Menu
MERAKIM
Öykü • MERAKIM

MERAKIM



Kapının tam önünde bekliyorum. Etrafı kolaçan ediyor, gidip gelenlere bakıyorum. Asıl beklediğim ortalıkta gözükmüyor. Her Çarşamba öğlen vakti evden çıkıyor ikindi ortalarında eve geliyordu. Üç dört saatlik kayboluşu muntazaman her hafta vuku buluyordu. Benim de merakımı celb ediyor, önüne geçemediğim bir kuvvetin altında eziliyordum. Hep onu düşünüyor, nerde olacağına dair onlarca ihtimal üretiyordum.

Her zaman dakik olduğu için her an gelebilirdi. Bu sefer beni de götürmek zorundaydı. Beni götürmemek için söyleyeceği bütün mazeretlere kulağımı şimdiden tıkamıştım. Dağlarda yerinde oynasa, gökyüzü yere inse, annem kızsa yine de onunla gidecektim. İnadım inattı. Gerekirse en büyük kozum olan ağlamayı da devreye sokacaktım. Benden kaçış yok. Görecekler ben kimmişim. Sanki gözümde kaçtı. Annemin beni oyalaması için her Çarşamba nasılda sabahtan eve geliyor. “Aman kıza dikkat et. Bir şeylerle oyalandır. Ben kaçıyorum.” Hadi bakalım şimdi kaçsın. Annem beni odamda zannediyor. Nasılda ayaklarımın üzerine sinsi sinsi basmış o sırada mutfakta olan anneme belli etmeden kapıdan çıkmıştım. Kapı sesini bile duymadı.

Apartmanın önünde birine yakalanacağım diye ödüm kopuyor. Biri görse hemen anneme söylerdi. Karşı apartmanda oturan amcam ya da yengem balkona çıksa yandım. Ne işin var kapının önünde diyecekler. Arkamı dönüyorum. Nerde kaldı? Şimdi gelmesi gerekiyordu. Yoksa kaçırdım mı? Erken mi çıktı? Hayır tam merakımın sonuna gelmişken bu çarşamba terslik olmamalı. Bir daha nasıl gizlice kaçarım annemden.

Merdivenden ayak sesleri geliyor. Büyük ihtimalle o. Yaşasın. Bu kadar hazırlanırken kaçırsaydım ağlardım. Kapı açıldı. İri iri açılmış bir çift gözle benim gözlerim çarpıştı. Ben kaçağı yakalamanın gururuyla babaannemde yakalanmanın siniriyle baktı. İlk ayaklarımda sonra bedenimde en sonda yüzümde gezdi gözleri. Bayram kıyafetimi giymiş, kırmızı şapkamı takmış, pekte güzel olmuştum. Annem hâlâ kendi istediği kıyafetleri giydirmeye çalışsa da nafile ben artık altı yaşına gelmiş bir kız olarak istediğimi giyebilirdim. Annemden gizlice kaçtığımı kıyafetime baktığında hemen anlamıştı. Suratını asarak, her zaman yaptığı gibi ciddi bir hale büründü. Boğuk ve emredici bir sesle:

“Küçük hanım hemen eve gidiyorsun” dedi

Ayaklarımı bütün kuvvetimle yere bastım. Kendinden emin bir komutan gibi:

“Hayır eve gitmiyorum. Seninle geleceğim.”

“Olmaz. Yaramazlık yaparsın.

Dik duruşumun hiçbir şeye yaramayacağını anlayınca kendime acındırmaya çalıştım. Hemen sarılıp acıklı bir yalvarmayla:

“Ne olur babaanne beni de götür. Söz veriyorum hiç yaramazlık yapmayacağım”

“Gelemezsin.

-Hep yanında oturacağım. Dizinin dibinden ayrılmayacağım.

Ağlamaya başlıyordum ki babaannem biraz yumuşamaya başlamıştı. Ama hemen teslim bayrağı çekmedi. Belki eve gönderir diye birkaç kelam ettikten sonra pes etti. Büyüklerin hep zaman yaptığı gibi şart koşmaya, söz almaya başladı. Hemen ellerini yukarıya kaldırıp, işaret parmağıyla öne arkaya götürüp getirdi. Bu son dönemlerde hep karşılaştığım bu el hareketini daha söze başlamadan en anlama geldiği biliyordum.

“Eğer yaramazlık yaparsan bunda sonra seni hiçbir yere götürmem. Tamam mı?”

“Tamam. Yüz binde defa tamam. Söz veriyorum.”

“Tamam.”

