Menu
MENZİLE KİLİTLENMEK
Öykü • MENZİLE KİLİTLENMEK

MENZİLE KİLİTLENMEK



Omzundan tutup banka oturttu onu, şaşkın bakışlarına aldırmadan “Soru sormadan önce dinle beni” dedi, sarstı onu. Direnmedi o da. “Benim suçum yok inan bana, olayların bu aşamaya geleceğini nereden tahmin edecektim? -sesini bir perde daha yükselterek - niyetinin kötü olduğunu yoluna taş koymaya çalışacağını anlamama imkân yoktu. Beni de öyle güzel ikna etti ki, şaşarsın. En ufak bir tereddüt duymadım.” -ellerini çırparak -, “Sezemedim işin içinde oyun olduğunu, beni bağışla.” gözyaşlarını elinin tersiyle silerken: “Bana suçlu muamelesi yapman… -titriyordu, kendini kaybetmesi an meselesiydi- bu olaydan daha çok sarsar beni, senin düşüncelerin benim için çok önemli, lütfen!”

Hareketsiz oturduğu yerden onu süzüyordu, sözünün bitmesini bekliyordu. Ağlayan erkeklere tahammülü yoktu. Bacak bacak üstüne attı, kollarını göğsüne kavuşturdu. “Ben rahatım, dinliyorum” havası vardı tavrında. Yüz hatlarından yumuşamadığını, hâlâ sinirli olduğunu anlamak için medyum olmaya gerek yoktu. Susuyordu, yorum yapmıyordu. Konuşma işe yaramamıştı besbelliydi. Patlamasına ramak kalmış, bir volkan gibi fokur fokur kaynıyordu içi. O, dinlemiyormuş gibi yaparak yüzünü denize doğru çevirmişti. Ne yapıp edip, durumu izah etmeliydi. “Pekâlâ, bana iki gün mühlet ver, sana bunu açıklayacağım.” diyerek hızla uzaklaştı parktan. Kafasının içinde uğultu gittikçe artıyordu. Derin derin nefes almayı denedi, göğsü sıkışıyordu sıkıntıdan, birkaç kişiye tosladı, giderken “pardon!” diyerek sert çarpmanın etkisini yok etmeye çalıştı. Elleri yumruk olmuştu öfkeden. Hışımla ilerliyordu. Cıvıldaşan kuşları, asırlık çınarları, güneşi, çocuk arabalarının içindeki minik bebekleri, sohbet eden keyifli insanları fark etmiyordu bile.

Neden sonra, adımlarını ağırlaştırdı. Çam ağaçlarının gölgesinde dinlenen yaşlı bir adam dikkatini çekti. Hani şu düşlerde görülen aksakallı dedelere benziyordu. Ama sakalı yoktu. Gözleri pırıl pırıldı. Yüzünün beyazlığına, dinginliğine bakarak imrendi. “Keşke” dedi, “Keşke bende bu huzura erişebilseydim.” Başını iki yana salladı esefle. Bir an için mevzunun sıcak geriliminden uzaklaştığını, başka bir şey düşündüğünü fark etti. Şaşırarak, gülümseyerek, bir banka çöktü. Nefes nefeseydi. O yaşlı adam sanki şöyle sesleniyordu uzaktan: “A oğul, o yollardan geçtim… İçim rahat, artık yükünü boşaltmış hamal çevikliğiyle tırmanıyorum yokuşu. Hafif, arı bir ruhla kanatlandım menzilime.” Anlatıyordu ona. Oysa o, nasıl bir çetrefilli işin içine girdiğini, nasıl çaresiz kaldığını ve nasıl hantallaştığını, gereksiz mevzularla beynini nasıl doldurduğunu bilseydi, yüzüne bakar mıydı o yaşlı adam? Sanki isli camlardan bakıyordu dünyaya. Bir huzmecik ışık yoktu, onu arıyordu işte. Bulabilmesi için ne kadar didinecek, ne çok uğraşacaktı. Daha çok yorulacaktı. Bundan emindi.

“Artık dağların tepeye yakın yerinde kaldı karlar… Şimdi bahar, yeni heyecanlarlarla kapımızı çalıyor. Tıkırtılar, kuvvetli vuruşlara döndü. İçeridekilerin iyiden iyiye duyacağı şekilde, en sağır piri faninin bile işiteceği biçimdeydi artık. ‘Yeter artık! Sağır sultan duydu sen duymadın, bu kadar umarsız olmak için karanlık kuyulara düşmüş olmalısın, yazık sana.’ diye seslense acaba daha çok küser miydi kendisine?

“Umut yedeğimizde, atımıza atlayıp var gücümüzle yol almak gerekir oğul! Hayat her zaman çiçek açmıyor insana, bazen da ayaz vuruyor dallarımıza, kavruluyor, soğuktan gazel oluyor… Ama ferah tut içini. Zafer yakındır.”Dışarıdan biri görse şu halini, gülerdi ona. Kaç saattir oturuyordu burada. Arpacı kumrusuna dönmüştü. Boynu büküktü. İçi çürümüş, sert kabuklu bir ceviz gibiydi. Kabuğa bakıp aldanabilirdi insanlar…

Keşke onu anlayabilseydi iş işten geçmeden. Lüzumsuz yere gönlünü kararttığını bilebilseydi, daha kolay yol almaz mıydı? Metronun girişine kadar gitti. Ansızın geriye döndü, bir şey unutmuş gibi geldiği yolları yeniden yürüdü. Seyyar bir börekçiden yiyeceğinden fazla börek sardırdı, seri bir şekilde paketlemesini bekledi. “Üstü kalsın…” dedi parayı uzatırken cevap vermesini beklemeden. Umarsızca ilerledi durağa doğru.

İnsanları nasıl kullandığını, işi görülünceye kadar samimi olduğunu, sonra da bir kâğıt mendil kadar değersiz gördüğünü, fırlatıp attığını… Ya deli olacağım, bu kadar kör mü, nasıl görmez? Evi geçtiğini iki sokak ötedeki süpermarkete varıncaya kadar fark etmedi. Bugün ne yaptığını bilmez bir avare gibiydi. “Gelmişken biraz alışveriş yapayım bari…” dedi. Rüyada gibiydi. Nasıl açıklayacaktı? Daha kırk sekiz saati vardı.

Diğer Yazıları