Menu
AYDINLIK KORİDOR
Öykü • AYDINLIK KORİDOR

AYDINLIK KORİDOR

Delikanlı çıkmaz bir sokağa girmişti. Köhne, döküntü, tek katlı, çoğunluk kireçle badalanmış evlerin olduğu Karanfil Sokağın başında oturuyordu sevdiği kız. Cesaretini toplamak için kızın evine yakın bir evin bahçe duvarına dayandı. Soluklandı. Kalbi yerinden çıkacak gibiydi. Ev köşeyi dönünce karşısına çıkacaktı. Ama orada öylesine durmuş, bir sigara yakmıştı. Sardunyalarını sulayan yarı kambur, beyaz tülbentli bir ihtiyar, buruş buruş yüzüyle tatlı bir gülüşle ona doğru baktı bir an. O da ona bakıyordu ki, arkasından gelen bir sese yöneldi:

“Birine mi baktın evladım?” İrkildi. Bu tok, gök gürültüsü gibi sesten etkilenmemek elde değildi. Kafasını toparlamaya çalıştı.

Adamcağızı fark etmemişti. Bu Simge’nin babası değil miydi? Allah, Allah… Birden seslenince, ömründen ömür gitmişti sanki. Adam upuzun boyuyla ve olanca heybetiyle karşısına dikilmişti.“La havle… Aşırı heyecan… Nikotin… Hep onun yüzünden…”

Ne diyordu ya hu…

“Nasıl? Duyamadım yavrum ne dedin?”

Adam bir açıklama bekliyordu besbelli.

Dondu. Adamın ağzından çıkanları duymuyordu. Sessiz harfler… Bir anda zaman, mekân, olay. Hepsi yalan oldu. Nasıl bir boşluktu bu?

Ne cevap verseydi acaba? Sanki suçüstü yakalanmış biri gibi ne diyeceğini bilemedi. Kızardı. Biraz olduğu yerde kıpırdandı. Bir ayağını öne doğru attı:

“Arkadaşımı bekliyorum.”dedi, sakin bir ses tonuyla. Söyleyebilseydi keşke… Diz çökse, elini öpse ve adama dese ki:

“Ben eşek herifin tekiyim. Kıymet bilmezim. Sevgilimin kalbini yok yere kırdım. O kadar ki, tuzla buz oldu sanırsın. O naif, sırça köşkün kapısından kovuldum. Ah, içim yanıyor. Günbegün eriyorum derdimden. Ne yapsam olmuyor. Gece gündüz onun gönlünü nasıl alacağımı düşünüyorum. İşin kötü yanı onun bundan haberi bile yok. Muhtemelen, benim onu umursamadığımı, hiç mi hiç sevmediğimi düşünüyordur şimdi.”deyiverse, kıyamet kopmazdı. Halini anlayan bir bilge kişiydi belki. Ne belliydi? Sigarasından üst üste çekmeye devam etti:

”Elimdeki bir buket kırmızı gülden, delikanlılığımdan utanıyorum. Sana nasıl dert yanacağımı bilemiyorum.”deseydi. Belki bu ağır vicdan yükü kalkardı üzerinden. Bir sessizlik içinde beklemesini sürdürdü. Hava da ne güzeldi bugün. Yanlışları düzeltmek için güzel bir şanstı, havanın böyle olması. Belki de bu bir işaretti.

İç geçirdi.“Off…” Diyemezdi. İki elinin arasına aldı yüzünü.“Yok, hayatta olmaz. Yapamam.”İçini dökmesi yakışık almazdı. Elindeki taze, güzel gülleri şöyle bir çevirdi. Sağ elinde sol eline aldı. Kokladı. Sonra yolun kenarındaki çöpe attı. Neler demişti ona Simge? “Aman Allahım!” Hatırlayınca, derhal içinde bir kıpırtı peyda oldu. Ruhunda, huzursuzlanan bir atın hırçınlığı hüküm sürmeye başlamıştı.

Yağmurlu bir akşamdı. Kız arkadaşıyla telefonda laflıyorlardı. Birden ona:

“Ben senin hüzne bu kadar yatkın bir ruhun olduğunu bilmiyordum.” Dedi ve sustu. Neden sonra, derin bir uykudan uyanır gibi sayıkladı o da:

“Belli etmemişim demek ki…”

Sözünü tamamlamasına fırsat vermeden atladı Simge:

“Kalpsiz bellemiştim. Meğer bilmediğim ne çok şey varmış.”