Anneme beni de götüreceğini haber vermeye gitti. Ben de savaşı kazanmanın mutluluğuyla yerimde duramıyordum. Hep merak ettiğimi o yere gidecektim sonunda. Rüyalarıma kadar girmişti. Belki masal diyarlarına benzeyen bir yer, masal anlatan bir amca. oyuncakların çok olduğu, Alis harikalar diyarı gibi bize benzemeyen canlılar vardır. Alis nasıl tavşanın peşinden gidiyorsa ben de babaannemin peşinden gidecektim.

Babaannem yeniden geldiğinde sözünün eri olduğumu göstermek için hemen elini tuttum. Bu davranışım hoşuna gitmişti. Biz yavaş yavaş yürümeye başlarken annem balkondan bize bakıyordu. Bendeki sevinci görebiliyor muydu bilmiyorum. Ama biraz kızgın gözüküyordu.

Uzun caddeyi sonunda bitirmiş, çıkmaz bir sokağa sapmıştık. Apartmanların arasından sivrilmiş bir camii minaresini gördüm. Kaldırımı, binaları, yolları aynı olan bu sokağın tek farklı yapısıydı. Görünüşü, pencereleri, kapısı normal bir evin şekli gibi değildi.

Babaannemle sokağın tam ucunda, servi ağacının dalları arasında kalmış küçük bir camiye girdik. Bu camii hayalimin onlarca ürettiği ihtimallerin tam dışındaydı. Ne masal anlatacak yaşlı bir amca ne de oyuncaklar vardı. Merakım sönmüş, yerine hayal kırıklığı almıştı. Babaannem duvarın dibine çöktü. Hemen yanına oturuverdim. Yavaş yavaş başka kadınlarda gelmeye başladılar. Bir çoğu babaannemle yaşıttı. Annemin yaşında sadece bir bayan vardı. Onun yanında benim yaşlarımda bir kız elini tutuyordu. İçimde bir güçle kızın yanına gitmek istedim. Verdiğim söz engel oldu. Gelen kadınlar boş yer bulunca oturuyorlardı. Hayalimin inkisara uğramasından dolayı arta kalan sevinci bende çok çok büyük bu kadınların seyrinde harcadım. Bu da yetmedi kıza bakıp durdum. O da annesine sıkı sıkı yapışmış, yanıma gelmiyordu. Ne ana kuzusu bir kızdı. Verdiğim söz olmasaydı ben yanına giderdim. Onunla oynardım. Yanıma gelsin diye el işareti yaptım. Hiç görmemezlikten geldi. Canım sıkıldı. Geldiğime pişman olduğumu anlayan babaannem büyük bir zafer kazanmış gibi yüzünde tebessümler oynuyordu. Sabit bir yerde böyle hiç kıpırdamadan oturmak yerine akılıma gelen soruları babaanneme sormaya başladım.

“Babaanne biz niye buraya geldik?”

“Sohbet dinlemek için.”

“Neden bu kadınlar hep yaşlı?”

Babaannem afallamıştı. Simasındaki çizgiler yer değiştirmiş, başka yollara kayıp gitmişti. Hemen fark edilen değişiklik benim de muzırlık damarımı oynatmıştı. Can sıkıntımı gidermem gerekiyordu. Yanından hiç ayrılmayacağıma söz verdiğimden aklıma başka şeyler geliyordu. Babaannemin cevap vermesine fırsat vermeden diğer soruma geçtim. Tam önümde şişman bir kadın vardı. Çok güleç yüzlüydü. Tebessüm ondan yarılmamak için inat ediyor gibiydi. Kimsenin kolay kolay bulamayacağı sakin duruşuna bir hayli içerledim.

“Bu kadın kim?” diye sordum.

“İki sokak arkamızda oturan Hamdiye hanım” dedi.

“Niye böyle sakin ve hep gülümsüyor”

“Kendi tabiatı öyle. Hep güler yüzlüdür”

“Onu sinir edecek torunu yok galiba”

İşte bu sözüm üzerine babaannem hafif bir memnuniyet duyar gibi oldu.

“Kızı yeni evlendi. Torunu yok.”

“Olduğunda o da senin gibi benden Çarşamba günleri kaçacak mı?

Babaannemin yüzüne bakmıyordum. Ama nasıl bir dalga fırtınasının estiğini hissedebiliyordum. Hafif omzuma vurması dalganın şiddetini de gösteriyordu. Sanırım yine çenem düşmüş, babaannem düşen çenemi toplamaya çalışıyordu. Yağma yok. Hayal kırıklığına uğradım. Merakım parçalara bölündü. Hani Alis nerde? Masalcı amca nerde? Sabah uyandığımda biriktirdiğim hayallerim bu yaşlı teyzeler mi?

Başımı yana çevirip pencereye baktım. Evimizin pencerelerine hiç benzemiyor.

“Babaanne bu pencere evimizdeki pencerelere niye benzemiyor?”

