Menu
TURİST İKRAMI
Öykü • TURİST İKRAMI

TURİST İKRAMI

Camiden içeriye adımını atarken sallandığını, yalpaladığını düşündü.

Şaşkındı.

Ne yapacağını bilmez bir şekilde ayakkabılarını çıkardı. Yüzü gülüyordu sürekli. Neden sırıttığını kendisi de bilmiyordu.

Yerden ayakkabılarını alırken sendelediğini hissetti. Başım dönüyor galiba, diye söylendi.

Tansiyonu vardı. Şekeri zaman zaman yükseliyordu. Kalp çarpıntısı onu sarsıyordu. Her şeyine dikkat etme alışkanlığı kazandığı için “sağlıklıyım” diye övünürdü hep. Zaten bu camiye de onun için gelirdi. Evinin yakınında cami vardı. Biraz yürümek, birkaç kişiyle görüşüp konuşmak, muhabbet ederek rahatlamaktı amacı.

Yine öyle olmuştu. Caminin önündeki yemyeşil parktaki banklardan birine oturmuş yaşıtlarından birkaç kişi ile konuşmuştu. Havuzdaki fıskiyeden yükselip tekrar düşen suyun sesiyle dinlenmiş, seyre dalmış, ruhunun huzura kavuştuğunu hissetmişti.

Karşı taraftaki çocukların koşuşmalarına gözleri takılmış, çocukluk yıllarına dönmüş, arkadaşlarıyla mahalledeki oyunlarını hatırlamış, yüzü gülümsemiş ve torunlarını sevindirmeyi aklına koymuştu. Öğle namazını kılınca bakkaldan çikolata alacak, cebine koyacak, eve girdiğinde torunlarına kucağını açacak, gözlerini kapatacak, geldi mi gelmedi mi diyecek, bunu gören torunları koşarak kucağına atlayacaktı. Sonra o bütün sevecenliği ile yanaklarını gösterecek, ilk önce o yanı sonra bu yanı öptürecek, sonra kucağına basacak sıkacak, sıkıştıracak onların minik kuvvetleriyle karşı koyuşlarına hayran hayran bakacaktı. En önemlisi de cebinden çıkardığı kırmızı renkli cicili bicili çikolatayı uzatacak, “alın bakalım keratalar” diyecek. Çocuklar çikolatayı kapmış olmanın dayanılmaz güzelliğini yaşarken onlara bakacak bakacak bakacaktı.

Bu derin hülyadan bir sesle kendine geldiğinde, karşısında anlamadığı dilde konuşan, sarışın, dalyan gibi birkaç kişiye bakakaldı.

Turist olmalı, diye düşündü. Misafire yardımcı olmalıydı. Dikkatlice dinledi. Uzun boylu, uzun saçlı sarışın adam “Mevlana” diyordu. Herhalde yol soruyordu.

Kendi kendine “tamam çözdüm” dedi. Ayağa kaktı. Sakalını sıvazladı. Örme takkesini hafifçe düzeltti. Gelin ben götüreyim, dedi.

Yabancılar, bu sakallı adamın dediklerini anlamadı.

Adam, işaret ederek “Mevlana” dedi. Ben götüreyim sizi, diyerek eliyle takip etmelerini istedi.

Yabancılar bu yaşlı adamın davranışından etkilendiklerini gizlemediler. Onu takip ettiler. Yolda onların anlamadığını bile bile şehri anlattı. Caddelerden bahsetti. Alâeddin dedi, İnce Minare, Karatay dedi…

Mevlana türbesinin önüne geldiklerinde yine onların anlamadığını bile bile “İşte Mevlana!” dedi eliyle işaret etti.

İngilizce teşekkür ettiklerini düşündü söylediklerinden. Bu gâvurcayı bilmek lazımdı ama geçti, bizden geçti, diyerek hayıflandı.

Sarışın adam çantasından çıkardığı metal kutulu içeceği kendilerine mihmandarlık yapan yaşlı adama uzattı.

Adam kendisine verilen içeceği aldı. Mevlana’nın önündeki parka ağaçların gölgesine oturdu. Saatine baktı. Namaza bir hayli vakit vardı. Anlaşılan bugün evden erken çıkmıştı.

Bu sıcakta iyi oldu. Meyve suyunu şurada içerim, diye aklından geçirdi. Havuzun tam karşınsındaki banka oturdu. Gelip geçenlere daldı. Sonra kutuyu zorlayarak açtı. İçmeye başladı. Tadı değişikti. Şimdiye kadar hiç tatmamıştı.

Yoldan geçen gençlerden bazıları alaycı gözlerle baktılar. Hiçbir şey anlamadı. Aslında gelip geçenlerin içinde bir şey içmenin doğru olmadığını düşündü. İçmemeliydi.

İçti.

Kutuyu yanındaki çöp kutusuna attı. Ezanı beklemeye başladı.

Ezan okunuyordu yanık bir sesle. Kendisini uçuyor gibi hissediyordu. Kafası karışıktı. Ne yapacağını tam kestiremiyordu.

Kalktı. Kalkarken sendeledi. Bağırıp çağırdığının farkında değildi.

Onu görenler “Bu adam deli!” diyerek gülüyorlardı.

Olan namaz kılmaya başladığında oldu. Anlamsız cümleler kurmaya, bağırmaya, gülmeye başladı.

Camide yapılan bu yakışıksız davranışlara kızıp homurdananlar vardı. Kimisi çekindi ve sustu. Kendisini tanıyan biri kolundan tuttu dışarı çıkardı. Evine götürdü.

Evde bu halini görenler “adam kafayı yedi” diye çok korktular. Ne yapacağını bilemediler. Şaşkınlıktı yaşadıkları. Eşi telaşla çocuklarını aradı.

Çocukları babasının davranışlarına bir anlam vermediler. Olan biteni anlamaya çalıştılar.

Vakit geçirmeksizin doktora götürdüler. Doktor bütün tahlillerini yaptı. Tahlil sonuçlarına bakıp gülmeye başladı.

Doktor, adamın çocuklarını karşısına aldı:

“Babanız sarhoş.” dedi.

Çocukları inkâr ettiler. Mümkün değil dediler. Babamız beş vakit namaz kılar, ağzından bir tek kötü söz çıkmaz, dediler. Mümkün değil, dediler.

Doktor kendinden emin bir şekilde:

“Götürün bunu eve. Yapacak bir şey yok. Bekleyeceksiniz, göreceksiniz.” dedi.

Çocukları olan biteni anlamak için babalarının ayıkmasını beklediler.

Diğer Yazıları