Çok utanmıştı böyle deyince o. İyi ki onu görmüyordu.

Simge. Üff bu kız milletiyle baş etmek mümkün değildi. Hemen lafı toparladı:

“Eh öğrenmiş oldun işte. Çok işim var. Kapatmam gerekiyor.”deyip Simge’yi susturmuştu. Bu kadar maskaralık yeterdi. Bir kızın oyuncağı olacak kadar kendini teslim edemezdi bir kere.

Simgeyse, onun bu densiz sözlerine takılı zihnini, başka şeylere yöneltmeye çalışıyordu. Hayal kırıklığı… Bütün ezberler bozulmuştu. Meğer hiç tanımamışlar birbirlerini.

Olcay, ertesi gün işe gitmeden hemen bir çiçekçiye uğramıştı. Çiçekçinin küçük dükkânını yeni açtığı her halinden belliydi. İri gözleri şişti. Uykulu uykulu, elindeki fırçayı sürüyordu. Sözde, dükkânın döşenmiş taş zeminini temizliyordu. Gülleri, bin bir özenle, rengârenk demetlerin arasından kendi elleriyle seçmişti. Çiçekçiye bırakmamıştı.

“Ne kadar?”

“Bugünkü ilk müşterimsiniz.”

“Hımm… İyi.”

“Size yirmi lira olsun.”

Elini cebine atıp bir ellilik çıkardı:

“Bozuğum da yok.”dedi çiçekçi. İvedilikle yan komşusu kahvehaneye gitti, bozuk para bulmaya.

Olcay,diri güllere şöyle bir alıcı gözle baktı.Üstelik kırmızıydılar.Gülümsedi.O kadar net bir renk hani.Arada sarı, pembe falan olsa bu kadar iddialı görünmezdi buket.Şişman, kısa boylu, tıknaz çiçekçi seğirterek geldi, paranın üstünü ona uzattı.

Sessizce dükkândan çıktı. Kaldırımda kendi kendine söylenerek, yürüyordu. Birden… Ne olduysa oldu. İşte o zaman…

Vazgeçti güllerden. Kaldırımın kenarındaki en yakın çöpe attı. Çabucak kurtuldu onlardan sanki. Yürüdü.

Sonra…

Akşam oldu.

Saçını özenle taradı. Şekillendirdi. Simge, aynada kendi aksine son bir kez baktı. Kendinden emin gülümsedi.

Söz vermişti. O’na sevmeyi öğretecekti Simge. Kabalaşmadan, kırmadan birini nasıl sevmesi gerektiğini… Yani sevmenin de yolu yordamı vardı. Öyle hercai menekşe derer gibi atılması bu işe, doğru değildi. Yani Simge böyle düşünüyordu.

Ama ya o?O da böyle mi düşünüyordu acaba?

Kuvvetli bir rüzgârla saçları uçuştu. Narin, uzun parmaklarıyla düzeltmeyi denedi. Bir cebelleşme haliydi bu, rüzgâra söz geçirememe. Ruhunun karmakarışık bir duygu seliyle yıkandığı o ender anlardan birinde pencere aniden açılıvermişti. İçeriye dolan bir ılıklık dalgasından etkilenmişti haliyle.

Gözlerini yummuştu. Başını geriye atmıştı.

Sevincin, mutluluğun, duyuş ve düşünüşün bir anda ruhuna yaptığı etki…

Bu kez uyumayışının nedeni, huzursuzluk değildi. Bir anını, o büyülü atmosferi bozmama gayreti, belki kutsal bir ışığın yüreğini yıkayışına, eşlik etmek. Ah belki de erişilmez sanılan bir şavkın yansısıyla gözlerini bir daha yumuyor, kirpiklerini sımsıkı bitiştiriyordu. Kıpırdatıyordu.

Onulmaz bir sancı kadar, yüreğindeki ağrının onda açtığı boşluk anlam yüklüydü aslında. Kendi yitirilmişliği kaybolmuşluğu yoktu artık. Aynada gördüğü o anlamın yüzüne düşürdüğü minik gölgelere bakıp iç geçiriyordu.

