Menu
PAYOTTE
Öykü • PAYOTTE

PAYOTTE

olay yeri öyküleri – 3

Çok yüksek bir binadan inmek zorundalar. Karanlıkta yüzleri çok belli olmayan kadın kalabalığı var. Savaş bir kadının ardından berbat bir telaffuzla kötü bir şey söyledi. Kadın duydu. Arkasına döndü ve sertçe çıkıştı. Elif Biket kalakaldı. Suçlandığı konuda masumdu, o ağzını bile açmamıştı. Savaş pişkin ve Biket’in masumiyetini teslim etmiyor. Kadın yaşlılıkla itham edilmişliğin acısıyla Biket’in güzel yüzüne bakıyor. Biket ezildi, ama söylemekten geri durmadı: hanımefendi, her gün bunun acısıyla ben de yaşıyorum. Kadının anlayıp anlamadığını bilemedi o an. Zamanın kendisi üzerinde de çalıştığını nasıl anlatabilir o kadına? Zaman kadınların yüzü üzerinde yapar bütün dansını.

Savaş’la binadan çıkmak zorundalar. Savaş fırsatçı gibi davranıyor. Dirseğini memesine değdiriyor yanlışlıkla çarpmış gibi. Sorun değil. Muhtemelen Elif Biket öyle sandı sadece. Distopik filmlerde robotlara geçmiş ve anı yüklemesi yaptıkları gibi Savaş’a erkeklik yüklemek hoşuna gidiyor. Karşılığı olmayan bir şeyin bedendeki eklentisi, duygusal siborglar… Asansöre binemediler. Teknik bir sorun var ortada. Periyodik asansör bakımı yapılıyor. Bütün cihazlar bozuluyor. Gerginlik had safhada. Bina karışık ve çok büyük. Birkaç ayrı çıkış olduğunu fısıldadı Savaş. Koşarak birine yöneldiler. Düşmanca havayı sezinledi Elif Biket. Birileri hızlı hızlı haber iletiyor birbirine gibi. Havada bir ispiyon kokusu. İnmeye başladıklarında onuncu katta geçişin daraltılmış olduğunu gördü kız, kalbi hızlı hızlı atmaya başladı. Kâbuslarında geçmek zorunda kaldığı dar geçitler, kanalizasyon borusu değil de, uzun dolapvari gizli geçitleri anımsadı. Kalbi sıkıştı iyice, Savaş elini sıktı Elif Biket’in. Savaş’ın umursamazlığına deli oluyordu. Başka bir çıkışa yönelmek üzere üst katlara tırmandılar yeniden. Elif Biket’in kalbi artık çıldırmış gibi, göğsünü delecek. Koah hastası Biket. Nöbet geleceğini anlıyor, nöbet tuttuğu anda bir anda gündüz düşü yokluyor. Çok sert. Havaya ihtiyacı var. Eski binadaki tüm partiküller içine doluşmuş gibi. Nöbet başladı. Çok hava, çok hava lazım.

Savaş ve Elif Biket kırlarda oturup öpüşüyorlar. Savaş’ın eli Biket’in her yerini yokluyor. Biket içinden bunun niçin böyle olduğunu düşünüyor. Anlayamıyor. Sonra Savaş’la karın doyurdukları loş bir kafe-restoran arası mekândan çıkacaklar. Savaş’ın arsızca ilgisi hoşuna gidiyor. Onun erkek olduğunu her saniye anlayabiliyor. Bu çok güzel. Düş olabilir bu kısım. Emin değiliz. Yalanlanabilir düşler kurmayı sever Elif Biket.

Çünkü Savaş cinsiyetsiz gibidir. Çalıştırmak için gerekli düğmenin bir türlü bulunamadığı bir alet gibi.

