Menu
ÖLÜME YUVARLANDI
Öykü • ÖLÜME YUVARLANDI

ÖLÜME YUVARLANDI

Biricik oğluydu. Nice yıl sonra Allah’ın bir lütfü olarak görmüştü doğumunu. Sonrasında başka çocuğu olmamıştı.  Adını İsmail koyarken İbrahim peygamberin yıllar sonra çocuk sahibi olmasına öykünmüştü.

İsmail’i çok sevdi. Buna sevgi demek doğru değildi belki. Aşk daha uygundu. Öylesine, ölesiye seviyordu. Mal varlığı yerindeydi. Muhtaçlık çekmedi. Çocuğuna da çektirmedi. Malı mülkü, torunlarının bile yokluk görmeden yaşamasına yeterdi.

Düğününde ne kadar sevinmiş, kabına sığamamış, olgunluğuna yakışır davranışları aşmamak için sabırlı davranmıştı. Mutluluğu paylaşmak için uzak yakın, fakir zengin demeden herkesi davet etmiş, ikramda bulunmuş, hocalara dualar ettirmişti tıpkı doğduğunda yaptığı gibi.

O şimdi askerdi. Askerliğini bir an önce yapması en büyük dileğiydi. Askerlikten sonra bütün işlerini oğluna devredecek, oğlunun yaptıklarıyla gizliden gizliye gurur duyarak eşiyle mutlu bir emeklilik dönemi yaşayacaktı.

Hele askerlik bir bitsin… Bak neler olacak, diyerek, oğlunun moralini yüksek tutuyordu. Ertesi gün biletini alacak, otobüsle yolcu edecekti. Aslında otogarlarda yapılan uğurlama törenlerindeki patırtıyı da hiç sevmezdi. Ağırbaşlı olunması gerektiğini, söylerdi.

Gelini Merve’nin ısrarına eşi de eklenince söylediklerini unuttu. Hâlbuki defalarca:

-Kocaman adam, bırak kendi işini kendi yapsın, demişti.

-Tamam, dedi birlikte gideriz. Birliğine teslim olunca biz de döneriz, demesiyle oğlu İsmail de sevinmişti.

İsmail’in birliğine teslim olmasıyla geri dönüş başladı. Hüzünlüydü gelini Merve. Henüz birkaç aylık hamileydi. Annesi biricik oğlundan ayrılmada zorlandı. Gözleri nemliydi. Babası sakin görüntüsünün altındaki çalkantıları ve ayrılık hüznünü gizlemeyi başardı.

Cip konforluydu. Dışarıdaki sıcağa inat içerisi buz gibi soğuktu; efil efil esiyordu.

Yol yarı olmuştu. Cep telefonu çalıyordu ısrarla. Arayan kardeşiydi. Duyduklarıyla yüzü değişti. Endişe ve heyecan kapladı. Sesi titredi. Bir anda durgunlaştı. Karşıdaki ses ciyak ciyak bağırıyor, azarlıyordu.

-Ben kaç defa dedim sana, abim bu gün yarın gider, diye. Gitme, dedim beni dinlemedin. Abim öldüüüü…

Adam direksiyon başında ne diyeceğini şaşırdı.

-Geliyoruz, yoldayız, diyebildi.

Eşi konuşmanın seyrinden ölüm olduğunu anlamıştı. Kocasının böyle durumlarda dikkatinin dağıldığını bildiği için:

-Kenara çekelim de biraz nefeslen istersen, dedi.

-Olmaz, abimin cenazesine yetişmeliyiz.

Eşinin birkaç dakika nefeslen, ısrarı boşa gitti.

Kardeşinin sözleri kulaklarındaydı. Sürekli tekrar eden kesintisiz bir sesti çınlayan. Gaz pedalı sonundaydı. Artık yol, önünde bir şerit kadar daralmış, ip üzerindeki cambaz gibi her an ipten düşme ile karşı karşıyaydı.

Kafasında abisinin cenazesi, duygularında oğlunun hüznü ve kulaklarında karısının dinlenme ısrarıyla hızını artırıyordu…

Gözleri karardı.

Artık kimseyi duymuyordu…

En son duydukları büyük bir gürültüydü.

Zihinlerde kalan sadece televizyondaki haber oldu:

“Aşırı hız sebebiyle bir aile ölüme yuvarlandı…”

Diğer Yazıları