Menu
MESELLER
Öykü • MESELLER

MESELLER

1.

Her uğraştan bilginlerin, görmüş geçirmiş adamların da olduğu bir mecliste laf döndü dolaştı, aşka geldi. Filozof “Aşk şudur.” dedi. Bilim Adamı “Hayır, aşk budur.” diyerek karşı çıktı. Fakih “Hiç olur mu, günaha giriyorsunuz, aşk şöyledir.” diye ekledi. Buna cevaben Doktor “Rica ederim, aşk böyledir.” dedi. Psikolog “Fakat aşkın şu şekilde olduğunu unutuyorsunuz.” deyince Tüccar “İyi de efendim, siz de aşkın bu şekilde olduğunu göz önüne almıyorsunuz.” karşılığını verdi. Sanatçı “Hepiniz yanlış biliyorsunuz. Aşk şu surettedir.” diye çıkıştı. Derken Asker “Asıl sen şimdi saçmaladın işte. Çünkü aşk bu surettedir.” mukabelesinde bulundu. Meclisteki âşıklar melül mahzun dalıp gittiklerinden sohbete katılamamış, tartışmayı takip edememişlerdi. Bu yüzden seslerini çıkarmadılar. Bir müddet sonra içlerinden biri “Ah!” diye inledi. Diğerleri de hep bir ağızdan “Aaah ah!” diye cevap verdiler.

 

2.

Bir dost meclisinde konuklara elma ikram edildi. Konuklardan biri eline bir elma alarak tutup kaldırdı, “Bu armuttur.” dedi. Diğer konuklardan kimisi güldü, kimisi sövdü. Yalnız biri şaşırmış, elmayı tutan arkadaşına bakıyordu. Elmayı kaldıran adam, şaşkınlıkla kendine bakan arkadaşına öfkeden kızararak “Bu armuttur diyorum!” diye bağırınca öteki “Peki güzel kardeşim. Sen armut diyorsan armuttur.” cevabını verdi. Bunun üzerine konuklardan biri “Hayır, o armut değil, meyvedir.” dedi. Bir diğer konuk “Ne meyvesi yahu, bu bir yiyecektir.” diye karşı çıkınca bir başka konuk “Alay mı ediyorsun? Bu ancak bir maddedir.” karşılığını verdi. Nihayet konuklardan biri öfkeyle “Siz deli misiniz? Bu sadece bir varlıktır.” diye bağırdı. Mecliste bir hayret rüzgârı esti. Dostlarından biri, bağıran adamın kolunu tutarak, arkadaşının sağlığından endişeyle, “Sakin ol. Ney sadece bir varlıktır? ‘Sadece bir varlıktır’ dediğin şey nedir?” diye sordu.

 

3.

Maşuk, âşığından yapılması çok zor bir şey istedi. Âşığı daha sözün sonunu dinlemeden “Peki, kabul ediyorum!” deyince maşuk sevinç gözyaşlarıyla sevgilisine sarılarak “Beni zaten bir tek sen anlıyorsun!” diye haykırdı.

 

4.

Eski bilgelerden birinin yazdığına göre, içinde bulunduğumuz dünya yaratılmadan çok uzun bir zaman önce, bizimkiyle tıpatıp aynı bir başka dünya daha varmış. O dünyada yaşayanlardan biri bir gün epey düşünmüş, kafa patlatmış, işin içinden çıkamamış ve sonunda “Dünyanın varlığını bir türlü aklım almıyor!” deyivermiş. Bunun üzerine dünya içindekilerle beraber bir anda yok olmuş.

 

5.

Fi tarihinde İstanbul, Tahtakale’de, sokaklarda yatıp kalkan bir deli yaşıyordu. Bir gün nereden bulduysa eline güzel bir kadın fotoğrafı geçirdi. Bütün Tahtakale’yi dolaşıp fotoğrafı herkese göstererek “Bakın, bu benim sevgilim.” dedi. Bir müddet sonra bu defa elinde güzel bir araba fotoğrafıyla gezip kimi görse “Bak, bu benim arabam.” demeye başladı. Daha bir müddet sonra da bu defa Boğaz kıyısındaki yalılardan birinin fotoğrafını “Bakın, burası benim evim.” diyerek insanlara göstermeye başladı. Sonunda esnaftan nüktedan birileri, belediye başkanının da katıldığı bir törenle, deliyi kadın fotoğrafıyla evlendirdi, araba fotoğrafına bindirdi, yalı fotoğrafına gerdeğe yolladı.

 

6.

Osmanlı padişahlarından birinin saltanatında her evin zemininin farklı döşenmesi âdetti. Kimi evin zemini mermer olurdu; kimininki ahşap, kimininki taş. Kimininki de başka bir şeyle döşenirdi. Bazı evlerin zemini de döşenmeyerek çıplak toprak hâlinde bırakılırdı. Sonraki padişahların devrinde de bu âdet devam etti. Her evin ahalisi diğer evlerin sakinlerine kendi evlerindeki zeminin ahvalinden, şartlarından bahsederek övünür yahut yakınırdı. Beriki ötekinin, öteki berikinin evindeki zemine aşina olmadığından kavgaya tutuşurlardı. Sonunda halk hepten birbirine girdi. İnsanlar “Mermer şöyledir!”, “Ahşabın hâli budur!”, “Hayır efendim, taş üstünde gezinmek başkadır!” vesaire iddialarla vuruşmaya, kan dökmeye başladılar. Devrin budala padişahı çareyi evlerde zemin olmasını yasaklamakta buldu. Evlerde zemin olmayınca da insanlar üstüne basıp dikilecek şey bulamaz oldular.

