Menu
AMCAN GİTTİ
Öykü • AMCAN GİTTİ

AMCAN GİTTİ

Aslında o değildi aradığım.
Koridorda yarı aralık kapılardan içeri aceleci bakışlar fırlatarak adı bile insana ürküntü veren bu bölümde dün yatırılan bir akrabamı arıyordum. Bazı odalar kapalı olduğundan içeriye, başımı zorunlu fakat bir o kadar da isteksiz uzatıyor; yatanların gözlerine asla ilişmeden odayı gözlerimle tarayıp çekiliyordum.
Altmış beş numaralı kapının aralığından da aynı hislerle başımı uzattım.
Bu sefer diğerlerinden farklı olarak odayı kapıya en yakın yataktan taramaya başladım. İlk yatakta, yatağı neredeyse tamamen kaplamış; endamlı mı endamlı bir kadın yatıyordu. Kıpkırmızı yanaklarından fışkıran sıhhat, kolundan uzanan serum hortumuyla pek tezattı. Başındaki yazmanın ihtimamla işlenmiş iğne oyaları terden sırılsıklam olmuş alnında sanki sancısını hafifletme çabasındaydı. Diğer üç hastayla birlikte endamlı kadın da başını aralık kapıya çevirdi. Sancısı bir an mola verdi. Soran bakışlarla gülümsedi. Ben de geçmiş olsunla mukabele ettim.
Bitişik yatakta ağzını ve burnunu kaplayan oksijen maskesiyle nefes alma gayretindeki kadın; bir an gözlerini kapıya kaydırmak istediyse de, bitkinliği galebe çaldı. Vazgeçti. Gözleri biraz önceki açıkla, kapalı; görürle, görmez arası haline büründü.
Pencereye paralel yatağa bakmadan kapıyı yavaşça kapatacaktım ki bir parmakçık aralıktan puslu bir çift mavi uzandı. Kapıyı kapayamadım. Biraz önceki sağanağın ardından henüz yükselmiş bulutları andırıyordu gözleri. Kendine hayli büyük gelen yatağın içinde tüyleri dökülmüş ıslak kedi yavrusu kadar şefkate muhtaç ve dertoptu.
Sadece bakışlarıyla çağırdı. Aralık kapıdan içeri süzülüp kapıyı olabildiğince sessiz kapadım. Yatağa yaklaşırken üzerindeki battaniye ve çarşaf yığınında kımıldanma oldu. Doğrulmaya çalışıyor fakat acemiliği, içinde bulunduğu ortama yabancılığını aşikâr ediyordu.
Hızlı bir hamleyle yatağın arkasını dikleştirerek yatağa oturmasını sağladım.
Ağır işiteceğini düşündüğümden seslice ”Geçmiş olsun teyzeciğim!” dedim.
Birden sinek kovar gibi bir hareketle “Bağırmasana kızım kulağımın dibinde!” dedi.
Pembe çiçeklerle işlenmiş, pamuklu geceliğinin içinde el yapımı bez bebekten farksızdı. Ebruli bir gümüşle bezeli başını bana çevirdi. Onca kırışıklığın arasından şaşkın, anlamaya çalışan ama olanlara bir türlü anlam giydiremeyerek bakıyordu. Bol gelen geceliğinin kolunu çekiştirdi. Eliyle yaklaşmamı işaret etti. Yaklaştım. Neredeyse fısıltıyla:
—Amcan gitti.
—Nereye gitti amca? Diye sordum._
-...
Eliyle çok uzağa gidenleri anlatan bir işaret yaptı. Hali, sergilediği manzara her şeyi anlatıyordu. Aslında suale hacet yoktu. Benimkisi konuşmak olsundu.
Bakışlarını ellerine kaydırdı. Serum takmaktan yer yer mor halkacıklar oluşmuş damarlarını bir müddet seyretti. İlk kez görüyormuşçasına hayretle:
-Görür müsün nasıl olmuş elcağzım!
