Menu
TERKEDİŞ RİSALESİ
Öykü • TERKEDİŞ RİSALESİ

TERKEDİŞ RİSALESİ

Terk etmeliydi dönülmez yolları ve gitmeliydi. Zıtlıklarla bulmalıydı anlamlarını boca eden yalnızlığını. El yordamıyla annesinin kalbini okşamalı ve gitmeliydi. Bir de mektup yazmalıydı; selamlar ve başlangıçların getirdiği, zorunlu kıldığı şeylerle giriş yapmalıydı.

Sevgili ailem demeliydi. Evet sevgiliydiler. Onlardan ne istediğini aslında bilmiyordu. Bu terk ediş risalesi neden yazılıyordu ve kendine neden münzevi ayrılıklar yaşatmak istiyordu. Bu sorular ve hayatsız kalmak onu gitmeye zorluyordu. Dönülmez yolları terk etmeliydi çünkü geri dönecek yollara ihtiyacı vardı. Daha fazla uzatmaya lüzum yoktu. Gitmeliydi ve gidiyorum demeliydi. Kardeşini öpmeliydi, babasına uzaktan dokunmalıydı.

İzlediği filmlerdeki gibi olmalıydı gidişi, suçu dünyaya atışı profesyonelce olmalıydı, koltuklar ve döşemeler onun hüznünü taşımalı, buzlu musluktan düşen damlalar ardından yasını tutmalıydı. Işıklar eskisi gibi aydınlatmamalı ve sehpa asla tozlanmamalıydı. Geceye uyku kılıfı giydirene şükürler sunmalıydı ve gitmeliydi.

Yapacak çok şey vardı. Gece olması gereken gibi siyahtı. Çantası ve kıyafetleri de geceyle birbirine uyum sağlıyordu. Beresini kafasına geçirdi, kendi kendini kaçırır gibi atkısıyla ağzını kapadı. Güldü. Yine aynısı oluyordu. Kendine kaçık muamelesi yapıyordu. Kıyıya vurmuştu. ‘Yeter!’ dedi. İçten ve derinden nefesi boğazına takılı kalıyordu. Uzak şehirlerde nefes almalıydı. ‘Param var’ dedi. Ardından yapılacakları büyük bir ustalıkla halletti. Birkaç kitap aldı ‘trende okurum’ dedi ve önce annesine sonra kardeşine, babasına uzaktan ‘elveda’ dedi. Çıktı evden.

Bedeni ağır geliyordu. Ardına bakmaya yüzü yoktu. Ağır gelen bedenini yaslı terazilere terk etmişti birden. Ev, zamanı geldiğinde sığındığı bazen de sığamadığı yer. Ona da veda etti. Nereye ve niye gittiğini bilmeden sokağının ıslak kaldırımlarına arabesk bir ayrılık cümlesi söyledi.

Olması gerekenin bu olduğunu duyumsadı. Anlamını yeni öğrendiği bir kelimeyi kullanmak kadar heyecan vericiydi işte. Gökyüzü de heyecan verici bir yağmura gebeydi. Buside düşler yaşadığı tek kişilik sevdasının camına da hoşça kal dedi. Ne çok yanmıştı canı, gördüklerinden ve göreceklerinden kaçıyordu. Düşleri ne kadar büyümüştü gözünde. Bir an geri dönecek gibi oldu. Kafasını çevirdi, veda sırası İstanbul’a gelmişti.

Ve şehrini saklamıştı sona. ‘Allah’a ısmarladık yar’ dedi. İstanbul hüznünü bıraktı içine güle güle dercesine.

Her zamanki gibi tren, veda havasına girmiş soğuk bir yüzdü. Demir yoldaki taşlar sanki kafasına fırlatılıyordu. Nereye ve kime gidiyordu? Bilmemek onu mutlu ediyordu. Yarını olmayan her şey karanlıkta kalmıştı sanki. Biri çıkmalı ve nereye gidiyorsun demeliydi. Anne aile demekti ve annesini nedensizce terk etmesini umursamamalıydı. Aşka deli olmasını, okulu, dersleri ve sıradanlığı sıkmıştı onu. Buzlu istasyonda bir karar vermemişken, nereye gittiğini kestirememişken Başkent ekspresine bindi. Birkaç kişiyle onlar farkına varmadan sohbet etti. Hepsine ‘siz de evi mi terk ettiniz?’ dedi. Güldü çünkü bir deliye benziyordu. Gittiği yollar izlerini önceden bırakılmış gibi taşıyordu. Çoğul eki almış gibi önemsiz hissetti kendini.