 

7.

Bir grup kanalizasyon işçisi, lağımda çalışırken kokudan rahatsız oldu. Kokunun kaynağını bulmak istediler. Hepsi eline geçirdiği arkadaşının üstünü koklayarak onu pislik kokmakla suçlamaya başladı.

 

8.

Tahsili yüksek ama asabi iki arkadaş bir elmanın rengini tartışmaya başladılar. Kırmızıdır, hayır yeşildir derken birbirlerine girdiler. Yoldan geçen bir meczup ahvali görünce yetişip “Yahu ne kavga ediyorsunuz? Elmadır bu, elma!” deyiverdi.

 

9.

Harun Reşid zamanında Bağdat Tımarhanesi’nde tabipler, bir delinin iyileştiğini diğer delilerin ona “deli” demeye başlamasından anlardı.

 

10.

Meşhur bir masalda güzel bir kuğu yavrusu; çirkin ördek yavrularının arasına düşer, biçimsiz muamelesi görür ve çok üzülür. Bir diğer masaldaysa çirkin bir ördek yavrusu; güzel kuğu yavrularının arasına düşer, biçimsiz muamelesi görür ve “Aslında ben daha güzelim. Ama onlar güzelliğimi kıskanıyorlar.” diye övünür.

 

11.

Dördüncü Murat devrine tarihlenen, yarım kalmış bir el yazmasında o zamanlar halk arasında epey yaygın olan bir oyunun oynanışı anlatılır. Bin sayfa olan yazmanın ilk sayfasında oyunun genel kuralları, geri kalan kısımdaysa istisnalar yazılıdır.

 

12.

Köylünün birine misafirlikte bal ikram etmişler, içinde sinek görünce tiksinip yememiş. Evine giderken yolda bok görmüş, biraz eşeleyince içinde altın bulmuş. Sevinip cebine atmış.

 

13.

İki arkadaş bir üçüncüyle buluşmuşlar. Ayaküstü hoşbeş esnasında ilk arkadaş, üçüncüye “Kilo almışsın, şişmanlamışsın.” demiş. İkinci arkadaş, muhataba fırsat vermeden araya girmiş. “Bilader,” demiş, “bu iddiada bulunabilmen için önce ‘kilo’nun tanımını yapman gerekir. Hem ‘şişman’ ne demek? Kime göre, neye göre? Öyle ha deyince ‘Kilo almışsın, şişmanlamışsın.’ denir mi hiç? Hele önce kilonun tarihini anlat bakalım. Kilo fıkıhta nasıl yorumlanmış, felsefede nasıl anlatılmış, günümüz biliminde kiloyla ilgili ne söyleniyor, şişmanlıkla ilgili neler yazılıp çiziliyor, bu konuda ne gibi araştırmalar yapılmış, şişmanlığın hukuktaki yeri nedir filan, önce biraz bunlardan bahsetmen gerek.”

 

14.

Âşık olduğu gül öyle nazik, öyle narin, öyle hassastı ki bülbül; değil onu koklamak, incinir korkusuyla ona şarkı bile söylemiyordu.

 

15.

Bülbülü yeşil boyalı kafese koymuşlar. Vatanımdayım sanmış.

 

16.

Eski Arap putperestleri arasında dindarlığıyla dillere pelesenk olmuş bir pir-i fani vardı. İlginçtir, iki yakası bir araya gelmezdi; gecesi bela, gündüzü musibet, başına gelmeyen kalmamış. Bir gün genç bir putperest bu adama “Efendim, tanrılara bunca niyaz ve ibadette bulunmanıza rağmen başınıza bütün bunların gelmesi neden olabilir?” diye sordu. Adam uzun uzun iç çektikten sonra şöyle cevap verdi: “Bir putu memnun ettiğimde, bir başkası rahatsız oluyor. Birini razı etsem, diğeri öfkeleniyor. Beni sevdiklerinden yahut kulluğuma kıymet verdiklerinden mi bilmem... Ama her biri yalnız kendisine itaat ve ibadet etmemi istiyor. Ben de hangisine bağlansam, diğerinin gazabına uğruyorum.” 

Kadir

1994’te İstanbul, Fatih’te doğdu. Samiha Ayverdi Anadolu Lisesi’ni bitirdikten sonra 2012-2017 yılları arasında Kadir Has Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde Reklamcılık okudu. Hâlen İstanbul Üniversitesi’nde Amerikan Kültürü ve Edebiyatı tahsil etmektedir.Uzun yıllar çeşitli konvansiyonel ve yeni medya kuruluşlarında altyazı ve dublaj çevirmeni olarak çalıştıktan sonra kitap çevirmeye başladı. Birçok çevirisi arasında Hazar Sözlüğü (Milorad Paviç), Klasik Osmanlıca manzum aslından nesren günümüz Türkçesine aktardığı Yusuf ile Züleyha (Taşlıcalı Yahya), İngilizce asıllarından tercüme ettiği Karanlığın Yüreği (Joseph Conrad), Kvaidan (Lafcadio Hearn), Ludwig Wittgenstein (Edward Kanterian) ve Hemingway İtalya’da (Richard Owen) da bulunmaktadır. Romancı da olan Daniş’in biri ödüllü olmak üzere Serçelerin Ölümü ve Yeryüzü Blues adlı iki romanı vardır.

Daha fazla görüntüle
Diğer Yazıları