“Burası camii. Camilerin pencereleri farklı olur”

“Neden?

“Camii dedim ya.

“Caminin özelliği nedir?

Babaannem sıkılmanın son raddesine varmıştı. Susmam için el işareti yaptı. Tabi ben görmemezlikten geldim. Sonra yaşlı bir adam gelip konuşmaya başladı. Daha önce hiç duymadığım sözler söylüyordu. Anlamadığım konuşmasına ara verinceye dek bir dağ gibi kıpırdamadan beklemek zorunda kaldım. Babaannenim durmadan sessiz olmamı söylemesinin de etkisi vardı.

Ara verilence kapanan çenem hemen açıldı.

“Buradan çıkınca dondurma alacak mısın bana? Yanında hiç ayrılmadım.”

“Tamam.”

-Ne zaman eve gideceğiz?”

“Az kaldı. Canın çok mu sıkıldı küçük hanım”

Hemen “hayır” dedim. Kalamazdım bu sevincin altında.

Babaannem nihayet sustuğumu zannetti. Ama yanılmıştı. Susmaya niyetim yoktu. Başımı yukarı kaldırıp tavana baktım. Bilmediğim harflerden eğik yazılmış tablolar gördüm. Birini gözüme kestirip parmağımı da uzatıp:

“Babaanne o şu tabloda ne yazılı?”diye sordum.

“Bismillahi rahmani rahim” dedi.

“Hani yemeğe başlarken söyleriz.”

“Evet.”

“Neden eğik ve başka harflerle yazılmış.”

“Çünkü besmele Arapça harflerle yazılır.”

“Neden?

“Kur’an dili olduğu için”

Bir soru daha soracaktım ki, fırsat vermedi. Her hali sorularımdan yorulduğunu gösteriyordu. Ağzı cevap yetiştirmekten bükülmüş gibi duruyor, bakışları aşırıya kaçtığımı gösteriyordu. Ama ben ona yanından hiç ayrılmayacağım dedim. Konuşmayacağım demedim. Babaannemin diline gelse de söyleyemediği sözünü tahmin edebiliyordum. Keşke yanımda oturmasaydı. Gidip başka yerde dursaydı. Mesela şu kızla avluda oynasaydı. Ama gururundan olsa gerek söylemiyordu işte. Ben de söylemeyecektim.

Hoca yine o kendinden emin duruşuyla rahlenin önüne oturdu. O gelince babaannem yine beni susmam için uyardı. Şu büyükleri hiç anlamıyorum. İkide bir niye uyarırlar.

Nihayet sohbet bitti. Teyzeler kalmaya başladı. Sanırım eve gitme zamanı gelmişti. Avluya çıktığımızda şu annesinin dibinden ayrılmayan kızla annesi yanımız yaklaştı. Babaannemle konuşmaya başladı. Ben de bu sinir kıza öfkeyle bakıyordum. Hiçbir zaman arkadaş olmayacağım kızlardan biri. O suratı asarken ben ondan daha beter asıyordum. Büyükler durmadan konuşurken biz konuşmaya ihtiyaç hissetmiyorduk. Ama gözlerimiz uzanabildiği kadar derin koylarda hararetli konuşmalar yapıyordu. Öyle ki birbiriyle irtibatı hiç kesilmeyen elektrik direkleri gibiydik. Karşılıklı yakıcı ışıklar fırlatıyorduk. Nedense ikimizin de canı yanmıyordu. Yanımızdan ayrılırken daha fazla dayanamadım kızın iki örüklü saçının birini çektim. Bir ayyyy!. değişi vardı ki cılız bir sese sahip olduğunu gösteriyordu. Babaannem hemen kolumu tuttu. Kadından benim adıma özür diledi. Ben ise yaptığım şeyin kötü bir şey olmadığını düşünüyordum. Kolumu biraz sıkarak beni avludan çıkardı.

Yol boyuncu tek kelime söylemedi. Eve geldiğimizde hemen lavaboya koştum. Ellerimi yıkarken babaannemde günün nasıl geçtiğini anlatamaya başlamıştı bile. Annem yaramazlık yapıp yapmadığımı sorduğunda işte o zaman bütün hisleri galeyana gelmiş bir kadın gibi söylenmeye başladı. “Dizimin dibinden hiç ayrılmadı. Ama çok soru sordu. Öyle ki dayanma noktam tam ortadan kırıldı. Tahammül sınırlarımı daralttı. Yani anlayacağın yanımdan ayrılmamanın bedelini çok ağır ödetti.” Ben içeride zaferle bir bağ kurmuş, kazanmanın sevinciyle kendimden geçmiştim. Yine de hayal ettiğim gibi olmadığından zaferimde biraz yenilgi kokuları duyuluyordu.

Diğer Yazıları