından çıkan her söz emir sayılırdı. Bir dediği iki edilmezdi. Bilgiççe kafasını sallardı önemli bir şey söyleyeceği anlarda da yüzü gerilirdi. Her söylediği çıkardı. Marifetliydi. Üstelik iyi örgü örerdi. Sabırlıydı. En zor dantelâlar onun elinden çıkardı. Ah Mübeccel Abla nerelerdesin kim bilir? Şimdi burada olsan, şu bizim delişmen kıza da dantel örmenin inceliklerini öğretsen ne iyi olurdu.
Şimdiki kızlar..."Neyse, Bir çay daha, demlice olsun."
Sen, ben, Mübeccel Abla ve kedimiz Camgöz...
En çok seni özledim. Ama sen bunu bilmiyorsun. Yaz gelince sen...
Evet sen... Sen suskun karanfiliydin mahallenin. Evet, evet, en çok karanfil yakışırdı sana. Kurutulmuş karanfil merakını cümle âlem bilirdi. İkinci ismin: Suskun Karanfil. Konuşmayı pek sevmezdin. Silik ama mağrurdun. Giyindiğin, kabullendiğin bir tavırdı. Tek kelime etmeden, yüzünden munis bir gülümsemeyle, bakışlarınla, her şeyi anlatmayı başaran nadide insanlardandın işte.
Artık yoksun.
Sen, ben, Mübeccel Abla ve bir de kedimiz...
Bana gelince en çok maviyi sevdim ben. Açıktan koyuya, koyudan açığa. Mavinin bütün tonlarına tuvalime taşıdım. Ha bir de turkuaz. Ki vurulduğum vazgeçemediğim...
"Çay bitti mi yoksa?"
Sen, ben, Mübeccel Abla ve bir de...
Burada, bu tabloya yakışmayan en iğreti duruş, benimkiydi. Daima yabancı, uyumsuz, uykusuz... Bu kaçıncı çay bardağıdır ki elimden düşürüp kır... Bilmem. Yaz gelince, bütün bildiklerimi de unuttum zaten.
Yaz gelince, yine o çardağın altında, yüzüm bahçeye dönük oturacağım. Ama ne sen ,"Suskun Karanfil" ne Mübeccel Abla ,ne de kedimiz Camgöz orada olacaksınız. Yalnız ben, elimde kırılmaya hazır, ince belli çay bardağımla henüz soğumamış, tavşankanı çayımı yudumluyor olacağım. Yine o kerevetin üzerinde, serinlikte, akşam vakti ezan çiçeklerin açmasını seyredeceğim.
Orada...
Yaz gelince...