Bir ömür geçti Savaş. Yaşam kısa olabilir, fakat yeterince üzüntü vardı. Savaş’ı bir on yıl daha hiç göremeyecek olabilir Biket. Fakat ona söyleyemiyor. Bunu kendi ağzından duymayı kendi kaldıramazken ona nasıl söyleyecek. Yol boyunca falcı kafe ilanları dağıtan kızlar tarafından durduruldu. Dört ayrı kahveyi içip okuttu. Falcılar ağız birliği edebiliyordu demek, içinde ağır dert vardı, uzayan yolun sonunda ölüm vardı, üniformalı biri vardı, dönüş yolu kana bulanacaktı.

Ufak tefek bir Arap Elif Biket’in boştaki sağ elini tuttu, bırakmıyor. Biket sıkıntılı. Arap eline yapıştırılmış gibi. Çektikçe Arap canını yakıyor sıkarak. Arap’ın derdini anlayamıyor. Neden bırakmıyorsun dedi, Arap anlamadı, fakat Biket’e bakarak “video” dedi. Video filan yok bende diye tısladı Biket. Savaş’ın aymazca öbür tarafta yürüyüşü, Arap’ı fark etmemiş oluşu ayrı bir tuhaflık. Kafenin çıkışında havanın karardığını fark etti Biket. Uzun bir yokuşun başına açılıyor kafenin kapısı, yokuşun dibinde sokak bitiyor. Çıkmaz sokak. Arap videoda ısrarcı. Biket terledi. Sağ cebini gösterdi burnuyla. Arap elini cebe daldırdı ve ordaki küçük kâğıt parçasını gösterdi Biket’e. Bu bir kargo fişi. Savaş’ın adını görünce bembeyaz kesiliyor kız. Kâğıdı alan Arap hızla ilerleyerek bir onay bakışı ile Biket’e “serbestsin” demek istiyor. Fakat kızın içine düştü bir kere kurt. Savaş’ın hainliğini anlayamıyor. Kendisine bir tabak güzel meyve gibi açlıkla bakan Savaş’ın onun aleyhinde bir misak içinde oluşunu nasıl bağışlayacak. Bunu açıklıyor: Düğme halen kayıp. Yokuş aşağı inen Arap aslında bir silah taşıyor ve Biket’in hızla anladığı gibi taşınabilir bellekteki onun ölüm belgesi. Kargodan alınan paketin muhtevasını aniden anladı. Arap’ın ani bir hareketle Yurtiçi kargodan çıkıp kendi istikametinde döndüğünü gördü, karanlıkta hedef olmamak için koşarak ve eğilerek yokuşu gerisin geri tırmanmaya çalıştı. Savaş’ın ne halt etmeye duyarsız kaldığı artık apaçık olduğundan sol eliyle tuttuğu elini bırakıp gitmekte beis görmedi. Savaş’ın kayıtsızlığı Arap’ın becerikliliğine güvenmesindendi. Arap kesin kararlıysa, diye geçirdi içinden Biket, peşinden gelecekti. Saklanabildiği ilk yer inşaat alanında bir kum yığını arkası oldu. Arap’ın gözünden kaybolabilmesi içini ferahlatmadı. Kumlar ciğerine dolacakmış gibi sıkılıyor yüreği. Uzaklaşan ayak seslerini dinledi, bacaklarını cenin gibi büzerek uyumaya çalıştı. Bu ilk satılışı değildi. Alkolün etkisi olsa gerek, çabucak daldı.

Elif Biket afallamış kimselere mahsus ağız açıklığı ile buzlar üzerinde yürüyor, ait olmayı istediği adama hiçbir şey söylememekte kararlı olarak, ilkelliğini koruyordu. Savaş’ın amansız saygısı Biket’i öfkelendiriyordu. Savaş sınırları koruyordu, kesinlikle terslenmekten ürkerek. Biket’se ağzının içine zorla soktuğunda parmaklarını Savaş’ın hiç değilse kızması için yürekten dua ediyordu. Savaş’ın hayır dememesi, kızmaması, tepki vermemesi, Biket’i ölçüsüzleştiriyor, Biket sinirlendikçe daha da saçma hareketlere imza atıyordu. Çocuk olduğunu fark etti, orada saçma bir anda bitiveren bir aynada.