Elimle morartıları sıvazladım. Elleri ne kadar soğuk ve ısıtılmaya muhtaçtı. İki elimle, ellerini avuçlarımın arasına alıp hem morartıları gizlemek hem de ellerini ısıtmak istedim.
—Hemen geçer onlar, meraklanmayın, ama elleriniz üşümüş.
—Geçer he mi? Doktor musun?
—Hayır öğretmenim.
—Eyi... Örtmen de bilir her bi şeyi.
Ellerini ellerimden almak için en ufak bir harekette bulunmadan öylece durdu. Ellerimi seyretti. Yüzüğüme baktı.
—Beyin va mı? Dedi. Cevap vermemi beklemeden:
—Biliyon mu amcan gitti. Dedi.
Konuyu nasıl değiştireceğimi düşünürken; minicik yüzünde yüzlerce kırışık dile geldi. Alt dudağı ağlamak üzere olan çocuğunki gibi belli belirsiz titredi. Bulutlanan gözleri doldu ve gözünün hemen altındaki kırışıklarda gölcükler oluştu. Kırışıklıklar gölcüklerin akmasına müsaade etmedi. Bebek saflığında ve derin bir iç çekti.
—Amcan gitti.
Bulamayacağımı bile bile söyleyecek bir şeyler aramaya başladım. O kendi kendine konuşur gibi devam etti:
—Amcan mezara, ben mezada...
Artık bir şeyler söylemeliydim. Ayakucunda gazete okuyan, -teyzenin kızı olduğunu tahmin ettiğim -bayanı göstererek:
—Olur mu teyzeciğim, bak kızınız sizi ne kadar seviyor.
—Bilirim sever. O da astadır(hastadır), olurum ona sıkıntı, var kırk gün buraayız/buradayız. Lazımdır gitmek evcağızıma.
—Doktorlar izin verince çıkarsınız. Siz bir an önce iyi olmaya bakın!
Tekrar yaklaşmamı işaret etti. Kupkuru, kemikten ibaret parmaklarıyla gözyaşlarını silmek istediyse de ellerinin titremesinden bir türlü başaramadı. Uzandım gözlerini sildim. Gözyaşları ellerinin aksine, insanın içini ısıtacak kadar sıcaktı.
Kızının kendisine bakmadığından emin olduğunda bana doğru eğildi:
—Dün gece amcan buraa / buraya geldi. Benden lacivert elbisesini istedi. Ama yoktur buraa,/burada, evde elbisesi.
Gazeteden başını kaldırmayan kızını işaret parmağıyla göstererek;
—İnanmıy bana” Sen ayal görürsün “diy.
—Rüyanızda mı geldi amca?
-A yır. Ruya değildir. Sen de inanmıysın bana.
Dedikten sonra azarlanmış, küskün, kırgın bir halde öteye döndü. Omuzlarına hafifçe dokunarak kendime çevirdim. Gayriihtiyarî teyze gibi konuşmaya başladığımın farkında değildim.
—Bak amca da sever sizi, ta nerelerden kalkmış gelmiş sizin için.
Onu güldüreceğinden adım gibi emin olduğum sözüme; gayet ciddi, bütün kırışıklıklarını dümdüz ediveren bir tebessümle karşılık verdi. Yanakları pembeleşti. Yüzünü kaplayan gülümseme yayıldıkça gözleri nerdeyse birer çizgi haline geldi.
—Kırcalı’nın en güzel kızıydım be. Su boyunda çaput yuğarken görmüş beni. Kızanlardan sordurmuş var mıdır sevdiği deye. On dört yaşıma yeni girdiydim. Ne bilirim sevmek mevmek. Bütün Kırcalı ahalisi döküldü düğüne. Hem bizim köyde hem onun köyünde oldu düğünümüz.
