Sırtından çantasını, omzundan su kabını ve beslenme çantasını yere attı, onların peşinden de kendisi çöktü. Reddedilmesi güç bir ses tonuyla:
-Anne biz de siteye taşınalım!
Çantaları, ardından kızımı yerden kaldırdım. Ona şöyle bir baktım. Ne kadar küçüktü isteği karşısında. Ya da şu kadarcık boyuyla yaşadığımız evi beğenmiyor, ev değişikliği talebinde bulunuyordu. Güzel; bu çocukta iş vardı. Oturduğu yerde, büründüğü kızmakla küsmek arası halde, dudaklarını büzmüş, kendini kucaklamış öylece duruyordu. Aslında durmuyor, ilgilenmediğim takdirde yapacaklarını hesaplıyordu. Eyvah ki eyvah! Bu vaziyette konuşursa gitti -r’ler hatta -ş’ler.
-“Sınıftaki bütün aykadaslarım sitede otuyuyoylay. “der demez başladı ağlamaya,
-Bak, yine söyleyemedim!
Demek ki; bundan sonraki kiralık ev aramalarımızı ona göre sürdürecektik.
Olanca birikmişimizi depoziteye yatırarak okullarımıza yakın bir siteye taşındık.
Kızım haklıymış. Siteye taşınmalıymışız!
Sitenin girişinde, adını taşıyan ışıklı levha, arabaların girip çıkmasına müsaade etmekle yükümlü, uzaktan kumandalı, havaya kalkıp inen kapı, kapıdaki güvenlik ve bekçi kulübesi, bahçıvanlar…velhasıl site ahalisi ile bir bir tanıştık. Tabi bunları karşılamak için ödeyeceğimiz aidatlarla da bilahare tanıştık.
Eşya taşınırken apartman komşularımız olması gereken zatların, başlarını uzatıp:”Hayırlı olsun, kiracı mısınız, ev sahibi misiniz, yeni taşınıyorsunuz galiba?”gibi son derece anlamlı sorularıyla karşılaştık.
-“Yok canım, ne sahibi dünyada kiracıyız zaten.” cevabını alanlar, büyük bir şevkle gözleri parlayarak teselliye koyuldular:
-Üzülmeyin canım gün gelir siz de ev sahibi olursunuz. Biz senelerce ev ev dolaştık, onca ev sahibi kahrı çektik ama sonunda evimizi aslanlar gibi aldık.
-“Fesübhanallah…”diye geçirdim içimden.
Tarife verilmişti. Birkaç ev değiştireceğiz. Biraz ev sahibi kahrı çekeceğiz. Bu iş tamamdı.
Ya nasip!
Bitişik kapıdan bir baş uzandı. Sabah kıyafetiyle dışarı çıkmaktan çekinen genç alımlı bir hanımdı. Pembe ponponlu terliğini kapı aralığına dayamış:
-Komşu olacağız inşallah, hadi kolay gelsin. Satın mı aldınız acaba?
-Yok canım dünya malı, almak ne haddimize...
-Yani?
Kadın istediği cevabı alamamanın sıkıntısıyla kapı aralığından biraz daha dışarı çıktı. Allahım, millet sorgu hakiminden beterdi! Öyle soruyorlar ki cevap vermesen yandın. O kadar ısrarlı tonla ve bakışlarla…
-Tuttuk tuttuk.
Sevimli hanım iyice şirinleşti.
-Ya çok sevindim. Ay biz de kiracıyız, dertler aynı desene! Diye kıkırdadı.
Sitenin bu dairesinde “kiracılar “rafına oturtulmuştuk.
Taşınma telaşı bitti. Siteye alışmaya,sitede var olan ama görülmeyen kuralları öğrenmeye çalışıyorduk.
Bahçedeki çocuk parkına inen kızımla oğlum da da epeyce bir soru yağmuruna tutuldular. Boş salıncakları aynı anda yakaladıklarında diğer çocukların, büyüklerden bulaşmış bir kibirle salıncağın zincirlerine sıkıca yapışıp:
-“Burası bizim sitemiz, siz kiracısınız, onun için önce ben bineceğim.” demelerini duymasam bizim çocuklar benden etkilenip uydurdu, diyeceğim.