“Sen sevme özürlüsün”  diyen o Simge, gelip görse şu an onu…

Keşke bir zamanlar koşup, eteğine yapıştığı annesi görseydi bu halini… Ah…

Umut; kendini yıpratan, yıkan, bir sunağa kendini sualsiz sunan peygamberin adımlarında değil mi? Kendini bir kavruk,  yaprak misali şiddetli rüzgârın peşi sıra bırakan ruhunu kutsuyordu şimdi.

Duran durdurulan o muydu gerçekten? Saatin tiktakları bile susmuştu. Bu kutsal anın sessizliği büyüten bir yanı vardı.

Zamanın donduğu ,”an”ın büyüyüp serpildiği, kök saldığı, onu ele geçirdiği bir derinlik. Bu derinlikten kimse çıkarmasın istiyordu onu. Bu kez orada kalmalıydı. Ne zamana kadar süreceğini bilmiyordu. Kalsındı. “Son nefesini verene dek devam etsin bu kutsal an. Hiç bitmesin.”İçinden böyle diyordu.

“Ey cömertlerin cömerti. Esirgeme benden bunu. Talibim bu ana.”

Dua ediyordu, kabul edilir umuduyla.

Bir gülümseme yayıldı yüzünün köşeli uçlarına, rengi pembeleşti. Bir esinti camdan içeri dolarken tül kanatlandı, uçtu bir an. Ruhu esintinin peşinden gitti sandı.

Her şey olmaktan çıkar mı?

Anahtar kelime neydi?

Neydi beyaz namaz örtüsünün ona hatırlattığı?

Seccadesi neredeydi?

Sorular cevaplarını buluyordu bir bir. Hikmet, dimağ…

Ard arda açılıyordu perdeler. Gün ışıyordur neredeyse. Kitapların arasında sızıyordu uykuya. İlhamın kıyılarında gezinen bir peri gibi, uzanıp kelimelerin yakasından tutmak isterdi. Belki hükmü geçerdi. İsterdi ki yazı tamam olsun. Satırlardaki görünmez yay, gevşesin. Bu serseri ok hedefini bulsun artık. Varacağı yere varsın. Yalnızlığınızı kutsayan gecedir. Arınmış ruhunu gül sularıyla yıkarken, rüyalarına sıçrayan ışığın göz kamaştırıcılığıyla derin uykulardan hiç uyanmasaydı.

. Hep uyusa, hiç sabah olmasa.

Yere kalınca bir kitap düşüyor. Onun sesine uyanıveriyor.

“Sizi ince kılan nedir böyle? Anlayabilsem. Bu gücünüzü nereden alıyorsunuz canım? Küstah olsanız, yorucu olursunuz. Kıyıcı ve kırıcı olamayacak kadar ölçülüsünüz.”

“Bilmem.”

Rüya mıydı bu?

Böyle demişti telefonda, inceden ona takılmış, alaycı gülmüştü dakikalarca. Sanki film çeviriyorlardı. “Laflara bak hele. Böyle boyundan büyük cümleleri de nereden buluyordu bu kız?”Yüksek sesle sorular soruyordu, kafesteki kanaryasına. Sanki cevap vermesini bekler gibiydi. Kanaryası kanadını gagalamakla meşguldü. Sonunda birkaç haylaz tüyü yere düşürmeyi başardı.

“Cümlemi geri çektim. Sözümü sakındım. Bu da yetmedi sana. Bir adım geri çekildim, bildiğim bütün kapılardan. Girdiğim savaşlardan mağlup çıkmış bir kumandan ezginliğiyle. Ah…”

“Bu bir bebeğin uykudaki iç çekmesine benzemez ki. Ortada sevinecek bir şey yok. Bir kere o kadar masum bile değilsin.”Ah Olcay ah… Benim masumiyetimi, suçumu sorgulamadan bana bakmayı becerebilsen. Gözlerimdeki aşkı, sözcüklerime sızan tutkuyu görebilsen.

“Sonra söylenmek üzere geri çekilmiş bir cümlem var. Söylenmedi diye yok sayamam. Sende sayamazsın.”

“Yani sayılmaz.”

“Yani çok…”

“Oyuna yeniden başlarız.”

“Yeni bir oyun kurarız olmazsa hiç.”

“Bence mahsuru yok.”

“Hem ne fark eder ki?”

“Nasılsa dünya bir oyun ve oyalanma yeri değil mi?”

“Oyalanırız, sağlık olsun.”

Diğer Yazıları