Demin ağlayan küskün teyze bir yerlere varmış, oralarda hem geziyor hem de anlatıyordu. Düğününden, sonra amcanın haşmetinden cevvalliğinden dem vurdu. Ne kadar çok çalıştıklarını evlerini nasıl kurduklarını, tarlalarının verimliliğini, çocuklarının doğumlarını, Türkiye’ye zorunlu dönüşlerini, burada her şeye sıfırdan başlamalarını, bu hay huy’un arasında okuma yazma bir türlü öğrenmeye fırsat bulamadığını, bildiği duaları artık hatırlayamadığını, çocuklarının hepsinin okuduğunu, Türkiye’nin de vatanları olduğunu ama Kırcali’yi kırk senedir hala rüyalarda gezdiklerini, Türk Devletinin kendilerine pek cömertlik yaptığını, sırtı teneşire gelse bunu hatırından çıkarmayacağını anlattı anlattı.
Sesine sinmiş hasret, dinleniyor olmadan doğan rehavet, odaya da sirayet etmişti. Odadaki hasta ve refakatçiler pür dikkat bizi dinliyordu. Teyzenin kızı okumakta olduğu magazin sayfasını katladı, annesinin yanına dikildi.
—Anne anne, uçtun yine! Sonra bana dönüp gayet kibarlaşarak:
—Kusura bakmayın sizin de kafanızı şişirdi.
—O nasıl söz hanımefendi! Sohbet ediyoruz.
Teyze, kızının celallenmesini hiç de umursamayarak kaldığı yerden devam etti.
—Amcanın yanındaki sakallı dede; gördü çok ağlarım ,öğretti bana.
—Neyi öğretti?
—Dua be, dua öğretmiştir.
Teyzenin kızı konuşmanın iyice sarpa sardığını düşünerek:
—Anne sen dua bilmezsin uydurma!
Kızını odada yok sayarak devam etti.
—Amcanın yanındaki beyaz sakallı dede bana öğretti.
—Neyi öğretti?
—Amcan gideli yedinci gün olmuş, ben pek ağlıydım. Baktım önde sakallı dede arkada amcan odaya girdiler. Amcan gülerek dedeyi gösterdi. Dede “Kızım bu kadar ağlamak olmaz. Kendini bitirme. Erkes yoluna devam ediyor. Kocan oradan terhis oldu, buraya geldi. Sana ediye yollamak düşer.”dedi. “Ne ediyesi” diye sordum. “Dua” dedi gülerek. Kocamın yüzü karardı, benim dua bilmediğimi biliy.”Ben dua bilmem” dedim. O da ”Ya Allah Ya Muhammet; ya sabır ya selamet” de. Dedi. Ben bilmem dedim ya; kolayından söyledi. Ben şimdi hep dedenin duasından ederim.
—Ne kadar güzel! Bundan sonra ben de söyleyeyim. Nasıldı?
Oturduğu yatakta cevvalce kıpırdandı. Gözlerini olabildiğince açarak doğru cevabı bilen öğrenci gibi: “Ya Allah ya Muhammet; ya sabır ya selamet” derken onunla birlikte ben de katıldım kısa ve sevimli duamıza.
Sohbet uzamış uzadıkça koyulaşmış; ikimizi de kendine sardırmıştı. Nerdeyse yarım saattir sohbet ediyorduk. Münasebetsiz bir ziyaretçinin bütün özelliklerine sahiptim. Fakat sohbetin tadı ağır basmıştı. Kural ihlali yapmıştık. Saatime göz attığımı görünce;
—Gidersin be! Dedi. Cevaplayamadım. Tiyatronun finalde perdelerini kapaması gibi gözlerini biz seyircilerine kapadı. Sustu. Yılların minicik bıraktığı, hastalandırdığı bedenini yavaşça geri yasladı. Vedalaşmak için eğildim. Bir yanağını öptüm. Diğer yanağını da öpüp doğrulacaktım ki bir eliyle beni kucakladı. Kızını işaret ederek sadece benim duyacağım bir sesle:
—Süyle ona beni tutmasın burada büyle. Babası eve gelir; eve bulamaz beni. Süyle ona
dedi.

Diğer Yazıları