Savaş’a baktı, gülümsemiyor. Şapkayı biri koydu kafasına. Bir veda sahnesi bu. Şapka yavaşça yuvarlandığı yerden havalandı, kafaya oturdu. Savaş birazdan ağlayacak mı? Senin gözünün pınarı da ıslanır mı? Pınar demeleri bundan aptal, ıslanması gerek. Bunun doğru olmasını neden bu kadar istiyorum. Elif Biket oradan uzaklaştığında ona ne olacağını bilmiyor. Kendisine ne olacağını çok iyi biliyor. Elinde ağır çantalarla merdivene yöneldi, ilk katı yavaşça inebildi. En alt kata inen merdivenlerin sonuna geldiğinde dizleri büküldü ve yere düştü. Gözlerini açık tutmaya çalışırken kolundan tutan birinin “başını çarpmasın” seslerini hayal meyal duyuyor. Oracıkta bağıra çağıra ağlasa. Hava lazım, ışık lazım. Bu karanlık basınç yapıyor. Çok hava lazım. Uykuya kendini bırakırken karanlık merdivenlerde bacaklar seçiliyor.

Savaş’ın neye ihtiyacı olduğunu hiç bilemedi. Nasılsın? dedi Biket. İçinden ölüyorum dedi. Nasılsın’ı nasılım’dı. O sorsun istiyordu. Fakat Savaş doldurulmuş bir av hayvanı gibidir. Güzel durur ona bakarsan. Kıpırdamadan durduğunda ona saatlerce bakabilir Biket. Savaş için sözcükler kullanışlı arkadaşlara benzer.

Savaş’ı mezardan çekip çıkardığını hiç anımsamıyor Elif Biket. O nasıl burada olabilir ki, evet, bütün çabaları boşa gitmişti, cesedi görmesine asla izin verilmeyecekti. O örtünün altında göreceği her şeye razıydı. Bu konudaki kurallar çok katıydı. Hızını alamayıp karşısına çıktığı komutan hafiften gözdağı vererek onu aklıselime davet etmişti.

Savaş için yaşamın pratik zorlukları ön planda görünüyor. Askerlik sonrası iş, geçim derdi. Kendisine bağlı hiç kimse yok fakat serseri görünen bu yaşam görünmez iplerle kırk yere bağlıdır. Savaş aslında yerleşik ruhlu ve duygusaldır. İsyankâr görünümü Elif Biket’in delici gözleriyle içini görebildiği bir kaplama sadece. Bir mobilya gibi kaplanmış Savaş. Nüfuz edilemiyor. Savaş, Biket’in neler yapabileceğinin hiç farkında değil. Kendisine olanlarla ilgili. Kabul görmeyi istiyor. Reel yaşama uygun bir şekilde sokulabilmek istiyor. Aslında tüm kalbiyle normal olmayı istiyor. Herhangi biri olabilmek, akşamları demlenebilmek, ekmek derdine düşmemek istiyor. Onun için kız hiçbir zihinsel manevrasını kavrayamayacağı karanlık bir şey. Biket bunları görebiliyor. Biket’in hiçbir ayağı yere basmıyor. Otonom bir bölge yaratabildiğini sanıyor sahrasında. Zaman ve mekânın sınırlandığı, özgürlüğün etrafa doğru fazla yayılmadan tadıldığı, kalbin ve bedenin bu birliktelikle durulandığını, kutsandığını algılıyor. Fakat yanılıyor. Savaş bunları algılamıyor. Biket için özgürlük bölgesi, Savaş’ın esaretidir. Onlar bir ara fark etmedikleri bir anda birlikte lanete uğradılar. Ancak Biket çekip gittiğinde nefes alabilir Savaş. Öteki onu yoruyor. Zihnini tümüyle öteki kimsenin hareketlerine adapte eder Savaş. Her hareketi karşılayacağı bir refleksi olmalıdır. İki hayvan gibi algılar Savaş kendini başkasıyla iken. Bir eskrimci gibi çevik hareketlerle karşı koyabilmelidir. Gözleriyle bakmasa bile diğerinin hareketlerini izlemeye ara vermez hiç. Hep bir rolün içindedir bu nedenle. Rafting yapar gibi ilerler Savaş ilişkinin içinde. Hep o andadır. Bütün gücünü o ana teksif eder. Fakat yine de hep güçsüzdür.