Abonesi olduğumuz gazetenin ancak apartmanın demir kapısının dışında, yağmur sularının geçtiği boruyla duvar arasına sıkıştırılmasına müsaade edilmesine, gazetemizle çoğu kez çöp bidonunda veya yangın merdiveninde karşılaşmaya zamanla ünsiyet kazandık. İlk günlerde gösterdiğimiz alınganlığı bir kenara attık. Bahçedeki kamelyalara oturmak için indiğimiz de de karşılaştığımız cümle-artık iyice nahoşlaşan-o garabet cümleydi:
”Siz bu sitede mi oturuyorsunuz? “Bu sorulara asla evet veya hayır deyip, onların meraklarını giderme gibi bir düşüncem olmadı. Bu nasıl bir mülk sahipliğiydi ki paylaşmadan bu kadar bihaber ve bir o kadar tahammülsüz. Soran için belki basit bir “Siz bu sitede mi oturuyorsunuz?” sorusu; soranların üslublarının da marifetiyle dinleyende“Siz bu ülkede mi, hatta bu dünyada mı oturuyorsunuz?” diye makes buluyordu.
Güzellikler zamanla fevkaladeliklerini yitirip nasıl müstesna olaylar haline bürünüyorsa olumsuzluklar da öyle. Sanırım insan ruhu yaratılıştan buna temayüllü, yoksa nasıl tahammül ederdik dünyanın bunca dağdağasına, ayak oyunlarına!
Site hayatına artık alışmaya daha doğrusu burada daha az yadırgandığımızı düşünmeye başlamıştık.
Her zamanki gibi okula yetişmek için koşarak evden çıktım. Köşeden, aniden çıkan bir arabadan seğirterek kurtuldum. Çıkışa doğru yürümeye başladım.
Karşıda, güvenlik kulübesinin yanında iki üç kişi toplanmış, hararetle bir şeyler tartışıyordu. Takım elbiseli beylerden biri, bir eli pantolonun cebinde, diğer elinin işaret parmağıyla uzaktan beni göstererek:
-Bu sitede mi oturuyorsunuz?
Bana demiyordur diyerek ilerledim. Adam bu sefer bağırarak:
-Bu sitede mi oturuyorsunuz?
Evet, adam yolun karşısından bana sesleniyor ve cevabını da acele bekliyordu.
Peki, kimdi bu eli cebinde beni işaret eden muhterem? Birden içimde ne olduğunu çözemediğim bir duygu kabardı. Yoksa buranın bilmediğim kurallarından biri de her soranın sorusuna cevap verme mecburiyeti miydi?
“Asla!”diye haykırdı içimden biri.
-Siz kimsiniz beyefendi?
Soru karşısında iyice kasılan adam, sitenin içindeki yedişer katlı on bloğa şöyle bir göz gezdirip parmağıyla birini işaret etti.
- A-1’in yöneticisiyim. Siz bu sitede oturmuyorsanız, biraz önce oraya park ettiğiniz arabayı acele çekin!
Kim olduğunun sorulması hele de bu sitede oturuyorsam onun A-1’in yöneticisi olduğunu bilmemem belli ki beyefendinin asabını epeyce bozmuştu. Ben ise içime düşen ne idüğü belirsiz duyguyu çözmeye çalışıyordum. Kızmış mıydım, aşağılanmış mıydım, adam yerine koyulmamış mıydım, sitede kabul görmemiş miydim? Yürümemi durdurup parmağımla yakınımı işaret ederek:
-Beyefendi söyleyeceğiniz bir şey varsa oradan seslenmeyin! Adam hırsla dediğimi yaptı.
-Bu sitede mi oturuyorsunuz?
Aman Allahım yine o gudubet soru!
Plak takılmıştı bir kere adam aynı soruyu artan kabalıkta tekrarladıkça içimdeki duygu iyice tortop oldu üzerinde dikenler, kaktüsler açmaya başladı. Bir yandan cevap vermemenin en güzel cevap olacağını düşünürken diğer yanım “vur, düşür” diye fısıldıyordu.
-Beyefendi, sitede her önüne gelen etrafını böyle sorguya mı çekiyor? Söylemiyorum.
Dedim ve yürüdüm. Sitenin kapısının hemen önünde, gelecek otobüsü beklemeye başladım.