18 arifesinde neydi bu sis. Yine aynı ses içten ve derinden ‘yeter!’ diye bir çığlık bıraktı gözlerine. Terk eden oydu ama terkedilmiş gibi hissediyordu. Koyun mu saymalı yoksa istasyonları mı? Uyumamalıydı da zaten. Koyun da saymamalıydı ve istasyonları umursamamalıydı. Kitap okumak daha iyiydi.

Kitabını açtı, okuyamadı. Babasının kitaplarından birini de yanına almıştı. ‘onu okurum belki’ dedi. Şiiri pek sevmezdi oysaki. Herhangi bir sayfayı açtı, biraz okudu, devam etti, hoşuna bile gidiyordu aslında.


Cümleler anlaşılmazdı ‘aynı benim gibi’ dedi. Hıçkırıklarını içine sakladı, kimsesiz bıraktı onları. Önemsiz olmamalıydı, gidişi ona bir şeyler katmalıydı. Bir dize düştü payına ve birden indi. Dönmek için bir bilet aldı. Sabah 10 a kadar beklemeliydi. ‘Annem çıldırmıştır’ dedi kendine gelen bir sarhoş edasıyla. Kitabı bir daha çıkarmadı bocalamamak için.

Yalnızlık bir sisti ve nicedir onla kendine geliyordu. Artık böyle değildi ‘büyümeliyim ve annemin dediği gibi uyumalıyım belki de’ dedi. Uyudu ve uyandı. Saat 11 di. Bankta uyumuş ve kaçırmıştı treni. Bir bilet daha aldı iki saat sonrasına. Rüyasında garip şeyler sezmişti, iyiki inmişti. Kitaba, şükreden gözlerle sarıldı.

İnsanları izliyordu. Biri çocuğuna ‘salaksın işte, beynin yok senin’ diyordu. Babası, o hata yapsa bile ‘herkes hata yapar ama sen benim oğlumsun, doğruyu bulacağını biliyorum’ derdi. Sahiden doğruyu bulmuştu erkenden. ‘Kim bilir ne haldedir’ dedi. Vakit yavaşlamıştı. Kaplumbağa saniyeyi sırtına almıştı belli ki. İçini yakıyordu düşleri, ‘yeter!’ diyen sesi umursamadı.

Vakit gelmişti. Geçtiği yollarda bir kasvet kalmamış, içindeyse garip bir hüzün vardı. Yol boyunca her şeyi, herkesi, bakışları, sesleri, yürüyüşleri, ağız şapurtularını takip etmişti. ‘Ne çok fark var aramızda ve her birimiz bambaşka dünyalarız’ diye içinden geçirdi. Tüm yol böyle tükendi. Zamansa artık beyaz bir atın yelelerindeydi.

Pendik’te indi ve taksiye bindi Kartal’daki evine gitmek için. Takside çalan şarkılar da dönüşünü kutluyordu. Güneşli bir İstanbul’du onu bekleyen. Sokağına geldiğinde markete gidecekti ve birkaç şey alacaktı, ‘şey markete gitmiştim’ demek istiyordu. Ama ‘mektup’ dedi üzgün bir çocuk edasıyla. Karşısına çıkan sevdiğine selam vermek istedi, yapamadı. Kız ‘merhaba’ dedi. Gülümseyerek yarı şaşkın ‘merhaba’ diyebildi. İnanamıyordu. Sevinçle yolu aşmış ve evini görmüştü uzaktan.

Kapıya yaklaştı. Annesi açmalıydı kapıyı. Zaten aile biraz da geri döndüğünde kapıyı açan demekti. Tokmak kapıyı dövdü. Annesi nefes ve hıçkırık karışımı bir sesle ona sarıldı. Ardından babası ‘oğlum’ dedi ve onu kollarına aldı. ‘döneceğini biliyordum’ dedi. Her şey yoluna giriyordu. ‘ah’ diyordu yeter diyen ses.

Annesi yemesi için çarçabuk bir şeyler hazırladı. Babası ‘Yavrum neden? Bizim mi hatamız var?’ dedi. O anda babasına ne çok şey söylemek istedi. Ama erkek fıtratıyla içine tıktı cümlelerini ve kitabı uzatarak *‘’sadece biraz hayatsız kalmışım, büyüyünce geçti’’* dedi.

(*) İsmet ÖZEL