Üç gündür acısı geçmemişti. Geceleri uykudan uyandıracak kadar sıkıntılıydı. Yürürken her attığı adım acıyla yoğruluyor, korkarak basıyordu. Aksayan yürüyüşü ile işe gelip gitmenin zorluğu bir başkaydı. Her gün akşam krem sürüyor, eliyle masaj yapıyor, sıcak su ile rahatlamaya çalışıyordu. Bunların geçici faydası uzun sürmüyordu. Bir müddet sonra gerçeklerle yüz yüze kalarak acının burduğu yüzünde bin bir parça karamsarlık dökülüyordu bakanlara.
Akşam işten eve dönerken kafasındaki düşüncelerin güzelliğiyle yürüyordu yolda. Akşam oğlu okuldan gelecek, “baba ödevlerimi beraber yapalım” demesine karşılık, ablasının itirazı yükselecek: “hayır babam seninle değil, benimle ödevleri yapacak. Seninle annem çalışacak diyecek” oğlan çok şiddetli bir şekilde itiraz edecek bir kargaşa başlayacak bağırmalar ayyuka çıkacak, dedeleri yan odadan bağıracak: Amma gevezesiniz; susun da kafamı ağrıtmayın! diyecek, çocuklar seslerini kısacak, susacak, ama kaş göz hareketleriyle birbirini yemeye devam edecek, kendi de bu olanlar karşısında kıs kıs gülecek, onların didişmelerini bir tiyatro seyreder gibi izleyecek ve rahatlayacak, bütün iş yorgunluğunu unutacak, onlarla ders çalışacak, kitap okuyacak sonra biraz boğuşacaktı.
Bütün bu hayallerini inkıtaa uğratan o sevimli yüzüyle bağıran çocuğun sesiydi.
Dönüp baktığında altı yedi kadar çocuk, boşluğun kenarındaki duvarın yanında, kimisi de boylarını aşmayan duvarın üzerindeydi ve hepsi ona bakıyordu.
Aynı ses tekrar yankılandı kulaklarında:
-Amca! Topa vurur musun?
Çocuklara alıcı gözle bir daha baktı. Hepsinin gözleri fal taşı gibiydi. Sanki beklentileri vardı da onun yapacağı bir hareketle sona erecek, beklentilerine kavuşacak ve rahatlayacaklardı.
Aynı cümleyi bir başak çocuk tekrar etti:
-Amca! Topa vurur musun?
Dayanamadı. Çocuklara şirin görünmek için şöyle birkaç adım atıp topa ayağının dışıyla vurur gibi yapıp bir anda vazgeçti. Durduğu yerden topa vurdu. Vurduğu anda bir kahkaha tufanı koptu. Çocuklar yaptıklarının sonucuna gülüyorlardı umarsızca.
Olan o anda olmuştu. Top sadece bir metre kadar gitti. Ağırdı kuvvet topları gibi çok ağır. İçinde kum olduğunu anladığında iş işten çoktan geçmişti. Ayağının sızısından uğunacaktı nerdeyse. Yakıştıramadı, hafifçe sekerek geçiştirmeye çalıştı.
Çocuklar hâlâ gülüyorlardı. Üstelik korkak bir tavşan gibi de tetikteydiler. Yaptıklarının kötü olduğunu bilmelerinden olsa gerek, kızıp kızgınlıkla üzerlerine yürüyecek olanları da hesap ederek kaçamak için hazırdılar.
Döndü çocuklara baktı anlamlıca. Sonra alkışladı onları, yaptıklarını protesto etmek için, “aferin(!)” dedi.
Çocuklar, oyunlarına devam etmek için yerinden hareket etmiş olan topu, yeni bir av için kaldırımın üzerindeki uygun bir yere koymak için sıradaki çocuk çoktan işbaşındaydı.
Hayalindeki güzel duygulardan geçmişindeki yaşadığı benzer bir olaya kaydı düşünceleri. Mahalledeki arkadaşlarıyla birlikte yoldan geçenlere bunun benzerini yaparak çok eğlenmişlerdi. Yine topun içine kum doldurmuşlar ve geçenlere tuzak kurmuşlardı.
Saçları dökülmüş, kravatlı, memur olduğu her halinden belli olan yüzünden iyi bir insan olduğu hissedilen biri geçerken sıra kendisindeydi:
-Amca! Topa vurur musun? dediğinde, adamcağız hiçbir şey düşünmeden, şüphelenmeden, çocukların isteğini kırmamak için, onların masumiyetine güvenerek olanca gücüyle topa vurmuştu. Adam oracığa oturmuş gülen yüzü acı ilen buruşmuş ve sadece:
-Ne yaptınız? demişti.
Herkes kaçışmış dört bir yana dağılmıştı. Adam oradan tek ayağının üzerinde sekerek uzaklaşmıştı.
Arkadaşları daha sonra adamın ayak kemiklerinde çatlak oluştuğunu söylemişlerdi de çok üzülmüştü.
Aynısını kendisinin yaşıyor olması onu çok düşündürdü. Adamın yaşadığı acıyı sanki şimdi yaşıyordu.
Çocukluğunda büyük amcalara kurduğu tuzağa kendisi de büyük bir amca olarak av olmuştu.