Bu sabah yatağımdan doğruldum. Farklıydı. Her zamanki kalkışlarımda böyle olmazdı. Kendimi nasıl hissettiğimi bilemedim. Şaşırdım. İçtenlikli bir duygulanma yaşadım. Etrafıma bakındım. Beni bu halimle gören olsaydı, “kafayı yemiş” diyebilirlerdi.
Geri yatağıma uzanmak istedim, yapamadım. Öylece kalakaldım donmuş, buzdan bir adam gibi. Gözlerimden iki damla süzüldü. Aktı, yanaklarımdan aşağı doğru indi. Dudakların üzerinden yatağıma damladı.
Yüzüm gülüyordu. Gözlerim ağlıyordu. İlginçti. Tuhaftı. Anlamsızdı.
Anlamın en büyüğüydü belki de. Ben ne yapıyordum böyle? Aman Allah’ım, yoksa gerçekten kafayı mı yiyordum.
Bütün duygusallığım üzerimdeydi. Ama gülüyordum, gülümsüyordum.
Bir gün ben küçükken başımı okşamıştın. Bağrına basmıştın. Sıcacık bağrına. Kucağına basmıştın sımsıkı. Başımı okşamıştın. Saçlarımın arasında o narin parmaklarını dolaştırmıştın. Yüzümde gezinmişti bir süre avuç içlerin. Nasıl sıcaktı, nasıl içtendi anlatamam. Tam o sırada yüzümde sıcacık gözyaşlarını hissetmiştim. Ağlıyordun. Tıpkı benim şimdi ağladığım gibi. Çatallaşan sesinle “okuyacaksın, büyük adam olacaksın” diyordun.
Bir gün eve geç gelmiştim. Yaramazlıklar yapmıştım. Komşularımız beni şikâyet etmişlerdi. Pencerenin camını kırmıştım. Kardeşimle kavga etmiştim... Sen beni korumuştun. Yok saymıştın her şeyi. “Sen benim için önemlisin” demiştin. Babama hiçbir şey hissettirmemiştin. Hele babam duysaydı neler olacaktı, onu sen de çok iyi bilirdin. Benim üzülmemi istememiştin. Zaten hiç istemezdin. Kimseye acı vermezdin. Kimseye eziyet nedir yaşatmazdın. İşte beni hep korudun bir liman, sığınak, kuytu, barınak gibi.
Bir gün yalnızdım yapayalnız. Yağmur yağıyordu dışarıda. Rüzgâr sert esiyordu durmamacasına. Kapıları, pencereleri çarpıyordu. Gök gürültüsü, şimşekler sıklıkla tekrar ediyordu. “Korkuyorum” dedim. Ağladım. Beni kucağına aldın sımsıkı sarıldın, sıcacıktın. Samimiyetin, sevginin sıcaklığıydı bu. O kocaman yüreğinin hararetiydi bu...
Bir gün hastaydım. Çok hastaydım. Sabaha kadar başımdan ayrılmadın. Uyumadın hiç. Gözlerini bile kırpmadın. Korkmuştum ölmekten. Sanki bir ceset gibiydim. Sen beni okşuyordun. Terimi siliyordun. Bazen soğuyan, üşüyen bedenimi ısıtıyordun. İşte o zaman da damlaların yolu benim yanaklarımdı...
Okumak için ilk ayrıldığımda on yaşındaydım. Yanınızdan hiç ayrılmamıştım. İlk ayrılıktı bu. Yakıyordu yüreğimi. Kokutuyordu beni. Ürkütüyordu düşüncelerimi. Günlerce bunun altında ezildim. Hep sen yanımdaydın. “Okuyacaksın, büyük adam olacaksın, bana dua edeceksin.” diyordun. Beni sıktıkça sıkıyordun. Ben o anda kendimi güvende hissediyordum. O zaman da gözyaşların beni hayata döndürdü. Onlarla kendime geldim. Onlardı beni besleyen. Onlardı beni olgunlaştıran. Gıdaydı, suydu, bereketti çünkü senin sevginin tezahürüydü. Sıcacık kalbinin ılıklığıydı. Günahsız, kötülüğün bulunmadığı yüreğinin kanıydı güzel ela gözlerinden dökülenler...
Ben boğulmuştum yüzerken. Sana haber vermişlerdi de gelmiştin ben camide hocada okurken. Kapıdan seni gördüğümde, yüreğimin yağı erimişti. Kendimden geçmiştim. Öyle geliyordun ki, anlatamam. Koşa koşa isteyerek, yürekten... Sanki ben yangının ortasında kalmışım da kurtarmak için içeriye dalarcasına daldın. Gözlerinde yine yaş vardı. Benim de gözlerim nemliydi.
Bütün korkularımın giderilmesinde sen vardın. Bütün sevgilerimin olgunlaşmasında sen vardın. Saygıyı sen öğrettin. İyiliği, güzelliği, güzel davranmayı sen öğrettin. Kötülüğün ne kadar kötü olduğunu, kalp kırmanın insanlardaki acısını sen öğrettin. Hep iyilik yapardın. Kimseyi kapıdan boş çevirmezdin. Herkesin yüzüne gülerdin. Sana gelenler bilirlerdi ki, senden olumsuz bir davranış olmayacak, mutlaka yapmaya çalışacaksın, mutlaka iyilikte bulunacaksın.
Hiç kimse sana kötü bir söz söyleyemezdi, kötü bir davranışta bulunamazdı, kötü bir düşünceye sahip olamazdı. Çünkü sen kötülük nedir bilmezdin, söylemezdin, yapmazdın, yapamazdın. Kalbin o kadar temizdi ki, hiç kötü düşünemezdin. O kadar berraktı ki davranışlarından şüphelenecek bir durum ortaya çıkmazdı.
Komşu çocuklar da severdi seni, Perşembe günleri çocuklara ikramlarda bulunurdun. Onlara hiç kızmaz, bağırmaz, öfkelenmezdin.
Bir tabuttu yanımda gördüğüm. Tabutun kapağı açıldı. Bembeyaz bir kefendi seni sarıp sarmalayan. Derken yüzün açıldı kendiliğinden. Birden aydınlandı ortam. Yavaşça gözlerini açtın. Bana o güzel gözlerinle gülümseyerek bakıyordun. Yüzün nur gibi parlıyordu. Işık saçıyordu etrafına. Heyecandan kalbim duracak gibi oldu. Eğilip öpmek istedim. Yerimden kıpırdayamadım. Donmuştum sanki. Heyecandan titriyordum. Kanım hareketlenmişti sevinçten. Öylece bakakaldım soluksuzca. Beni etkilemiştin. Ne yapacağımı bilemedim.
Sen gelmiştin. Ve bana:
-Nasılsın oğlum? diyordun.
Ne diyeceğimi şaşırdım. Yüzünün aydınlığı beni alıp götürmüştü ötelere. Dayanılamayacak kadar güzeldi. Anlatılamayacak kadar etkileyiciydi.
Eşime seslendim:
-Gel dedim, anam geldi.
Ne olduysa o anda oldu. Kulaklarımda nasılsın oğlum? sözleriyle doğruldum yatağımın içinde.
Seviniyordum, yüzüm gülüyordu. Gözümden iki damla yaş aktı, seni özlüyordum. Hasretin yakıyordu beni anam.
Sen ne iyi insandın, sen ne olgun insandın, sen ne mübarek insandın.
Benden beklediğini yapmaya çalışıyorum.
Sana dua ediyorum: “Allah’ım rahmet eyle! Allah’ım rahmet eyle! Allah’ım rahmet eyle!”