Savaş Elif Biket’i bıçaklıyor. Soyut bir bıçakla Biket’i delik deşik ediyor. Savaş yalnızca kendisini koruyor.

Silopi’ye askerlik için gidecek, Biket daralıyor. İç dünyaları yoksullukla kaplı. Savaş yoksulluğunu bir dünya arkadaşla kapatıyor. Biket kapatamıyor, Biket’in astarı yırtılmış iç dünyası akıtıyor. Savaş’ın yaşadığı dünyayı Biket anlayamıyor. Biket için her şey çok zor. Sabah olduğunda birbirlerini uzun bir süre görmeyeceklerini bildikleri bir dünyaya uyanacaklar. Savaş bunu dert ediyor mu bunu bile bilmiyor Biket. Biket için hayat o anda alması gerekli ağır doz içeren bir tablet gibi. Bu tableti isteyerek yutuyor. Savaş’ın yanındayken dünyanın durduğunu düşünebiliyor. Savaş var olduğu sürece, hiç konuşmasalar da olur. Savaş ile başlayan yoksulluğun tanımını çok düşündü Biket. Ondan öncesinde tam mıydı, belki değildi, fakat varsıldı, çoktu, eksiksiz hissediyordu. Savaş’ı tanıdıktan sonra eskisi gibi tamam olamadı. Savaş bozuk bir makine gibi bol bol konuşurdu. O gün ağzını bıçak açmadı, hayret!

Yanında kestiği parmak veya kulakları anı olarak getiren insanlar varmış.

Elif Biket gözlerini kapatıp kanındaki alkolün bozduğu dengesini toplamaya çalıştı. Her şeyi aklı başında bir şekilde anımsayabilmek için zorluyor kendini. Hayatının geri kalanı boyunca detaylarını düşünerek tekrar tekrar bunu yaratacak. Yaşamak, yazıya geçerken eski filmlerin yeniden çekilen versiyonları gibi kusursuz oluyor belki, fakat gerçeği herkes unutmuş oluyor. Gerçek neyin çekirdeğidir? Gerçeğin hiçbir önemi yok. Çekmek zorunda bu fotoğrafı. Işık düşük yazıyor ekranda. Bunu kaydetmek zorunda. Bıçağı yerinden çıkarmaya çabaladı. Veda sahnesinden bir önceki sahnedeyiz. Kalemi eline aldığında Savaş’a saygısızlık olduğu geçiyor aklından. Savaş bu hakkı vermemek için çok direndi. Hep savunmada değil miydi o? Kısa Camel paketindeki sigaradan caydırıcı sözlere bakıyor. “Kısa Camel” yazabildi kâğıda. İştiyakla içe çekilen ve dibine dek tüketilen o üç tek sigara Biket’i günlerce nöbette tutabilir. Savaş aldı kalemi “travmalar Elfa Biket” yazdı. Biket, Henkel promosyonu not defterine kötü el yazısıyla tutulan notun altına, üç değişik imzasından attı, Savaş’ın parmağını tükenmezle boyadı, bastırdı. Sık sık kokusunu duyduğu yanığın yanına koyacak bu izi. Meskenlerin tamamı yakılmıştı. Biket için acı artık dile getirilmemesi gerekli olandır. Yapacağı her neyse artık söylemeyecek. Adım adım yapacak. Sonuçlar ne olursa olsun.

Hiç erkek kardeşim olmadığı için olabilir. Şırnak 1629 km.dir, arabayla 19 saat 17 dakika sürecektir.

Savaş bir bilse! Elif Biket’e kardeş geliyor.