Adamın arkamdan parmağını sallayarak bir şeyler söylediğini güvenlik kulübesinin camına yansıyan görüntüsünden gördüm. Dediğinin yapılmaması, hele de A-1’in yöneticisi olduğunun bilinmemesi, bütün bunların hem de bir kadın tarafından yapılması onu iyice ezmişti. Etraftan toplanan ev sahibi görünümlülerin bıyık altı gülmeleri de cabası…
Her ne kadar belli etmesem de bu anlamsız tartışma benim de sinirlerimi oynatmıştı. Ellerimin titremesini görmemek için onları cebime gizledim. Birkaç dakika geçmemişti ki
sitenin bariyeri havaya kalktı. Biraz önce benimle tartışan adam yanında bir bayanla siteden çıktı. Tam gidiyordu ki benim durakta beklediğimi görünce zınk diye nerdeyse yolun ortasında arabayı durdurdu.
Tamam, beyefendi biraz önceki kabalığını anladı. Karısıyla beraber giderken gideceğim yere kadar beni de götürmeyi teklif edecekti. Adam beni daha iyi görebilmek için eğildi, koluyla karısını bir yastık gibi geri yasladı. Kadına tebessüm ettim. Olanları unutmaya çoktan hazırdım. Hatta ben de iyi bir özür cümlesi hazırlıyordum. Adam başını uzattı:
-Bana bak, o Citroen’i oradan çekiyorsan çek, çekmiyorsan, şimdi çekiciye telefon edip çektiriyorum.
Yüzümdeki tebessüm dondu, eridi kaldı. Son bir telafi hamlesi olarak kadına seslendim:
-Hanımefendi eşiniz herhalde…Sözümü bitirmeden kadın iki elini kaldırıp:
-“Ben hiçbir şeye karışmam.” dedi telaşla. Adam, bir el hareketiyle kadını susturup devam etti.
-Çekiyor musun çekmiyor musun?
İçimdeki sinsi kabartının hırs olduğu artık aşikardı. Ama adamın bu haline de gülmemek için kendimi zor tutuyordum. İstemeden de olsa yüzüme epeyce alaycı bir tebessümün yayıldığını hissettim.
-Beyefendi komik duruma düştüğünüzün farkında değil misiniz?
Araba, bu sözüm üzerine gemi azıya alarak beklenmedik bir u dönüşü ile tekrar siteye girdi. Allahtan otobüsüm geldi. Bu tedirgin ortamdan sevinerek uzaklaştım. Otobüste yol boyunca gülmeme bir türlü engel olamadım.
Daha okulun demir kapısından girerken sabah ki hengameyi çoktan unutmuştum. Son dersin rehavetinden, çalan zilin neşeli çığlıklarıyla kurtulduk. Paydos. Tekrar eve dönüş hep mutluluk veren bir andı her gün diğerinin tekrarı olmasına rağmen.
Sitenin kapısından girerken evdeki işleri zihnimde istiflemeye başladım. Önce suyu ısıtayım. Pilavı ocağa koyayım. Dünden kalan köfteleri ısıtmak gerek. Pilav dinlenirken salatayı haz…düşüncelerim akışına mecburi bir mola vermek zorunda kaldı. Bizim apartmanın önü ana baba günüydü. Koca bir çekicinin havaya kaldırdığı beyaz bir Citroen kasapta et misali melül melül sallanıyordu. Benim montumla aynı renk bir mont giymiş, saç modeli de benimle aynı bir kadın ortada bar bar bağırıyordı.
-Bu ne rezalet, bu ne terbiyesizliktir! Akrabamızı ziyarete geliyoruz arabamızı çekici de buluyoruz.
Etraftan yatıştırmaya çalışanlar, kadına hak verenler, camlardan sahneyi kaçırmamak için bebeğinin biberonuyla cama çıkanlar…Kalabalığın arkasından dolaşarak apartmanın kapısına ulaştım. Girişte oturan kulakları ağır alan teyze, terliklerini sürüte sürüte dışarı çıkmaya çalışıyordu.
-Ne olmuş kızım, kavga mı var?
-“Yok, teyze kavga yok yanlışlık olmuş.”dedim ve “Ne yanlışlığı? “ demesine fırsat vermeden merdivenlere koştum.