Yine her şeyi, yazdığım kelimelerle anlatıp, koyduğum nokta ile nihayete erdirdim. Ne bir serüven, ne de bir oyun. Bu sadece bir rüya, ve ben bir rüya yazarıyım.
Katranı anımsatan haliyle, küçük şişede duran mürekkep nelere muktedir. Kesif haline hiç aldırmadan, kamışın çıkardığı seslerle hemhal olmuş. Sanki bir çeşit kendinden geçme hali. Farklı bir sükut. Fakat benim yazdıklarım mürekkebin çığlığı değil. Bu satırların her biri bir belge, bir dönüştürme.. Ve.. Ben rüya yazarıyım dedim ya işte.
Tek kaleme alamadığım kendi rüyalarım. Neden mi? Cevabı oldukça net: Eğer rüya görmüyorsanız, yazacak rüyanız da yoktur. Bana, o alemin kapıları kapanalı uzun yıllar oldu. Belki de bu, olması gerekendi. Bu arada sakın aklınıza takılmasın, zira başkalarının rüyalarını kaleme almak sıkmıyor beni. Bana yaz deniliyor... Ben de yazıyorum.
Dergaha geleli tam 14 yıl oldu. Tam 14 yıldır, gecenin büyük çoğunluğunu Efendi Hazretlerinin yanında, masa başında geçiririm. O: "Yaz" der, ben de yazarım. Alemden imana, nübüvvetten berekete, ademoğlunun gözleri açık şekilde gördüğü rüyanın işaretlerini kayıt altına alırım.
Pir Hazretlerinin dediğine göre, aslında ben de rüya görüyormuşum. Ve kağıda döktüğüm her bir satır, aynı zamanda benim şahsi rüyamın ta kendisiymiş. Yani farkına varmasam da, yazdığım ama göremediğim rüyalarım var benim.
Kurşun kaplı tavanın altında, bakırdan mangalın hemen yanında, rahlenin başında, elimde kalem, başucumda Pir-i Mustafa... Hayalden gölgeler düşüyor kağıda.
Kelimelerin, satırlar içinde gecenin ahengine büründüğü anda, "Dur" diyor Hazret. Yeter artık yazdıkların. Gecelerini biraz da kelimelere ayırma vakti... Kalbime fısıldanan tek bir kelimeyle irkilip kendime geliyorum. Uzun süren bir uykudan uyanmış gibi, ne olduğunu anlayamadan şevk ile yazmaya başlıyorum:
Hay.. Hay..
Yazdıkça yeşeriyor elimdeki kamış. Yazdıkça aklaşıyor mürekkebin rengi. Üst üste birikiyor varaklar. Sonra yazdığım kelimeyi göremez oluyorum. Bırakıyorum yazmayı. Nur doluyor odaya. Gözlerim kamaşıyor, bakamıyorum. Yazdığım tek kelimenin kuşatmasını yaşıyorum. Yoruluyorum. Oracığa yığılıp kalıyorum. İstemesem de, kapanıyor gözlerim. Zamanı tartamıyorum. En belirgin olarak hatırladığım kalp atışlarım. Yıllar sonra kapı aralanıyor.
Efendi Hazretlerinin nefesi ile kendime geliyorum. Elini alnıma koymuş bana sesleniyor: "Cemal Efendi uyan! Cemal Efendi!"
Kendi adımı sayıklayarak uyanıyorum uykudan. Rüyamın uykusundan: "Ya Cemal.. Ya Cemal.. Ya Cemal"